banner4
16.01.2020, 22:38

“Kötülük Problemi” Üzerine

Felsefe ilminin üstesinden gelemediği problemlerden biri de“kötülüğün niçin var olduğu” ve  “Tanrı’nın buna niçin izin verdiği” konusudur. “Allah kötülüğü önlemeye gücü varsa, hem de iyi ise, dünyada neden bu kadar kötülük var?” sorusuna birçok farklı fikirle cevap verilmiş ancak yeterli kavramsal temellendirmeye tam ulaşılamamıştır.

Kötülüğün sınıflandırılmasında “doğal kötülük” olarak bilinen, yangın, deprem, su basmaları, kuraklık, hastalıklar gibi insanların hayatları ve bedenleri üzerinde ağır etkiler oluşturan kötülüklerde, İslam inancı, doğal kötülüklerinin varlığını “Yaradan’ın yarattığı şeylerde istediği gibi tasarrufta bulunma yetkisi ve yaradılış hikmetigereği” gibi kavramlarla açıklamıştır.

İnsanların en fazla sebep olduğu “ahlaki kötülükler” de ise, öfke ve şehvet duygusu ile yapılan haksızlıklar, eziyetler, işkenceler ve zulümlerle kendini gösterir ki kötülüğe sebep olan şey, “ahlakın eksikliği ya da vicdan yoksunluğu” olarak ifade edilmiştir.

İlk Çağ döneminden Platon, kötülüğü ” iyiliğin yokluğu” olarak tanımlamıştır. Platon “kötü olan şeyleri istemeyiz; iyi olan şeyleri isteriz; ne iyi ne de kötü olan şeyleri ise ‘iyi bir amacı elde edebilmek’ için isteriz” diyerek “niyet” unsurunun önemine vurgu yapmıştır. Nitekim İslam dini de “davranışlar niyetlere göre değer alır” diyerek, Allah rızası ve iyi niyet taşımayan çok iyi bir amelde dahi, kötülük olabileceğine vurgu yapmıştır.

Aristo ise, erdeme özgü olacak iyilik eylemini, “orta olanı seçmek” şeklinde ifade ile “gerektiği zaman, gereken şeylere, gerektiği için, gerektiği kadar” eylemde bulunmak olan “vasat olanın”, en iyi davranışı oluşturacağını söylemiştir.

Orta çağ filozoflarından Augustinus, ‘kötülüğün varlığını Tanrı’ya bir kusur’ olarak atfeden Epikurus’a cevap niteliğinde “İtiraflar” adlı eserinde şöyle demektedir: “Ya Rab, Sen onları yarattın; Sen güzelsin, bu yüzden onlar da güzel; Sen iyisin, bu yüzden onlar da iyi; Sen varsın, bu yüzden onlar da var. Ne var ki onların Yaratıcısı olan senin kadar güzel, senin kadar iyi, senin kadar gerçek değiller. Seninle kıyaslandığında güzellikleri de, iyilikleri de, varlıkları da hep eksik...” diyerek kötülüğü, “Tanrı ahlakından uzaklaşmışlık ve iyilik sıfatlarında eksiklik” olarak göstermiştir. Kötülük genellikle öfke ve şehvet ile ortaya çıktığı için de aynı eserinde, “Sapkınca istemenin (azgınlık, hırs) sonu, şehvet duygusudur. Şehvete tutsak olmak ise alışkanlık yaratır, bu alışkanlığa direnilmezse, şehvet her şekilde zorunluluk oluşturur” diyerek, kötülüğün oluşma sebebine ve ondan uzaklaşmanın önemine değinmiştir.

İyi ve kötü üzerinde ahlak problemine önemli açılımlar getiren bir düşünür de Kant’tır: “Tanrı madem ki insanı özgür yaratmıştır, insana ayrıca hayvan içgüdüleri ile birlikte ılımlı olabilmesi ve anlama yetisinin gelişimi amacıyla zorlukların üstesinden gelebilmesi için duyular da vermiştir. Dolayısıyla insan hem doğası hem de yeteneği bakımından kusursuzdur. Ne var ki yeteneklerini geliştirilmesinden insan sorumludur. Gelişmeye başlamak, ham olan durumunu terk etmekle ve kendini içgüdülerinden arındırmakla olur. Kötülük, ‘iyilik tohumunun işlenmemiş ve eksik bırakılmış halinden’ başka bir şey değildir.” diyerek, insana “aydınlanma ve olgunlaşma” yolunda bir hedef tayin etmiştir. Kant’a göre bir şeyin iyi ya da etik olmasının en önemli şartı “iyi niyette” aranmalıdır. Eylemde “erdemlilik niyetini” esas tutan bir anlayışla Kant: “Bilgelik, her şeyin nihai amacı olan ‘iyiyi istemenin’ uyumuna bağlıdır. Biz eylemde bulunurken, bunun sonucunu her zaman bilemeyiz. Yani, iyilik için yaptığımız bir eylem, kötü sonuç doğurduğunda, bu bizi ‘kötü’ yapmaz. Eylemleri sonuçlarına göre ahlak açısından değerlendirmek, bir hatadır. Ahlaklı eylemin kaynağını, sonuçlar değil, amaçlar belirler...” demiştir. Kant, tüm bu durumu “ahlaki vicdanlılık” olarak ifade ettikten sonra, “ahlaklı vicdan olmadan din, ancak batıl inançlara bağlı bir tapınmadır” diyerek dinin varlık sebebine de vurgu yapmıştır.

