banner4
12.07.2020, 16:48

KUŞÇUBAŞI EŞREF PAŞA VE EMİR ERİ SUDAN’LI ZENCİ MUSA

Önemli gündemlerimizden birisi Libya ve Afrika olunca, bu hususlarla ilgili tarihimizde yaşanmış olan bu 2 kahramanla ilgili kahramanlık ve fedakârlığı, bu makalemde yazmak istedim.

Kuşçubaşı Eşref yada Eşref Paşa Osmanlı Paşalarındandır, 1873’te İstanbul’da doğmuş, 1964’te Söke’de 91 yaşında vefat etmiştir. 1898’de Teşkilat-ı Mahsusa’yı kuran ve ilk Reisi olan kişidir.

Kuşçubaşı lâkabı ile anılmasının nedeni, kuş beslediğinden vs değildir. Bu lâkabı ilk dillendiren araplardır. Eşref Paşa’nın herşeyden haberinin olması ve hemen tedbir alması, arapları şaşırtmaktadır ve galiba bu paşa kuşların dilinden de anlıyor ki, bu kadar gizli bilgileri kuşlar ona söylüyor diye inanırlar. Uçan kuştan haberi var diye de onun için söylerler. Zaman için de sadece Araplar değil, işgalci İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar da Eşref Paşayı merak ve korkuyla ve birazda gıbteyle anmaya başlarlar. 

Kuşçubaşı lâkabı verilmesinin başka bir nedeni olarak da, babası Mustafa Nuri Beyin Sultan Abdülaziz’in kuşçubaşısı olmasından dolayı olduğu da söylenilir.

Daha sonra “Sencer” soy ismini alacaktır.

Sudan’lı Zenci Musa ise, 1911’de Trablusgarp’ın İtalyanlar tarafından işgali nedeniyle Sudan’dan Libya’ya gönüllü olarak gelip Osmanlı ordusuna katılan, 2 metreden uzun boyu, iri cüssesi ve sağlam imanıyla samimi bir Osmanlı askeridir. Devletine milletine bayrağına sadakati eksiksiz, imanı tamdır.

Eşref Paşa ile Sudan’lı Musa’nın yolu işte burada, Trablusgarp’ta kesişir.

Ordudaki canla başla çalışmaları, savaşlarda gösterdiği kahramanlıklar, aldığı emirleri tam ve zamanında yerine getirmesi, yorulmak usanmak bilmemesi herkesin dikkatini çeker. Neticede Eşref Paşa’nın emir eri ve en iyi adamlarından da birisi olur. 

1. Dünya Savaşı yıllarıdır. Bir akşam Eşref Paşa’nın İstanbul’daki evinin kapısı çalınır. Gelen Enver Paşa’dır. 

Enver Paşa, Hicaz bölgesinin bir kısmının (şimdiki Arabistan’ın kuzey bölgelerinin) İngilizlerce ele geçirildiğini, isyancı şerif Hüseyin’in ikna edilerek ona kurdurulan derme çatma orduyu da kullanarak, İngilizlerin Hicaz bölgesinde ilerleyeceklerini anlattıktan sonra, kendisinin Yemen’e giderek burada bir ordu kurup İngilizleri ve Şerif Hüseyin’i güneyden sıkıştırıp yok etmesini ister. Enver Paşa bunun için asgari lazım olan 300.000 altın hazırladığını, bunu da kendisine, Yemen’de yeni kuracağı ordu çalışmaları için vereceğini söyler.

Eşref Paşa önce bunun imkansız olduğunu söyler. Çünkü yemene kadar olan tüm bölgeler İngilizlerin işgali altındadır. Hele çok büyük bir para olan 300.000 altınla Yemen’e kadar ulaşmanın zaten mümkünatı yoktur. Her tarafın İngiliz işgali altında olmasının yanısıra, başta lawrence gibi adamları olmak üzere İngiliz istihbaratı da her yerde iyi çalışmaktadır.

Neticede gecenin ilerleyen saatlerinde Eşref Paşa ikna olarak görevi kabul eder. En iyi 70 adamını çağırır, bunlardan biri de Sudanlı Zenci Musa’dır.

