banner4
01.04.2022, 14:32

Kur’an’ın Zihin Coğrafyası


Kur’an’ın zihin coğrafyası denilince ilk önce Müslümanın meseleleri anlarken onunla olan ilişkisinden bahsederiz. Bu ilişkinin et ve tırnak gibi olması, Müslümanın zihnini inşa eden unsurların başında Kur’an’ın geldiğini haber vermektedir. Yazının daha başında bu tespitle işe koyulduğumuzdandır, önümüze gelen her durumun bu tespitlere göre irdelenmesi gerektiğini de ortaya koyacaktır. O nedenle Müslümanın zihin haritasının şekli Kur’an’ın zihin haritasının şekliyle uyumludur. Her ikisinin de insanı ve dahi Müslümanı eğiten bir duruma işaret ettiği açıktır. 
Eğitilen Müslümanın hem zihni ve hem de eylemleri başta kendisine olmak kaydıyla bütün insanlığa pozitif katkılar sunacaktır. Bu yüzdendir ki, Müslümanı “dünya ve insanlığın umudu” olarak tarif etmek yanlış olmasa gerek. İşbu ümidin körelmemesi için herkes elinden geleni yapmalıdır.
Söze Aliya İzzetbegoviç’in artık kanun hâline gelmiş olan şu tespitiyle başlamak lazımdır: “Ben olsam, Müslüman Doğu’daki tüm mekteplere ‘eleştirel düşünme’ dersi koyardım. Batı’nın aksine Doğu, bu acımasız mektepten geçmemiştir ve birçok zaafın kaynağı budur.” Buna göre sıradan kalabalıkların hayatı anlamlandırması gereklidir. Ve dahi anlamlandırdığı hayatın ona bir şey katması lazımdır. İşin sırrı “dişil medeniyet” olgusunda gizlidir. Buna göre, içine aldığı unsurları zenginleştirerek yeniden üretebilme yeteneğine bu isim verilmektedir. İslâm ve Osmanlı ve dahi Osmanlı ve İstanbul müziği bu karakterdedir.
 İnsanın hakikati keşfetme arenasında Farabî der ki: “Önce doğruyu bilmek gerekir, doğru bilinirse yanlış da bilinir. Ama önce yanlış bilinirse doğruya ulaşılamaz.” Artık kanıksanmış bir gerçekliğe göre Müslüman coğrafyanın hesaplanmamış sorunları bulunmaktadır. Bunların maliyeti hem devletleri ve hem de halkı yormaktadır. Bu hususta ABD’li sosyolog Wright Mills der ki: “Eskiden din Kilisenin çanlarındaydı, bugün ise her yerde.” İnsanların kendilerini hem dindar ve hem de iyi insan olarak tanımlamaları gerekmektedir. Yahutta başarının devamı adına din olgusunun problem üreten değil, sorun çözen vasfını hayata taşımak elzemdir.
Akıllı insan bazı habercilerden gelecek olanı keşfedebilmelidir. Bozulanı ve inşa edileni de kavrayabilmelidir. İnsanımızın yeni yaratıcılıkların ortaya çıkması adına bazen hayallerle yakın durması elzemdir. Albert Einstein’a göre: “Mantık sizi A’dan B’ye götürür, hayal ise her yere.” Bedük yani büyük düşünmenin biraz da ayakları yere basan hayallerle olduğu besbellidir. Bu meyanda insanın üretecekleri de bellidir. Henry Ford’a göre insanın üretecekleri noktasında ilkokulu ya da “ilk eğitim sahası anne kalbidir.” Ona göre: “Anne kalbi, çocuğun okuludur.” Ve dahi bazı konularda aczini itiraf eden ehliyetini ispat eder. Bu meyanda insan insanın “söz dinleyeni yani kuludur.”
Galiba işin özü şu Arap Atasözünde ifade edildiği gibidir: “Vadi boş kaldığında tilki valiliğini ilan eder.” Haddizatında insana yol açan ve herkesin kendi işine sımsıkı sarılmasını öneren ve dahi fablı merkeze alan tespitte saklıdır. Sonuçta ‘caminin mumunu yiyen kedinin gözü kör olur.’ diyenlere de hak vermek lazımdır. İnsanın bütün çabası cennet ise onun da bazı kazanımları yok değildir. Aklı başında olan insanların bu kazanımlardan uzak durmaması beklenir.
Memleket meselesi denildiğinde ilk önce akla gelen kişiler aydınlardır. O yüzden ülkenin aydınları sağlıklı duruş sergileyebilmeleri konusunda hemfikir olmalıdır. Bizler öteki dünyadaki halimizi düşünmekle işe başlayabiliriz. Herkes şakilesine yani karakter, huy ve mizacına göre iş yapar. Bazı şeyleri yapabilmek için özgür bir ruh taşımak lazımdır. Bu konuda İbn Haldun der ki: “Boyun eğmiş ve kölelik halkasını takmış bir topluluk gördüğünüzde onun hiçbir zaman imparatorluk kuramayacağından emin olun.” Devamında F. Braudel der ki: “Sadece bir uygarlık, başkalarına hayır diyebilen bir var oluştur.” 
Galiba işin özü İbn Haldun’un şu tespitinde saklıdır: “Bir topluluğun dayanışması ve savaşçı ruhu, asabiyeti eğer bir önderden yoksunsa o asabiyye bir hükümdarlığa dönüşemez. Bu nedenle liderin de onu destekleyen güçlü bir taraftar kitlesi bulunmalıdır.” Yine o der ki: “Tarihsel değişim, iktisadi ve toplumsal dönüşümün dinamiğine bağlıdır.” Konu hakkında Hegel de şu tespiti yapar: “Tarihte ‘evrensel değişim ve sürekli gelişim ilkesi’ vardır.” Geldiğimiz bu noktada son söz Halil Cibran’ındır: “Sakın ‘hakikati buldum’ demeyin. Daha ziyade ‘bir hakikat buldum’ deyin.”
Milan Kundera, insan ve toplumların korkularının kaynakları üzerine şöyle değerli tespitleri yapmaktadır: “Korkunun kaynağı gelecekte yatar. Kim gelecekten kurtulmuşsa, korkacak hiçbir şeyi yoktur.”    İnsanları tanımak için onların ne yaptıklarına ve dahi nasıl yaptıklarına bakmak lazımdır. Bu konuda iyi bir gözlemci olan Necip Fazıl şu tespitte bulunur: “Bazı insanlar alçak gönüllüdür, bazıları da alçak olmaya gönüllüdür.” Türkiye özeli için 1988 1 Mayıs röportajında Erol Simavi şu tespitleri yapmaktadır: “Basın için dünyadaki beş büyük kuvvetten birisidir derler. Bu söz Türkiye için geçerli değildir. Hâkimiyet elbette kayıtsız şartsız milletindir. O başka. Ama birinci kuvvet Türkiye’de ordu mu? Hayır… Basındır… İkincisi ordudur… Çünkü orduyu ihtilale basın hazırlar…”
İşin bu noktaya gelmesinde bazılarının planları olsa da işin aslı gereği hakikatin ışığı da yanabilecektir. Başkalarının planları yürürlükte ebediyen kalamayacağına göre, bu konuda ümitsizlik ahlâksızlıkla eşdeğerdedir. Galiba iş biraz da Lukas Notaras’ın dediği gibidir: “Bizans’ta Latin külahı görmektense Türk sarığı görmeyi yeğ tutarım.” O yüzdendir ki iğneli fıçıyı andıran bir coğrafyada bu denli uzun yaşayan bir İmparatorluk kurabilmişiz.

Yorumlar (0)
12
az bulutlu