banner4
20.08.2021, 00:35

KESİN İNANÇLILAR ÜZERİNE...

İyi bir dünyada yaşadığını düşünenler, bu dünyayı aynen korumak; hayal kırıklığına uğramış kişilerse, bu dünyayı temelden değiştirmek isterler, der “Kesin İnançlılar” kitabı yazarı Eric Hoffer. (1902-1983)

“Delikanlılıktan yetişkinliğe” geçmekte olan gençlerde, taklitçilik, bir lideri takip etmek, mucizelere inanmak, bir grubun üyesi olmak ve kutsal bir amaç uğruna kendi kişiliklerini bir kenara bırakmak gibi eğilimlerin çok etkin olduğunu görmüştür Hoffer. Şüphesiz ki bunun altında yatan neden, hayatın en zor zamanlarında yani gençlikten ergenliğe geçişte, yetişkin sorumluluğunu algılama/kabullenme zorluğu bulunmaktadır.

Hoffer, “Topluma Uyamayan” kişilere olumlu bakmış, onlar hakkında farklı görüşlere sahip olmuştur. “Topluma uyamayan kişilerde” bir atılımcılık ruhu bulunduğunun farkındadır ve bu kişilere fırsat verildiği takdirde en zor olan işleri başaracak yetenekte onları donanımlı görmektedir. Oysa “Topluma uyanlar”, genellikle yetenekleri olmayan, yaratıcı güçleri bulunmayan, kendi yeteneksizliklerinin ezikliğinden kurtulmak için kitle hareketlerinin içinde kişiliklerini eriterek “yıkıcı” olmayı özgürlük sayan kimselerdir, yazara göre.

Şimdi “Kesin İnançlılar” kitabından onun önemli görüşlerini aktaralım:

Kesin inançlılar, “düşmanlığı tahrik etme” yoluyla, dünyayı kendi hayaline uygun bir hale getirmeye çalışan kişilerden oluşur diyen Eric Hoffer, kesin inançlıların kendini adamak, inanç sahibi olmak, birleşmek ve kendinde feragat etmek, güç ve iktidar peşinde koşmak gibi ortak özellikleri bulunduğundan bahseder.

Kutsal amaç varsa, insanlar birleşir: Bir kitle hareketini canlı tutan, “taraftarların birlikte hareket ve nefsinden fedakârlık etme isteği ve eğilimi,” düşünüre göre. Bir ulusun varlığının tehdit altında bulunduğunda ve halkın birlik ve fedakârlık duygulan güçlendirilmek istendiğinde, bütün ulus bir kitle hareketi karakterine bürünecektir.

Bütün kitle hareketleri, taraftarlarında ölümü göze almak ve birlikte eyleme geçmek duygusu yaratır. Ortaya koydukları ve telkin ettikleri öğreti aşırılığı, gayreti, parlak umudu, nefreti ve hoşgörüsüzlüğü körükler. Körü körüne bir inanç ve sadakat ister.

Bir kişinin kitle hareketindeki güç kaynağı, kendi kendisi olmak değildir; güçlü, ihtişamlı ve yıkılmaz bir grubun parçası olmak duygusudur diyen Hoffer, bu açıdan bakıldığında inancı ve imanı “toplumsal bir kimlik kazanma işlemi” olarak gözlemler.

“Bir dinin, ulusun, ırkın, siyasi partinin veya ailenin kaderine olan inanç, insanlığa olan inanç, gelecek nesillere olan inanç, yok edilme durumuyla karşılaşmış olan benliğimizi bu ölümsüz şeye bağlamaktan başka nedir ki? Gözünü kırpmadan ölümün karşısına çıkabilmek için şu veya bu şekilde bir ‘inandırma’ gereklidir. Başarılı bir liderin en önemli başarılarından biri, taraftarlarında muhteşem bir görev yaptıkları hayalini yaratmak yoluyla, ölmenin ve öldürmenin acı gerçeğini maskelemektir,” demektedir.

Hitler “Seksen milyon Alman’a üniformalar giydirerek, onlara muhteşem ve kanlı bir opera oynatmıştır” örneği ile bu görüşünü pekiştirir.

Nefsinden fedakârlık konusunu kitabında ayrıca açıklar düşünür:

Kesin inançlı kişi, kutsal telkinlerle güdülenir: Duygularının ve aklının bulgularına dayanmak ihanet ve kâfirliktir. O, tehlikeden korkmaz, engeller onun cesaretini kırmaz ve çelişkiler onu şaşırtmaz, çünkü o, bu şeylerin var olduğunu kabul etmez.

Hayaller ve boş umutlar birer araç ve güçlü birer silahtır. Canını feda etme duygusunu yaratan şey, sahip olunanlar değil, sahip olunamayanlardır. “Olmayan şeyler”, gerçekten “olan şeylerden” daha yücedir. Nefsimizi savunmak için ölümü göze aldığımız zaman bile çarpışma gücümüz, namus, gelenek ve hepsinin üstünde umut gibi şahsi çıkardan daha manevi şeylerden doğar.

