banner4
11.10.2022, 20:33

Kuantum Mekaniği ve İnsan-04

...

Günlük bilinç boyutunda varlığımızı, devam eden maddesel dünya yaşamındaki edimsel oluşumları, klasik fizik yasalarıyla anlamak olasıdır. Ancak, bireysel düşüncelerimizle oluşturulan dua, niyet ve istem gibi benzeri bir yaratılış işleyişinin çalışma sistemini anlayabilmek için daha güçlü yasalara gerek duyulur. Bu da en küçük parçacıklarla ilgilenen fizik dalı olarak “atomaltı kuantum fiziği” ve üç boyutlu evrendeki tüm bilginin iki boyutlu bir yüzeye kodlanmış olabileceğini öngören “holografik evren” kuramlarının bulunuşudur.

Çağımızın buluşu olan atomaltı kuantum fiziğinin, “her biri aynı şeyden meydana gelmiş, birbirinden bağımsız ayrı, ayrı şeyler değiliz. Tümümüz aynı şeyiz” bulgusuyla birlikte, klasik fizik kuramlarına göre, artık “her şeyin birbirinden ayrı ve bağımsız şeyler olduğu” savı çürümüştür. Aslında, tasavvuf bilgelerinin yüzyıllardır dile getirdiği “her şey ne kadar farklı ve ayrı görünse de aslında aynı salt gerçekten var olmuş ve her şey bu salt gerçeğin/tek olan varlığın farklı görünümlerdir” görüşüne, artık kuantum fizikçilerin bulgularıyla örtüşmektedir.  

İşte tam da bu  nedenlerle, tasavvuf ile uğraşan bilge düşünürler ile çağdaş bilim olarak kuantum fizikçileri, klasik maddeci dünya görüşünün aksine, “evrendeki her şeyin birbiriyle bağlantılı olup birbirlerini etkilediğini, var olan her şeyin tek olan aynı salt gerçeğin farklı görünümleri olduğunu” düşünürler. Onların bulgularına göre “Tek” olan varlık her an devamlı dönüşmek, görünüşü ile yeni bir hal/boyut alarak biri çok göstermek biçimiyle gerçekte çok boyutlu bir yanılsama oluşturmaktadır.

Kur’an, bu durumu bizlere; “... O, her an yeni ve kendine özgü (yeni bir oluş, yaratılış, ayrı bir belirme üzerindedir) bir uygulama içerisindedir. (55/29)” diye bildirmektedir.

Hem atomaltı kuantum fizikçileri, hem de tasavvufçu düşünürlere göre, ya gözleyen ve gözlemlenen, ya da kuantum gözlemci etkisi kavramı gereği birbirlerinden ayrı şeyler olmayıp, aynı “Tek” olan şeyin farklı görünümleridir. Atomaltı kuantum yasalarına göre, gözlemcinin kendisi aslında olayların bir parçası konumundadır. Tasavvufçu düşünürlerin deyimiyle de Allah’ın aynası konumunda bulunmaktadır. Tasavvuf inanışında insanın Allah’ın bir aynası olduğu düşüncesi, atomaltı kuantum kuramının “gözlemci etkisi” kavramına karşılık geldiğini görmekteyiz.

Atomaltı kuantum kuramına göre hiçbir şey, bir diğer şeyden bağımsız değildir. Gözlemci bilincinin, gözlemleneni oluşturması her şeyin kökeninde “salt tek bir bilincin” olduğunu, kuantum etkileşimleri ile açığa çıkan varlık algısının ise, bu “salt zihnin” içindeki bilinç etkileşimleri sonucu oluştuğu anlamına gelmektedir.

Kur’an’ın bu konudaki, “... Nerede (hangi boyutta) olursanız olun, O sizinle birliktedir. Allah, tüm yaptıklarınızı tam anlamıyla görendir. (57/4)” ayetindeki bildirimiyle, Allah’a özgü olan tüm adlarının, anlam, özellik ve kavramlarıyla var olması gerçekte Allah tanımını; “bilinci maddeye çeviren” bir olgu diyerek açıklayan kuantum fizikçiler, yoğun veri yüklü enerji dalgalarının somut ve maddesel dünyaya dönüştüğünü söyleyerek, tasavvuftaki anlatımıyla “misal alemi” denilen “maddesel yaşam boyutunun”, gerçek öz olan “mana alemi” denilen “maddeötesi anlam ve kavram boyutunun” bir yansıması ya da zihinsel bir hayal/içsel boyutu olduğu inanışıyla bağ kurarlar.