300.000 altın, 70 adamına belli ölçülerde dağıtılıp, Medine’de kuşatma altında bulunan Fahrettin Paşa’nın karargahında buluşmak ümidiyle, herkes hellaleşip ayrılırlar ve dağılırlar İstanbul’da.

Aylar sonra, herkes sağ salim Medine’de Fahrettin Paşa’nın karargahında buluşurlar.

Buradan sonraki kısım daha da tehlikelidir. Hem İsyancı Şerif Hüseyin’in 10.000 kişiye ulaşan ordusu, hem İngiliz orduları ve hem de İngiliz istihbaratı heryerdedir ve üstelik konudan da haberleri çoktan olmuştur.

Medine Komutanı Fahrettin Paşa’nın uyarılarına rağmen, Eşref Paşa ısrarcıdır, bir görev aldım, söz verdim, ne pahasına olursa olsun görevimi tamamlayacağım der ve yeni bir plan yaparak yola çıkarlar.

Yeni planın başrolünü Sudan’lı Zenci Musa’ya verir. Onun rolü, çölde bir deve çobanı rolüdür, develer alınır. Zaten Zenci bir Afrikalı olduğundan dikkat de çekmeyecektir. 300.000 altının neredeyse tamamına yakını da kendisine teslim edilir.  Diğer taraftan Eşref Paşa bilmektedir ki, isyancı araplar da, İngilizler de kendisinin peşindedir.

Neticede, bir bakıma devletin bekası ve kutsal hedefine ulaşmak için kendisini yem etmiştir Eşref Paşa. Yakalanır, esir düşer. Ama zenci Musa ve birkaç arkadaşı hedefe varıp, Yemen’de Sana vadisindeki Osmanlı birliğine sağ salim ulaşıp, hükümetin emrini de ileterek altınları komutana teslim ederler.

Eşref Paşa yakalanıp esir edildiğinde, günlerce kan revan içerisinde yürütülerek bir çadıra getirilir. Bu berbat halde ve yürütülerek getirilmesinin nedeni, İngilizlerin duyduğu hınç ve öfkenin yanısıra, bu haliyle tüm güzergah boyunca arapların görmesini sağlamak suretiyle, efsaneleşmiş bir Osmanlı subayını gözden düşürmek ve kendilerinin (İngilizlerin) kudretini araplara göstermektir.

Getirildiği çadırda onu karşılayan ve sorgulayan İngilizlerin ünlü casusu “Arap Lawrence“ lakaplı ünlü Lawrence’dir. Sorgulama safhasında Lawrence, Eşref Paşa’yı yakından görünce, sizinle daha önce de bir yerlerde karşılaştık mı diye sorar. Evet karşılaştık der Eşref Paşa. Hicaz’ın falan bölgesinde falan tarihte Osmanlı’ya isyan etmek üzere görüştüğünüz Arap Şeyhi ben idim deyince, Lawrence uyanır ve “demekki sizden öğrenecek daha çok şeyimiz var” der.

Aradan yıllar geçer. Yıl 1920’dir. 1. Dünya Savaşı bitmiştir, İstanbul İngilizlerin işgali altındadır.

Sudanlı Musa da, Eşref Paşa da İstanbul’dadır. Sudanlı Musa yokluklar içerisinde yaşamasına rağmen maaş bağlanmasını da, maddi yardım edilmesini de reddeder. Bu vatan işgal altındayken ve bu kadar müslüman aç-sefil yaşarken bana yardım etmenizi kabul edemem, ama bana bir iş bulabilirseniz çalışırım der.

