banner4
14.10.2022, 10:21

MUHAFAZAKÂR DEVRİMCİLİĞİN YOLU

Geçen hafta “Sömürü İlişkileri”ne değinerek, bu konuda postkolanyal eleştiri üzerinde durmuştuk. Türkiye'de düşün insanlardan birisi de Atasoy Müftüoğlu’dur. Onun sömürü ilişkilerine dair önemli çıkarımları var. İsterseniz sözü ona bırakalım ve ondan muhafazakâr devrimciliğin ne olduğunu öğrenelim:

“İnsanlar, toplumlar, özgürlüğe, ona çok ihtiyaç duyduklarında, çok değer verdiklerinde, özgürlüğü çok arzu ettiklerinde sahip olabilirler. Popülist politik koşulları, kültürel koşulları ve konformizmleri içselleştiren toplumların özgürlüğe istihkakları ve ihtiyaçları yoktur. Popülist-konformist dil-söylem-kültür, hakikatle yalan arasında ayrım yapmaz, yapamaz. Popülist konformist itaat kültürü, her durumda kolaycılığı ve anlamlı-derinlikli hiçbir şey söylememeyi tercih eder, eleştirel anlamda düşünmemeyi ilke edinir. Gönüllü köleliği benimseyen muhafazakâr bir toplum ve kültür, eleştirel bir tavır-tarz-duruş geliştiremez, bu nedenle de hiçbir olumsuzluğu, yabancılaşmayı ve istismarı sorgulayamaz. Gönüllü kölelik acz ve idraksizlikle ilgilidir. Popülizme sığınan, popülizmi nihai bir çare olarak gören ve niteliklere yabancılaşan bir zihniyet medeniyet tasavvurundan söz edemez.”

“Hangi toplumda olursa olsun, yüzeylere hitap eden, duyguları ve duygusallıkları istismar eden politik klişeler-sloganlar, hiç bir ahlaki ve kültürel değer taşımazlar. Sadece yüzeylere hitap edebilen bir dil ve söylem, zihinsel yoksullukları ve patolojileri yansıtır. Bu tür toplumlarda, kitleler, ahlaki ve entelektüel yoğunluğa ve eleştirel bilince sahip kamusal aydınlar-düşünürler-bilgeler olmadığı için, sistematik bir biçimde aldatılırlar. Bu tür toplumları, vasatlığın rehaveti/ataleti belirler. Bu tür toplumlarda, Türkiye’de olduğu gibi, toplumu kimi zaman seküler aşırılıklar/baskılar, kimi zaman muhafazakâr/sağ aşırılıklar/baskılar kontrol eder.”

“Hangi toplumda olursa olsun, taklit-itaat-sadakat kültürü, ilgili toplumlarda düşüncenin tefekkürün, sorgulama ve eleştirinin bütünüyle sıfırlanmasına neden olur. İtaat ve sadakat kültürüne körü körüne bağlı olan bireyler/toplumlar, vicdanlarını kullanma yeteneklerini, adalet duygularını kullanma yeteneklerini, her şartta hakikatin ifadesi olma yeteneklerini kaybederler.”

“Toplumlarımızda, her tür, çıkar/iktidar arayışı, mülahazası, mücadelesi; insani/ahlaki/vicdani tüm nitelikleri kötürümleştiriyor. Bu kötürümleşme nedeniyle, yozlaşma, bayağılaşma, adaletsizlik vb. ahlaki bir infial ve öfke’ye bile yol açmıyor. Çıkar beklentileriyle, oportünist/fırsatçı beklentilerle, her tür yozlaşmaya, bayağılaşmaya, cehalete, propaganda diline, hamaset diline, her tür kabalığa katlanıyoruz.”

“Hemen herkesin çok kazançlı işler, konumlar ve ilişki biçimlerine yöneldiği toplumlarda, etkili eleştirel kadrolar, ahlaki otoriteler, düşünürler, bilgeler ve arif’ler yetiştirilemez. Güç ve iktidar sahiplerinden bir şeyler bekleyenler, ahlaki bağımsızlıklarını kaybedecekleri için, düşünür, âlim, bilge olamaz. Popülizmlerin hâkim olduğu toplumlarda, hassasiyet ve duyarlılık kayıpları sebebiyle, dışlayıcı vasatlıklar belirleyici hale gelir. Dışlayıcı vasatlıklar, bağımsız düşünceye, düşünce kadrolarına geçit vermez, alan bırakmaz.”