Çünkü, maddesel yaşam dünyamızda açığa çıkanlar; düşük hızlardaki anlam yüklü frekans dalgalarının, beş duyuyla çözülmesi sonucunda algılanır olmaktalar, bu biçimde çokluk algılaması oluşarak, kuantum fizikçilerin anlatımıyla insanda gözlemleyen “ben” ve içinde yaşadığı dünya yani “gözlemlenen” kavramı oluşmaktadır. Bu biçimle açığa çıkan her şey, oluşan “çokluk algısıyla” gerçekte “ben”liği oluşturup, kişiyi var sandığı hayal dünyasında, diğer bir deyişle zihinsel boyutunda yaşatmaktadır.

Atomaltı kuantum fiziğinin madde kavramı üzerindeki bu belirlemeleri bilinen birçok şeyi değiştirmiş, bilim dünyasıyla bakış açısı ve ileri görüş sahibi aydın kesimi bu bilimsel bulgu ve belirlemeleri ayrıntılı olarak inceleyip, yeni bakış açısıyla sorgulamaya ve değerlendirmeye başladıktan sonra, bilim dünyası ile dinsel anlatımların aslında evrensel gerçekler konusunda benzer şeyleri, bulunulan zamana göre farklı sözlerle dile getirdiklerini görmekteyiz.

Dinsel metinlerde, o günün ve bulunulan zamanın koşulları algılamaya uygun olmadığı için simge ve mecazlar ile anlatılan, dinin derinlikli anlamlarının, içsel boyutlarına ait doğaötesi bilgiler, çağımız atomaltı kuantum fiziğinin belirlemeleri ile insanı içten inanan kul olmaktan, akılsal olarak görerek, bilerek, tam anlamıyla güvenmiş, dinsel anlamda “ikan eden” denilen “kesin biliş” içerisindeki bir bilinç boyutuna yükseltmiştir.

Çağdaş atomaltı kuantum biliminin, çağlar öncesinden bugüne kadar gelen tasavvuf anlayışlarıyla örtüştüğü konulara ilişkin bu bilgiler, doğru bir biçimde gerçeği arayan, düşünen ve akleden bir insanın, evrensel sistemin çalışma işleyişini anlama ve insanlığın yararına kullanılmasında önemli öğretilerdir.

Fizikte göreliğin ve kuantum mekaniğinin ortaya çıkmasıyla birlikte erişilen bu bilgiler, maddeötesi içerikli esinsel ve sezgisel söylemlerle anlatılan evrenin çalışma tekniği, yaratışın gizemleri ve buradaki doğaötesi olguların daha iyi anlaşılmasını sağlamıştır.

Örneğin; atomaltı biliminin “Tanrı Parçacığı” olarak tanımladığı ve “Higgs Bozonu” diye adlandırılan foton gibi soyut/hiç anlamında olan bir parçacığın, alanla etkileşime girip, kütle kazanıp yoğunlaşması sonucu oluşan atomlarla somut maddenin oluşması olayı, aslında Kur’an da Allah’ın “Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri o şeye ancak Ol! demektir. O da hemen oluverir. (36/82)” şeklindeki bildirimine karşılık gelmektedir.

Çünkü kişinin dünyasında açığa çıkanlar, soyut anlam yüklü frekans dalgalarının, düşük hızlarda yoğunlaşarak kütle kazanıp beş duyuyla somut/var olarak algılanması olgusudur. Bilimsel bulgulara göre, sonsuz hızda “salt tek bir bilinç/tümel bilinç” vardır ve bu bütünsel “Tek” yapı, gözlemlendiğinde ya da etki oluştuğunda, hızını azaltarak özellikleri aracılığıyla algılayan/benlik ve algılanan görünüşleri açığa çıkartıp, varlıkları yani çokluk boyutunu oluşturmaktadır. Gerçek anlamda “Tek” olan varlık, görünüşlerden ve belirmelerden oluşan bu çokluk algısı yanılsamasıyla kendi varlığını, tıpkı Kur’an’da “Ey örtünüp bürünen (74/1)” ayetinde bildirildiği üzere örtüp perdelerken,  aynı zamanda da bu görünüşler/varlıklar aracılığıyla anlamlarını bilinir yapmaktadır.

Bu duruma ilişkin olarak Resulullah’ın bir sözünde şöyle denilmektedir; “Öz olarak ben, hiç anlamında gizli bilgi boyutunda bir hazineydim. Gözlemlenen boyutu bilmekliğim bakımından, bilinmekliğimi istedim. Algılayan ve gözlemleyen bilinçler olarak da insanoğlunu yarattım”

Atomaltı kuantum fiziğine göre tüm evrenin bir bütün yani “tek bir yapı” oluşu, geleneksel tasavvuf anlayışında “Vahdeti Vücud” denilen “Tek Varlık” kavramının bir karşılığı olmaktadır. Buna göre ise evrende her şey, birbirine bağlı canlı bir alan oluşturmakta olup, zihinlerimiz bu alan aracılığıyla her an birbirleriyle ilişki halindedir. Atomaltı kuantum fiziğinin gözlemci etkisi kuramına göre, her şey birbiriyle bağlantılı olduğu için gözlemci, dış dünya olarak gözleneni gözleyerek yani bir tür bilgilendirmek suretiyle etkileyerek değiştirmektedir.