Karaköy’de Galata Gümrüğünde hamallığa başlar. Birgün oradan geçmekten olan İngiliz işgalci askerleri Musa’yı tanırlar. İşgal Komutanı General Sir Charles Harington’a haber verirler ve işte Yemene 300.000 altını ulaştıran Eşref Paşa’nın askeri olan Zenci Afrikalı bu derler. İşgalci General Harington Musa’yı çağırır ve der ki, bundan sonra bize çalış, ne istersen verelim. Musa’nın cevabı: “benim bir tek devletim var o da Devlet-i Osman-ı Âli, bir tek bayrağım var o da ayyıldızlı bayrağım, bir tek tabi olabileceğim komutanım var o da Eşref Paşa’dır, bana bu teklifiniz beni incitmiştir, asla kabul edemem. Hem daha sizinle işimiz bitmedi. Sizi buralardan da tüm işgal ettiğiniz yerlerden de kovacağız.” der ve dönüp gider.

Bu sıralarda gündüzleri hamallık yapar, geceleri de kurtuluş savaşımıza destek için, Anadolu’ya insan ve silah kaçırılmasında çalışmaktadır. Artık yorgun bünyesi zayıf düşmeye başlamıştır. Ve o devirdeki tıp teşhislerine göre verem hastalığına yakalandığı anlaşılır. Tedaviyi de hastaneye yatmayı da kabul etmez. Gündüz hamallığa, gece ise kurtuluş savaşı hazırlıkları için Anadolu’ya insan ve silah kaçırılmasında çalışmaya devam eder. En sonunda artık yürüyemeyecek derecede kötüleşince Üsküdar’daki Özbekler Tekkesine sığınır ve burada vefat eder. Kabri de buradadır. (Allah rahmet eylesin).

Eşref Paşa ise, Malta’da esaret altında yaşadığı sürgünden kaçarak Anadolu’ya gelerek kurtuluş savaşına iştirak eder.

Muhtemelen dini öncelikleri ve Çerkez Ethem’le hemşehriliği ve ilişkileri yanlış anlaşıldığından ya da şaibeli bulunduğundan (ve hatta kimi tarihçilere göre Çerkez Ethem’le birlikte Yunanlılara sığındığından) olsa gerek ki, kurtuluş savaşından sonra vatandaşlıktan çıkarılan, yurda girişi yasaklanan veya sürgün edilen 150 kişi arasındadır. Çok yıllar sonra Türkiye’ye dönmüş ve memleketi Salihli ve Söke’deki çiftliklerinde çiftçilikle meşgul olmuş ve 1964’te 91 yaşındayken vefatını müteakip de Söke’de defnedilmiştir. (Allah rahmet eylesin).

Neticede bu makalemizde hayatını özetle anlattığımız ve vurguladığımız Afrikalı- Sudan’lı bir Zenci Müslüman olan Osmanlı Teb’ası Musa’dır. 

Musa’nın bu kadar gösterdiği fedakârlık ve kahramanlıkların nedeni nedir? Devletin ve komutanlarının yardım teklifini kabul etmeyip, hamallık yaparak rızkını kazanması nedendir? İngilizlerin cazip tekliflerini reddetmesi ve benim devletim Osmanlıdır, bayrağım ay yıldızdır, komutanım Eşref Paşa’dır, sizinle daha işimiz de bitmedi sizi buralardan kovacağız diye İngiliz işgal komutanı General Harington’a haykırma cesaretini nereden almaktadır?

Bunların cevabı, içindeki kayıtsız şartsız vatan-millet-bayrak aşkı ve sarsılmaz imanı olsa gerektir.

Şu anda ülkemizde, Sudan’lı Zenci Musa’nın yaptığı tüm bu kahramanlıkları ve gösterdiği bu cesaret ve dirayeti % kaçımız gösterebilir?

Diğer taraftan, bugün Afrika’da (halklar nezdinde) bize olan sevgi, saygı ve güvenin nedenlerinin, Sudan’lı Zenci Musa’nın içindeki vatan-millet aşkında olduğu gibi, atalarımızın oralarda bıraktığı adaletli ve imanlı mirastan başka ne olabilir?

Selam, sevgi ve saygıyla!..

Yorumlar (1)
Nurettin Cengiz 4 yıl önce
Emeğinize sağlık Sayın Müsteşarım.Düşündüren ve düşündükçe de dersler çıkaracağımız bir makale.Selam ve saygılar.
12
az bulutlu