banner4
29.04.2022, 09:58

MAVERDİ’NİN SİYASETNAMESİ 


Mâverdî’nin (972-1058) siyaset ahlâkı üzerine olan kitaplarından birisi “Mâverdî’nin Siyâsetnâmesi”dir. Toplumun iyiye yönelmesi, ancak yöneticilerin iyilik ahlâkı üzerinde bulunmalarıyla mümkündür. Maverdi’ye göre insan, kendisi hakkında ahlâkını denetlemeyi ihmal ederse, kötü huylarından hoşlanmaya başlar. Zira insanda nefsin arzuları (hevâ olan şeyler) aklın görüşlerinden daha baskın, nefis ise düşmanlardan daha zâlimdir. Kendini beğenme ve kibir özellikle yöneticilerde yetki sahibi olmakla, verdiği emri güç unsuru ile zorla uygulatabilmekle ortaya çıkar. Maverdi’nin kitabında açıkladığına göre, hükümdarlarda kibrin oluşmasına bir sebep de yalan söylemeyi ve münafıklık yapmayı ticaret malı hâline getirmiş, çevresini aldatarak ‘hükümdara övgüler yağdıran yağcıların’ toplumda fazla bulunmasıdır. Bu tür yağcı kimseler, nifaklarına bir pazar, yalanlarına bir onay bulunca, ahmakların vicdanlarına ulaşırlar ve böylece övgüyü bir vasıta yapıp, buna karşılık bazı rütbeler elde ederek, dünyalık bir bedel, mevki, unvan alırlar. İşte bu nedenlerle hükümdar, bu kötü huylulardan uzaklaşıp, iyi olan şeylerin ne olduğunu ona söyleyecek doğru sözlü insanlara değer vermek zorundadır. Mâverdî bu konuda şöyle der:
“Kişinin, kendisini oyuna getirmek için yağcılık yapanlarla, samimi olarak öğüt veren doğru sözlü vefakâr kimseleri birbirinden ayrı tutması gerekir. Bunlar, onun iyi işlerinin aynaları ve gözleri mesabesindedirler. Şayet o bunu ihmal edecek olursa, kendisini kandırmış, aklına karşı ikiyüzlü davranmış, doğru sözlü ve vefakâr insanları bozmuş, münafıklık ve yağcılığın destekçisi hâline gelmiş olur. Bu da sonunda ona zarar verir, arlanma ve kınanma getirir. Bu gibi hususlardan en çok sakınması gereken kişiler hükümdarlardır. Zira hükümdarların huzuru, malların iyi gittiği bir pazar gibidir. Huzuruna giren herkes söz ve davranışıyla sadece ona yakınlaşmak ister. Onlar hükümdarın, arzularının onaylanmasını beklediğini, methetme ve övgüyü sevdiğini bilirlerse, yağcılık yapmayı onun huzurunda pazarlanacak en kârlı mal ve kendilerini ona yaklaştıracak en elverişli vesile sayarlar. Bu yüzden o, kınanacak bir iş yaptığında kınama yerine övülmesini övgü, bir kötülük yaptığında da bu kötülüğü güzellik olarak algılamaya başlar. İşte bu, hükümdarın korunması ve sakınması gereken bir şeydir.”
Mâverdî’de “adalet düşüncesi” siyasette en önemli temeldir: İnsanları iyi ve güzel olana teşvik edecek rağbet, korkutma ve insaf arasında bulunan rahbet neticesinde, adalet fikri ortaya çıkar. İktidarlar, küfürle devam edebilir, fakat adaletsizlikle, insafsızlıkla ve zulümle devam edemez. Bu noktada aklın dinden önce geldiğini savunan Mâverdî, adaletin işlevinin siyasal barışı ve ülkede bayındırlığı kurmak olduğunu; farzları terk edenin kendisine, ülkeyi adaletsizce yönetenin insanların hepsine zulüm ettiğini söyler: 
“Hükümdar, verilen görevin ağırlığını taşıyamayacak ve atandığı işin yükünü kaldıramayacak kimseye ‘aracı sebebiyle veya hatır sayarak’ görev vermekten sakınsın!
Hâkimler; hüküm vermenin kendilerine bırakılması sebebiyle adaletin terazileridir. Mazlum, zalimden gördüğü haksızlığın önlenmesini; zayıf, güçlüden hakkının alınmasını yalnız onlar vasıtasıyla ister. Şayet bunların takvâları az, tamahkârlıkları çok olursa, uydurma hükümlerle adaleti öldürür; uydukları nefsânî arzuları ile hakları kaybettirirler. Denilmiştir ki en kötü şey, yargıçların aptallığı ve yöneticilerin zulmüdür.”