“İçerisinde yaşadığımız zamanda ancak, bağımsız, derinlikli, özgün düşünceler/fikirler/bilgelikler üreterek, bunları kayda geçirerek, insanlığın bilincine kazandırarak var olabiliriz. İslam toplumlarında kendi kendilerini, kendi otoritelerini mutlaklaştıran dini/politik/entelektüel figürler, bu tavırlarıyla, ahlaki değerlendirme ve eleştiri ilişkisinden muaf sayılmaları gerektiğine inanıyor. Topluma kendi otoritelerini-tercihlerini-yorumlarını dayatan politik, din’I ya da entelektüel figürler, tartışma-müzakere ve müşavereye ihtiyaç duymadıkları için, ahlaki alanı terk ederek, zihinsel barbarlık alanına geçiyor. Popülizmlerin içerik kaygıları olmadığı gibi, ahlaki kaygıları da yoktur. “

“Hangi toplum olursa olsun, bir toplumu tek yoruma hapsetmek barbarlıkla ilgilidir. Nefret ve karşıtlık politikaları bir toplumun niteliksizliğine işaret eder. Medeniyet; başkalarının, muhalif ve eleştirel kesimlerin duygu ve düşüncelerini, kaygı ve endişelerini anlama ihtiyacı taşıdığımızda başlar. Bir toplumda popülizmin ve oportünizmin yükselişi, normalleşmesi, sıradanlaşması İslami ahlaka ve bilince yönelik sistematik bir suikast’ten başka bir şey değildir. Bir cemaate, partiye, harekete katıldıktan sonra, düşünmeyi, tefekkürü, müşavere ve müzakereyi bırakmak, sorgulama ve eleştiriyi bırakmak; gönüllü köleliği seçmek, insanı kolektif aşırılıkların, kabalıkların, kibrin, ihtirasların, dayatmaların bir parçası haline getirir. Her Müslüman’ın, bütün insanlara, adalet’le davranmak gibi çok anlamlı bir yükümlülüğü ve borcu olduğunu hatırlamak gerekir.”

“Hakikat bilincinin kaybıyla birlikte, her şeyden önce kendimizi kaybediyor, sözde /sahte/kopya/taklit ve yabancı kendiliklerle bütünleşiyor, hayatımızı nitelikli ve varoluşsal farkındalıklara sahip olmadan, sahip olma ihtiyacı duymadan sürdürüyoruz. Sözde-sahte-kopya-taklit kendiliklere sahip olduğumuz için, bir başka irade/ güç tarafından kolaylıkla araçsallaştırılabiliyor, sömürgeleştirilebiliyoruz. Kolaylık araçsallaştırılan bir bünye, kendisini araçsallaştıran irade nasıl dönüşmesini istiyorsa, nasıl görmesini istiyorsa, nasıl yaşamasını istiyorsa o doğrultuda hareket ediyor, hiç bir şeye direnemiyor. Kolaylıkla araçsallaştırılabilen, sömürgeleştirilebilen bir bünye, bir toplum, bir kültür hayatın her alanında mülksüzleştirilebiliyor. Kendisine ait özgün/ bağımsız bir dil’e, bilgiye, kültüre sahip olamıyor. Bugün, biz Müslümanlar, neyi kaybettiğimizin farkına varmadan, sanki hiçbir şey kaybetmemiş gibi hayatlarımızı büyük sıradanlıklarla, büyük sürülerle sürdürmeye devam edebiliyoruz. Hakikat bilincinin kaybetmeseydik, hayatlarımızı varoluşumuz, mücadelemizi mutlak bir bilinç kaygısı içerisinde geçiriyor olacaktık. Biz bugün, bilinç sözcüğüne / hassasiyetine, eleştiri sözcüğüne ve hassasiyetine, muhalefet sözcüğüne ve hassasiyetine bütünüyle yabancılaşmış bir iklimde yaşıyoruz. Bilinç sözcüğü, eleştirisi sözcüğü, muhalefet sözcüğü, tehdit ve tehlike içeren bölücü sözcükler olarak algılanabiliyor.”

