banner4
27.08.2021, 09:34

ORTAKLAŞA KÜLTÜRDEN, BİREYCİ KÜLTÜRE GEÇEBİLMEK...

Kültür, çocukluk döneminden başlayarak öğrenilir. Her birey kendi kültürel öğrenme kalıpları içinde hayatı ve olayları algıladığından, karşılaşılan sorunlara yönelik değerlendirmeler, zihinde konumlandıran kültür yapısı ile çözümlenir. Bu sürece “öğrenme süreci” denir.  

Sosyolog Hofstede’ye (1928-2020) göre, bazı kültürlerde grubun ya da toplumun ortak inançları, değerleri ve çıkarları, bireyin düşüncelerinden üstün tutulur. Bu kültürlere “kolektivist” ya da “ortaklaşa davranışçı” kültür denir. Bazı kültürlerde ise bireysel çaba, inanç ve değerler, grup ya da toplum menfaatlerinden üstün tutulur. Bireyin onurunu, değerini önemli sayan kültürler ise “bireyci” kültürler olarak tanımlanır.

Kolektivist ve bireyci kültürler arasındaki farkları sosyologlar söyle sıralamıştır: Kolektivist kültürlerde: İnsanlar geniş ailede dünyaya gelirler. Kimlik, kişinin ait olduğu toplumsal gruba bağlıdır. Çocuk, “biz” kavramına dayalı düşünmeyi öğrenir. Uyum, ön planda tutulur, çatışmadan kaçınılır. Eğitimin amacı, bir şeyin nasıl yapılacağını öğrenmektir. Diploma, yüksek statü gruplarına girmeyi sağlar. İşveren- işçi ilişkileri ahlaki değerlere dayanır. İşe alma ve terfi, bireyin içinde bulunduğu gruba ve sadakate göredir. İlişkiler, görevden önce gelir. Bireyci kültürlerde ise: İnsanlar çekirdek ailede dünyaya gelirler. Kimlik bireye bağlıdır. Çocuk, “ben” kavramına dayalı düşünmeyi öğrenir. Aklından geçeni söylemek dürüst kişinin bir özelliğidir. Eğitimin amacı, nasıl öğrenileceğini öğrenmektir. Diploma, ekonomik değeri ve benlik saygısını arttırır. İşveren- işçi ilişkileri karşılıklı sözleşme veya saygıya dayanır.  İşe alma ve terfi, bireylerin yeteneklerine ve liyakat kurallara göredir. Görev, ilişkilerden önce gelir.

Bu farkları biraz daha açacak olursak: Ortaklaşa davranışçı/kolektivisit kültürlerin üyeleri yaptıkları işlerde ya da davranışlarında sürekli olarak çevrenin onayını ararlar. Grubun, toplumun onaylamadığı tutum ve davranışlardan kaçınırlar. Normal sayılan davranış sınırları dışına çıkmamaya çalışırlar. Bunun sonucunda da aykırı davranışlar önlenir ama kültürel değişme yavaştır. Ortaklaşa davranışçı kültürlerin üyeleri “doğuştan itibaren, kendilerini hayat boyu koruyacak ve bu nedenle koşulsuz sadakat bekleyen, güçlü ve kapalı biz gruplarıyla bütünleşen” bireylerdir.

Hofstede’ye göre diğer tarafta yer alan, bireyci kültürde ise “bireyler arasındaki bağların gevşek olduğu ve yalnız kendi ve yakın aile üyelerinin bakım ve belirli bir yaşa kadar sorumluluğunun üstlenildiği kültür” olduğundan, bireyci kültürlerin üyesi başkasına değil, kendine ve bağımsızlığına güvenir. Bu doğrultuda özgüvenini geliştirir. Kendi geleceğini çalışarak belirler, yaşam tarzını kendi kaderiyle seçer, kendini ilgilendiren konularda kimseden izin almaya ihtiyaç duymaz. Bireyci kültürlerde, eğitim kurumu da bu niteliği de buna göre şekillenmiştir: Çalışkanlık, başarı, öncülük, bağımsızlık ödüllendirilir. Tartışmalarda uyum yerine eleştiri, fikir paylaşımı yerine eleştiri ve farklı fikirler desteklenir. İşyerlerinde grup sadakati istenmez, onun yerine bireysel verimlilik değerlendirilir.