İslâm düşünce tarihinde ise alimlerimiz "Allah'ın adaleti ile alemin mevcut durumu arasında bir uyumsuzluk olmadığı" sonucuna varmışlardır. İmam Gazali bu düşünceyi “Var olan alemden daha iyisi yoktur” diyerek açıklamış, daha sonra Batı din felsefesinde Leibniz de aynı fikirle, “Her türlü kötülüğe rağmen, ilahi adalet vardır” şeklinde olayı (teodise) yorumlamış bulunmaktadır.

Kötülüğün varlık sebebi konusunda İslam, kötülüğün “insanın tekâmülüne” hizmet ettiği ve “arınma ile ruhta yükselme sağladığı” hikmetiüzerinden, bir rol vermiştir: İslam dini, insanın, meleklerden farklı olarak, iyi ve kötü arasında serbestçe seçim yapmak suretiyle, melekler üstü nitelik kazanması ya da hayvandan aşağıya düşmesine imkan sağlamıştır.Temiz bir kalp ve salih davranış,Cennet yurdunu mükafat yeri olarak kazandırırken; öfke ve şehvetine (her türlü hırsına) yenik düşen, kendine ve başkasına kötülük eden ve zulmeden ise Cehennem gibi bir ceza yerini karşılık olarak alacaktır. Kötülük düşüncesinde, Şeytana da kıyamete kadar ‘insana teşvikte bulunması’ fırsatı verilmiş olduğundan,insanın bu dünyadaki sınav şekli, ‘kendi nefsine hakim olup olmama’ üzerinden belirlenecektir. İyilik ve kötülükte bulunma konusunda, Allah insanı özgür kılmış, özgür olması nedeniyle de aynı nedenle sorumluluk yüklemiştir. Kötülük olarak görülen acı, çile, bela, hastalık ve ölüm gibi dertler ise isyan edilmediği sürece gelecek hayatıkazanmak için bir vesiledir. Eğer insan bu sıkıntılara katlanabilirse, “ibadet” değerinde bir netice alacaktır.Alimlere göre, Kur’an da “Allah her şeyi en güzel şekilde yaratmıştır” ayeti delil olarak düşünüldüğünde, “herşey, zıttı ile bilinir” hikmeti içinde, kötülüğün varlığı kötülük değil, ama ‘kötülüğü işlemek’ kötülük olarak kabul edilmiştir.

Sonuç itibariyle denebilir ki “kötülük problemi” konusunda, insanın “anlam arayışı” devam etmektedir. İnsanoğlu (Ademoğlu) bu sorunu aşabilmek için iyiliğin ve kötülüğün tartışmasını “metafizik kavramlar” içinde yapmak zorunda kalmıştır. İslam inancı içinde insana düşen “yaradılış gayesine uygun şekilde iyi davranışlar” göstermesi, iyiliğin yoluna yönelmesi ve kötülüklerden uzak kalmasıdır. Felsefenin ve dinin “ölüm” konusundaki düşünceleri birlikte değerlendirildiğinde de, erdemli nice insanın (peygamberler ve filozoflar) bize sonsuz bir hayatı bildirmeleri; her insan hayatının -dünya hayatının geçiciliğini kanıtlarşekilde- sona ermesi; insan ruhunun kısa bir ömrü kabul etmeyerek, sonsuz bir hayat istemesi ve her kış ölen tabiatın -yeniden dirilişi kanıtlar biçimde- her baharda yeniden canlanması, bizi düşündürmelidir ki iyilik eden insanlar, hem bu dünyada (olmasa da) hem de müjdelenen diğer tarafta mutluluğa kavuşacaklardır. Kötülük yapanlarve insanlara zulmedenler ise -Yaradanı ve ilahi yaradılışı inkar ettiklerinden- dünyada iken kendilerine zulmetmiş, öbür tarafta da kötülüklerinin karşılığı olarak, büyük bir azabı hak etmiş olacaklardır.

Yorumlar (0)
12
az bulutlu