“Karşı karşıya bulunduğu sömürgeci gerçeklikle yüzleşemeyen/hesaplaşamayan, kendi varoluş bilincinin ifadesi olamayan bir toplum ve kültürün hiç bir anlamı olamaz. Bütün İnsani değerlerin/anlamların/bilgeliklerin/ilkelerin kaybedildiği, düşünsel/ahlaki/zihinsel çölleşmenin iç içe geçtiği toplumlarda yaşanan politik tükenişi, politik depresyonu görmek gerekir.”

“Bağımlılıktan, taklitten, kopyadan kurtulabilmek için, düşünen Müslümanların çok büyük bir tarih felsefesi perspektifine, bilinç tarihi perspektifine, entelektüel tarih bilinci perspektifine sahip olarak, tarihte neler olup bittiğine ilişkin çok kapsayıcı, çok ikna edici, çözümlemeler yapmaları gerekiyor. Müslümanların hem içe doğru, hem dışa doğru tarihsel hesaplamalar yapmadıklarını, yapamadıklarını biliyoruz. Müslümanlar, İslam dünyası toplumları, akla/bilgiye/dünyaya/tarihe/felsefeye/düşünceye yabancılaştıkları ve bütün bunları tahfif ettikleri günden bu yana, dünya vizyonlarını ve misyonlarını bütünüyle kaybederek tarihin nesnesi haline geldiler. Bizim bugün yaşadığımız düşüşün asıl nedeni kendi ölümcül zaaflarımızdandır. Başkalarını suçlayarak, emperyalistleri/ sömürgecileri suçlayarak, bu zaaflarımızı örtbas edemeyiz. Bugün, içe doğru hesaplaşma, dışa doğru (Batı’ya yönelik) hesaplaşmadan çok daha önemlidir. Toplumlarımız bugün, hâlâ kendilerini etkisiz kılan, edilgin kılan, etkisizliği kader haline getiren, edilginliği kader haline getiren, dini popülizm ve politik popülizm uyuşturucuları almaya devam ediyor.”

“Mutlak bilinci seçmek tam ve eksiz bir kendilik ve sahicilik ister. İslami bir mücadele, önce zihinsel mücadele, statükonun akışına karşı düşünmeyle başlar. Statükoyla birlikte sürünmek, büyük bilinçsizliğin, büyük sürünün bir parçası olmak demektir. Sıradanlığı seçmek, kolaycılığı seçmek, rahatı seçmek, hakikate ve mücadeleye yabancılaşmakla sonuçlanır. Geleneğin, göreneğin, konformizmin zincirlerinden bağımsızlaşmadıkça bugünü etkileyecek hiç bir şey yapamayız.”

“Zulme, adaletsizliğe maruz kalanların, zulme ve adaletsizliğe rıza göstermeleri beklenemez, zulme ve adaletsizliğe maruz kalanlar elbette muhalefetlerini; rahatsızlıklarını, öfkelerini dile getirecek, elbette direnişe geçecekler. Günümüzde gelenekçi, teslimiyetçi unsurlar her durumda ‘ne yapabiliriz ki’, biçiminde mazeretler üretirler; direnişçiler ise, her şartta yapabileceğimiz şeyler var diyerek eylemlerini sürdürürler.”

Anlıyoruz ki “muhafazakâr devrimcilik” yolunun bu salim düşünceler ve davranışlar üzerinde olması gerekiyor. Çünkü devrimci, zihin sömürüsü kurarak ve sömürgeci gibi davranarak iş yapmaz. Devrimci, insana düşman, düşünceye düşman, akla düşman, bilime düşman olmaz. Muhafazakâr yani dindar, mütedeyyin insanlar bir tek Allah’a kulluk eder ve sadece ona taparlar. Gerçek inançlılar; -kim yaparsa yapsın- yalanı, hırsızlığı, yolsuzluğu onaylamaz, zulme rıza göstermez. Zira İslam demek, neticede adalet demektir. Atasoy Müftüğlu, okunmaya değer düşünce yazılarıyla, gençliğe muhafazakâr devrimciliğin yolunu göstermektedir.

Kaynak: 1-https://iktibasdergisi.com/category/genel-kose-yazilari/atasoy-muftuoglu/

              2-http://www.iktibascizgisi.com/hakikat-bilincinin-kaybi/

Yorumlar (0)
12
az bulutlu