Şimdi de Hofstede’nin “güç mesafesi” kuramı üzerinden, bu iki kültürün kaynaklarını bulabiliriz:

“Güç mesafesi”nin çok büyük olduğu Doğu kültürlerinde, “baba/amir/işveren” otoritedir ve son sözü onlar söyler. Aile üyelerine/memurlara/işçiye ise “koşulsuz itaat” düşer. Otoritenin buyrukları, nedenleri sorulmadan yerine getirilmelidir. Buyruğa karşı gelme ya da onu eleştirme, saygısızlık sayılır. “Saygı, itaat ve sadakat” en önemli erdemlerdir. Yine güç farkının büyük olduğu bu kültürlerde “eğiten ile eğitilen” arasındaki hak, görev ve yetki farkı da büyüktür. Eğitene itiraz etmek, söz verilmeden konuşmak, beklenmeyen sorular sormak saygısızlık sayılır. Eğiten, sınıfta tek söz sahibidir. Ona yönelik eleştiriler hoş karşılanmaz. Benzer durum gündelik yaşamın diğer alanlarında da gözlemlenir. İşyerlerinde üst makamlarda bulunan “üst”lerle, alt görevlerde bulunan “ast”lar arasında iletişim süreci de güç aralığı etkisine göredir. Güç mesafesinin büyük olduğu bu kültürlerde, iktidar ve güç farkı nedeniyle, ilişkiler dikeydir. Yüksek sesle konuşan amir yada güç sahibi, astına korku salar ve belirsizlikten kaçınma sinyali verir. Astın sesini yükseltmesi, söz dinlemeyip herhangi bir konuda karşı gelmesi saygısızlık, hatta terbiyesizliktir. Anadolu kültürlerinde “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” sorusunun sık sorulmasının nedenlerinden birisi budur. Bu ifade “Sen ast olarak çalışan kişi! Benim ne derece üst birisi olduğumu bilsen, başına gelecekleri düşünür ve böyle davranmazsın!” cümlesinin soru soran halidir. Böylece ast olan birey, yerini-konumunu bilecek, asla üstü eleştirmeyecek ve de ona bir hesap sormayacaktır.

Güç mesafesinin az olduğu kültürlerde ise bireyler, kişilerarası etkileşim sürecinde daha yatay bir konumda bulunurlar ve amirler iktidar ile güç ilişkilerini sosyal etkileşim sırasında daha az yansıtırlar. Bağırıp çağırarak emirler yağdıran bir amir, güç mesafesinin az olduğu kültürlerde komik sayılır. Yüksek sesle konuşmak genellikle hoş karşılanmaz.

Tam bu noktada, ortaklaşa kültürden bireysel kültüre geçmedeki zorluklardan birini yine Hofstede’nin “belirsizlikten sakınma” psikoloji üzerinden açıklayalım:

İnsanlar arasında güç mesafesinin doğmasına ve birbirini ötekileştirmeye sebep unsurlardan birisi, belirsizliğin oluşturduğu “korku ve endişe” halidir. “Bilinmeyenden korkmak” bütün insanlar için geçerli, ortak insani bir duygudur. Hofstede “Bireylerin tanımadıkları durumlar karşısında kendilerini tehdit altında hissetme dereceleri, belirsizlikten sakınma düzeyleridir,“ demektedir. Yüksek derecede belirsizlikten sakınan/ korkan/endişe eden kültürlerde amir ya da üst, her konuda yetkin kişi olarak algılanır/algılatılır. Bilgiç tavırlar takınan amir/üst ya da eğitici, bireyler tarafından takdir edilir, onlardan daha fazla çekinilir. Bireyler, amirin veya eğiticinin bilgisine sığınarak, onların söylediklerini doğru kabul eder; belirsizlik ve endişeden kurtulmaya çalışır.