Mâverdî’ye göre insanların ihtiyaçları nedeniyle birbirinden faydalanmaları, daha iyiye ve fazilete varma mücadelesi şeklinde olmalıdır, yoksa kıskançlıkla başka insanları rezil etme ve onların kaybetmelerini isteme şeklinde değildir:  
“Birbirine denk kimselerin kendi faziletleri konusunda yarışa girmelerinde hiçbir sakınca yoktur. Çünkü hayırda yarış, faziletli kişiye zarar vermeksizin daha faziletli kimselere benzeme gayreti göstermektir. Haset ise zarar vermeye yöneliktir. Zira hasetçi, faziletli insanın faziletini kaybetmesini amaçlar. İşte hayırda yarışla, haset arasındaki fark budur.
Mâverdî’ye göre sosyal sorunların çözümü noktasında “içtihat” yeterli olmayan kişilere bırakılırsa kargaşa ve fesat çıkar, ehil olanlar da bundan kaçınırsa ilim ve hikmet yok olur:
“Bir atasözünde şöyle denilmiştir: Kapatılması zor hiçbir kapıyı açma, geri çevirmekten aciz olduğun hiçbir oku atma, düzeltmesi seni yoracak hiçbir şeyi bozma, açması seni çaresiz bırakacak hiçbir kapıyı kapatma.”
Mâverdî hayatta mutlak iyi veya kötü insan bulunmadığını düşünür. Erdemli, faziletlerinin; kötü ise rezilliklerinin baskın olduğu kimsedir. Esas övgüye lâyık olan, kişinin kendi çabasıyla elde ettiği erdemlerdir. Devlet yönetimi düşüncesinde, hükümdarların Allah’ın değil, Peygamber’in halifesi olduğunu söyleyen Mâverdî, siyaset kültüründe halifenin hem ‘Allah’ın gölgesi olduğu’ ideolojisini, hem de ‘yanılmaz kanun koyucu olduğu’ fikrini reddeder:
“Sana işler karışık gelip çoğunluğun tavrı sana karşı değiştiği zaman, akıllı kimselerin görüşüne başvur, âlimlerle istişareye sığın, doğru yolu sormaktan çekinme, yardım istemekten kaçınma. Çünkü senin doğruyu sorup güvende olman, başına buyruk hareket edip pişman olmandan daha iyidir!”
Mâverdî’ye göre halife, seçimle iş başına gelmeli, hukuka uymakla mükellef olmalı ve yeri geldiğinde görevinden azledilebilmelidir. Melikin, adam kayırmaksızın ve haddi aşmaksızın ihtiyaç sahiplerine bağış yapması takdir edilebilir; ancak hazine malını hesapsız dağıtması ve haksızlık yapması haram ve israftır:
“İnsanlar arasında hükümdarın elindeki malları hak etmediği ve gayret göstermeden kazandığı düşüncesi yaygınlaşırsa bu durum, bağış ve yardım isteyenlerin hırslarını kamçılar. Karşılıksız yardım talep eden gruplar, meslek edinme zahmetine katlanmak yerine, (hak etmediklerini isteme) suçunu işleme alçaklığına düşerek hükümdara yönelirler. Hepsinin isteklerini yerine getirmek isterse, emellerinin sonsuzluğu ve beklentilerinin büyüklüğü sebebiyle buna güç yetiremez. Şayet güç yetirebilecek olsa, taraftarlarının çalışma gayretini bozmuş olur. Aynı zamanda onların niyetleri bozulmuş olur. Çünkü o bağış konusunda, taraftarlarını kendileri gibi çalışmayan ve onların yerini dolduramayacak kimselerle bir tutmuştur.”
Mâverdî fakirleri korumak ister, kaynakların tahsisinde adil gelir dağılımı ilkesine önem verir. Gresham Kanunu olarak bilinen “Kötü para, iyi parayı kovar” kuralını çok önceden Mâverdî söylemiştir:
“Hükümdarın göreve getirdiği kişilerin haklarını koruması gerekir. Başarılı olmaları hâlinde gerekli terfilerini yapmalıdır. Bunun olmaması durumunda ‘kötü paranın iyi parayı piyasadan kovması’ gibi kusurlarını gizleme becerisi olan ehliyetsiz kişiler, başarılı görevlilerin devlet işlerinden uzaklaşmalarına neden olabilirler. Başların kuyruk, kuyrukların baş olduğu bir ülkede hayır yoktur.