Bu yüzden olaylar üzerinde oluşan tüm düşüncelerimiz, dualarımız, davranışlarımız, istem ve niyetlerimiz enerji dünyasına etki ederek madde üzerinde yoğunluğu oranında düzenleyici ve yapıcı etki oluşturmaktadır. Bu da geleneksel tasavvuf düşüncesindeki yaratma enerjisinin oluştuğu “dua ve niyet” kavramına karşılık gelmektedir.

Bu konuya ilişkin Resulullah’ın bir sözünde şöyle denilmektedir; “Yapılan işler/edimler niyetlere/yönelişlere göredir. Kişi neye niyet/yöneliş ettiyse onun karşılığını alır

Çünkü soyut/hiç olan, bilgilendiğinde yani gözlemlendiğinde, bilimsel anlamda kuantum dalga işlevi çöküşü gereği ışık hızının altına çekilir. Gözlemin yoğunluğu oranında hiç olan soyut dalga alanla etkileşime girip, “Higgs bozonu (Tanrı parçacığı)” kuramı gereği kuantlaşarak, kütle kazanır ve gözlemleyenin yani algı oluşturanın boyutunda somut bir parçacık/madde olarak yerini alır ve böylece o bilinir olur.

Bu konuya ilişkin Resulullah’ın bir sözünde şöyle denilmektedir; “Yerleri ve gökleri yaratmazdan önce Rabbimiz, altında ve üstünde hava olmayan âmâ (hiçlik ve bilinmezlik) boyutundaydı”

Atomaltı boyutu bakımından zaman tek “an” olduğu için, ahiret/bilinç ve dünya/madde diye bir ikilem de yoktur. Aslında ahireti/bilinci de dünyayı/maddeyi de aynı anda yaşıyoruz. Ancak beş duyuyla oluşan zaman ve bulunan yer sınırlamasıyla ve gözlemle oluşan yanılsama sonucu ayrı ayrı şeylermiş/varlıklarmış gibi algılıyoruz. Ancak beş duyu sınırlaması bir biçimde devre dışı kaldığında, bütünün algılayamadığımız kısmının farkındalığına ulaşıyoruz.

Bu durum, tıpkı gökyüzündeki Ay’ın gözlendiği konuma göre farklı olarak, hilal, yarım ay ve dolunay biçimlerinde görülüp, algılanması gibidir. Bütünün, beş duyuyla gözlemlenip, tanık olunarak algılanabilen kesitsel boyutu, varlık için yaratılmış somut bir madde boyutu/dünya, beş duyu kapasitesi yeterli olmadığı için gözlemlenemeyen tıpkı duygu, iç sıkılması, seziş, vicdan ve benzeri kesitler ise soyut, bilinmeyen ve görünmeyen, dinsel anlamda “ahiret” diye adlandırılan ölümötesi bilinçsel yaşam boyutudur. Beş duyuyla algılanamayan ölümötesi bilinçsel yaşam boyutu, aslında varlığın beyin veri tabanının gelen verileri çözebilecek kadar yeterli kapasitesi olmaması nedeniyle bütünden, maddeye dönüştürüp, algılayamadığı biçimsiz, bütünsel ve gizil/soyut veridir.

Dinsel anlamda “ölüm” denilen olay ile de dünya yaşamında ulaşılabilen gelişim oranında “tek” olan salt gözlemciye, bütüne/tümele, öze yani Allah’a geri dönüş yani boyutsal geçiş olayı gerçekleşmekte ve o ana kadar gelişim sonucu oluşmuş veri tabanı kapasitesi üzerinden bundan sonraki gözlem/algılama olgusu gerçekleşerek ölümötesi bilinçsel yaşam boyutu yaşanmaktadır.

Kur’an, bu konuda bizlere; “Dediler ki: Dünya yaşamımızdan başka yaşam yoktur. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman yok eder. Bu konuda onların bir bilgisi yoktur. Onlar yalnızca zanda bulunuyorlar. (45/24)” diye bildirmektedir.

Dünyaca ünlü kuantum fizikçisi Dr. Wolf, modern fiziğin geldiği son aşama bakımından, kuantum fiziğiyle geleneksel tasavvuf anlayışının birbirine olan şaşırtıcı benzerliğini gördüğünü itiraf etmiştir. Kuantum fiziği mekaniğinin tasavvuf anlayış ve öğretileriyle oldukça çok benzeştiği ve örtüştüğünü, kuantum fiziğine göre, evrendeki her şeyin tasavvuf anlayışındaki gibi “Tek” yapı olduğunu, ayrılık ve çokluk algısının ise yalnızca bir yanılsama olduğunu söylemiştir.