Diğer taraftan, belirsizlikten sakınma derecesinin düşük olduğu, korkutmanın/endişenin olmadığı kültürlerde ise olumluluk halleri bireylere yansır: Bireylerde sakin ve kontrollü davranışlar gözlenir. Bu tür kültürlerde her alanda ayrıntılı kurallara/otoriterliğe gerek görülmez. Karşılaşılabilecek sorunlarda, kural koymak yerine, insanlar arasında uzlaşıyla bir yol bulunması tercih edilir. Kanunlar da toplumsal genel şartları düzenler, ayrıntılar insanlar arasında müzakere ve yorumla çözümlenir. Diğer taraftan belirsizlik derecesi düşük olan bu kültürlerin üyeleri, amirlerin veya eğiticilerin her şeyi bilmediklerini ve uzmanlıkları dışında kalan şeyleri bilmek zorunda olmadıkları kabul ederler. Amir ya da eğiticilerde baskıcı ve otoriter bir tutum sergilemezler. Ortaya fikir ayrılığı çıkarsa, bireyler görüşlerini açıkça ifade edebilir ve onlarla tartışabilirler.

Hofstede’nin yapmış olduğu araştırmalarda, Batılı ülkelerin bireycilik kültürü taşıdıkları ve belirsizlikten sakınmanın düşük olduğu, Doğu  kökenli ülkelerin ise ortaklaşa davranışçı eğilimler gösterdikleri ve belirsizlikten fazlaca kaçındıkları görülmüştür.

Sonuç olarak, iki kültür arasında belirgin farklılıkları bu şekilde sıraladıktan sonra başa dönelim: Bir kültürün toplumsal etkileşim sürecine katılan bireyler, kendi kültürel normlarını ve kurallarını ailesinden, okuldan ve sosyal çerçeveden öğrenirler ve bu şekilde çevresine davranırlar. Kültürün büyük kısmı öğrenilmiş davranışlardan ibarettir. Çocukluk döneminde bireysel nitelikte kültürün öğrenilmesi çok önemli olup, istendik doğru davranışları kazanmak, bireysel kültürü güçlendirmekle olabilir. Çünkü avantajlarını açıklamaya çalıştığımız gibi bireysel kültürleri gelişmiş toplumlar, doğru ve yanlış cetvelini daha akılcı çözümlemelerle kendileri bulurlar. Bireyler arasındaki yataylık ilişkisi fazla ve güç mesafesi az olduğundan, her türlü fikrin özgürce konuşulmasına imkan sağlanır. İletişim engelleri ortadan kalktığından, korkudan, eşitsizlikten ya da ötekileştirmeden kaynaklı haksız davranışlar azalır. Toplum içinde yaşayan eşit bireyler, itaat ve sadakat darboğazından çıkmış olarak, liyakat üzere aralarında sağlıklı seçimler yaparlar. Her konuda insanlar gerçeklerle daha fazla yüzleşerek karşılıklı saygıyı ve anlayışı geliştirirler. Bireyler kendilerine olan özgüvenle, kendi hayat tercihlerini kullanır ve sorumluluklarını üzerine alırlar. Bireysel kültürü yaygın toplumlarda, başkalarının hatası yüzünden bireyler, toplumun bekası uğruna feda edilmezler. Böylece bireysel kültürün gelişmesine izin verilmediği için ortaklaşa davranış haline dönüştürülen hatalar yüzünden insanlar, hep birlikte toplumsal felakete sürüklenmezler.

Kitap Kaynağı:Şişman, Örgütler ve Kültürler,Pegem Yayıncılık, 2002, Ankara. İnternet Kaynağı: https://d22dvihj4pfop3.cloudfront.net/wpcontent/uploads/sites/27/2019/02/13111259/Hofstede_ninKulturelBoyutlari.pdf

Yorumlar (0)
12
az bulutlu