Mâverdî kamu gelirlerinin harcanmasında adaleti, insanlara davranışta hakkaniyeti, insafı, ölçülülüğü, devlet makamlarına atanmada liyakati, devlet işlerini görmede ise şeffaflığı ve dürüstlüğü önemser:
“Hükümdar, şayet çalışanlarının bozulma nedenlerini ve âfet sebeplerini fark ederse, bozulmaya yol açan bu nedenleri araştırıp inceleyerek sona erdirir, zayıflık doğuran sebepleri açığa çıkarıp bunlardan haberdar olmak suretiyle ortadan kaldırır. Bunu sorunların kaynaklarını düzeltmek ve ihmalin sonuçlarından emin olmak için yapar.
Hükümdar halkın ahvâlini takip etmelidir. Her şeyden önce açgözlü olmayan, dürüst ve emin kişileri göreve getirmelidir. İdarecilerin halka nasıl muamele ettiklerini sürekli takip etmeli, halkın şikâyetlerini kendisine ulaştırabilecekleri kanalları sürekli açık tutmalıdır. Kendisine ulaşan haberleri dikkatlice sorgulayarak yalanı doğrudan ayırmalıdır. Her türlü haberin hükümdara ulaşabileceğini bilen idareciler neticede halka karşı muamelelerinde daha dikkatli olurlar.
Hükümdar çalışanlardan birinde kasten yapmadığı bir kusur veya ihmal görürse, ona güvenmeye devam eder; ömrünün hatasını yapmış gibi onu cezalandırıp kaderin önüne çıkardığı engellerden dolayı onu sorumlu tutmaz. Denilmiştir ki hangi âlim sürçmez, hangi keskin kılıç körelmez, hangi yarış atı tökezlemez? Sebepleri ortaya çıkmış ve delilleri açık bazı engeller, memurlardan birini hizmetten alıkoymuşsa, hükümdar onu gücünün yetmediği şeylerle yükümlü tutmaz. Bazı engeller, hükümdarı bile kendi haklarına ulaşmaktan alıkoyabilir. Dostlarını ve memurlarını nasıl alıkoymasın?
İnsanlar arasında dedikoduculuk ve koğuculuk yapmak çok kötü bir ahlâktır. Bunun devlet yönetiminde mevki kapmak amacıyla ve kişisel ihtiraslar yüzünden yapılması ise ülke insanları arasında onulmaz yaralar açar. Mâverdî sözünü şöyle tamamlar: 
“Hükümdara yaraşan işlerden biri de, çalışanları hakkında asılsız haberleri kabul etmekten kaçınmaktır. Zira böylesi bir kabul, samimi olanları yalnızlığa iter, hainleri sevindirir ve asılsız haber verenlere rüşvet kapılarını açar. Bilinmeli ki asılsız haber veren kişiyi bu davranışa, sultana karşı aşırı samimiyeti sevk etmemiştir. O bunu ya hakkında haber verdiği kişiyi çekemediği için ya da dilediği bir yolla ondan intikam alıp sultan nezdinde iyi bir mevki elde etmek için yapmıştır. Böylece o, hükümdarı kararsızlığa ve şüpheye düşürür. Nihayet hükümdar, güvenilen bir kimseyi hain, iyilik yapan bir kimseyi de kötülük yapan bir kimse sanır. Sonuçta haber getiren, haber ulaştırdığı kişiye, hakkında haber uydurduğu kişiden daha çok zarar verir.” 
Netice itibariyle “Mâverdî’nin Siyâsetnâmesi” kitabının önsözünde denildiği gibi insanlar ve devletler, ürettikleri kültür ve medeniyet değerleriyle ölçülür. Aydınlık bir geleceğin inşâ edilebilmesi, insanlığın ortak değeri ve mirası olan kültür değerlerinin geliştirilmesiyle mümkün olur. İnsanlığa karşı en büyük sorumluluk, insan onurunun koruması, iyi ve güzel ahlâkın kültürel miras olarak gelecek nesillere aktarılmasıdır.

Kaynaklar: 1-Dürerü’s-Sülûk fî Siyâseti’l-Mülûk (Mâverdî’nin Siyâsetnâmesi Hazırlayan : Prof. Dr. Abdüsselam Arı)  2- https://islamansiklopedisi.org.tr/maverdi

Yorumlar (0)
12
az bulutlu