Bu nedenlerle, kuantum fizikçileri ile tasavvufla uğraşan düşünürlerin dünya görüşleri gerçekten birbiriyle bir çok konuda ve anlayışta örtüşmektedir. Çünkü atomaltı kuantum fiziği kuramları ile tasavvufla uğraşanların, evrensel gerçeği içten gözlemleyerek, düşünsel olarak ulaştığı doğaötesi belirlemeleri birçok noktada örtüşmektedir.

İnsan, klasik fizik bilgileri ve düz mantıkla düşünürse, bu anlatılanları anlayamaz ve zihinsel bir boşluğa düşer. Anlamak için önce derin düşünmek, akletmek ve hatta akıldan öte sezgi gücüne sahip olmak gerekir. Dünyaca ünlü kuantum fizikçisi Richard Feynman bu konuda şöyle demiştir; “Ben de anlamıyorum, hiç kimse anlamıyor ancak kuram çalışıyor. Kuantum kuramı karşısında şaşkınlığa uğramayanlar, bu kuramı anlamamış demektir.

Tasavvufçu bilgilerin derinsel düşünme ve buluşla, bilimin ise yoğun araştırmalar, incelemeler ve gözlemler sonucunda ulaştığı bulguların ortak noktası, gerçekte var olanın sonsuz ve sınırsız “Tek” bir yapı olduğu gerçeğidir. Kuantum fizikçilerinin tanımlaması ile gözleyen ve gözlemlenen iki farklı ayrı yapı olmayıp, gözlemlenen (yaratılan), algılayanın (gözlemleyenin) bilinç veri tabanı doğrultusundaki algılaması ile oluşan görünüşlerden kaynaklanan bir yanılsama olduğudur. Tasavvufçu düşünürler, çağlar boyu bu gerçeği “alemler (tüm boyutlar) hayaldir” biçiminde anlatmışlardır.

Çağdaş bilimin “Tek” varlık bulgusunu çağlar önce keşif yolu/içsel bulgu ile algılayıp, “Tek”lik gizemine eren birçok Allah dostu bu gerçeği dillendirdikleri için katledilmişlerdir. Bunların en başında ise Allah aşkıyla kendinden geçtiği bir sırada; “Enel Hak (Ben Hakk’ım)” diyen Hallacı Mansur vardır. Hallacı Mansur, sanıldığı gibi ben kişi olarak Allah’ım dememiştir. Aslında Hallacı Mansur’un, “Enel Hak (Ben Hakk’ım)” sözü, Allah aşkıyla kendinden geçtiği bir “an”da kendi edim ve davranışlarını göremez olup, kendisinde olan edimlerin tamamen Allah’a özgü olduğunu algıladığı “an”daki mecazi bir kavrayış durumudur. Bu sözün söylendiği boyut, Allah’ın özellikleriyle kişinin bir algılayış ve kavrayış içerisinde olduğu “Hak” yani “Tek”lik boyutudur. Sözün anlamı, her ne kadar “Ben Hakk’ım” demek ise de, Hallacı Mansur, “Ben Hakk’ım” derken, Hak’tan, Tek’den yani “Tek”lik boyutundan başka bir şey yok demek istemiştir. Çağdaş bilimin bugün ulaştığı bu evrensel gerçek, o günün koşullarında anlaşılamadığı için Hallacı Mansur işkence edilerek öldürülmüştür.

Bugün ise, günümüz insanının çağdaş bilimin ulaştığı bilgi ve bulguları, geleneksel tasavvuf anlayışı çerçevesinde değerlendirerek evrensel sistemi hem kendi hem de toplumun yararına kullanıp, mutluluğa ulaşmaları olasıdır. Bunun içinde birimsel bir varlık olarak insan bakış açısını kökten değiştirerek, evrene, koşullanılmış klasik bakış açısıyla birbirinden kopuk, bağımsız maddesel yapılı bireyler olduğu zannıyla bakmak yerine, gören ile görülenin gerçekte bir olduğu “Tek” bir bilinçle bakabilmesi gerekir. Bunu ise, maddesel dünya yaşamında kişisel bilincin gelişimi sonucu yenilenmeyle oluşacak “yeni bir bakış açısıyla” biçimlenmeyle oluşabilir.

Kur’an, bu konuyu bizlere; “İşte bu örnekleri biz insanlar için getiriyoruz. Onları ancak bilginler (ileri bir bilgi konumunda olanlar) düşünüp anlarlar. (29/43)” diye bildirmektedir.

...

Yorumlar (0)
12
az bulutlu