Bir insanı savaşmaya ve ölmeye hazır duruma getirme tekniği, o insanın kişiliğini bedeninden ayırmaktan ibarettir. Diğer bir ifadeyle onun kendi gerçek kişiliğine sahip olmasını önlemektir. Bu işlem, o kimsenin kapalı kolektif bir topluluğun içinde eritilerek o topluluğa uydurulmasıyla; ona hayali bir kişilik tanımak yoluyla; şimdiki zamanın küçümsenmesini ona aşılamak ve onun ilgisini henüz var olmayan şeylere kaydırmak yoluyla; onunla gerçek arasına bir perde (öğreti) germek yoluyla; ihtiraslar enjekte ederek o kimse ile nefsi arasındaki dengeyi önlemek (aşırılaştırmak)yoluyla yapılabilir. Uygulanacak en etkili yol, kişiyi kolektif bir kimlik içinde asimile etmektir. Asimile edilmiş kişi, kendini ve başkalarını birer birey olarak görmez. Kendisine kim olduğu sorulduğunda, onun otomatikman vereceği cevap kendinin bir Müslüman, bir Alman, bir Rus, bir Japon, bir Hristiyan olduğu ya da bir ailenin veya kabilenin üyesi olduğudur. Bağlı olduğu kolektif topluluktan ayrı bir amacı, değeri ve kaderi yoktur ve bu topluluk yaşadığı sürece onun için gerçek bir ölüm yoktur.”

İnsanın kendi için var olma kimliği ne kadar yetersiz ise başkaları gibi olma isteği o kadar artar: Dini ve devrimci heyecanda olduğu gibi aşırı vatanseverlik de, suçluluk duygusundan kaçmak isteyenlere bir sığınak vazifesi görür. 

Peki bu kitle hareketinin özellikleri nelerdir?

Bir öğreti etkili olabilmek için “anlaşılmaz fakat inanılır” olmalıdır. İnsanlar ancak anlamadıkları şeylerden kesinlikle emin olurlar. Anlaşılır bir öğreti güçten yoksundur. Bu kişiler bir şeyi anladıkları zaman, o şeyin doğruluğu ve kesinliği onların gözünden düşer. İman sahibi kişilere, mantıklarıyla değil, kalpleriyle mutlak gerçeği aramaları telkin edilir.

Yazar Hitler’in kutsal lider sayılması için yapılan propagandayı bizlere hatırlatılır:”Hitler’i aklınız ile araştırmayın; hepiniz onu kalplerinizin gücüyle bulacaksınız…”

Kutsal öğreti, birleştirici olmak istiyorsa, bu konuda en iyi hamur “nefret”tir. Nefret, bir insanı kendi kendinden koparıp ayırır ve ona dertlerini ve geleceğini unutturarak onu kıskançlık ve yalnızca kendini düşünmekten kurtarır. O kişinin artık en içten arzusu, kendi benzerleriyle kaynaşıp, ateşli bir kitle haline gelmektir. Ortak nefret, en uyumsuz unsurları bile birleştirir. Bir şeyden nefret ettiğimiz zaman, aynı şeyden nefret eden taraftarları daima ararız.(...)Suçluluk duygumuzu yenmekte en etkili yol, kendilerine karşı suç işlediğimiz kişilerin gerçekten cezayı hak eden, kötü ve hatta öldürülmeye layık kişiler olduğuna kendimizi ve başkalarını inandırmaktır.

Zulme uğrayan kişilerin, hemen hemen her zaman, kendilerine zulmedenlere benzediklerini görmek şaşırtıcı gelmemelidir: Kötü insanlar kötü insanları yaratır, sözü, kısmen şu gerçeğe dayanmaktadır: Kötüden nefret eden kişiler, kendilerini o kötüye benzetirler ve böylece, kötülük devam eder...

Bir kitle hareketi tek vücut olur ve bireylerin benlikleri kitle içinde kaybolur: Bu, hiç utanmadan ve vicdan azabı çekmeden, nefret etme, yalan söyleme, işkence yapma, adam öldürme ve ihanet etme özgürlüğüdür. Bir kitle hareketinin çekiciliği kısmen bu gerçekte yatmaktadır. Orada biz, ‘başkalarının namusunu lekeleme hakkı’ buluruz…

Bütün kitle hareketlerinin övdüğü tek görüşlülük, “itaat” yoluyla olduğu kadar “taklitçilik” yoluyla da elde edilir. Tek başına bir çözüm bulma niyeti, yeteneği veya zamanı olmadığı zaman insan, başkalarını taklit eder: Kendi aklımıza ve şansımıza güvenimiz ne kadar çok azalırsa, başkalarını örnek olarak izlememiz o kadar artar. Yeni bir kimlik arama isteği olmasa bile sadece benliğini reddediş, gittikçe artan taklitçiliğe yol açar. Reddedilmiş benlikte artık, özellik taşıma iddiası kalmaz ve taklit etme eğilimine direnç gösterme de böylece ortadan kalkar.

Tanrı aşkı, din aşkı, millet aşkı, zulmedilenleri korumak aşkı vs. gibi heyecanlar uğruna kan döküldüğünü, şiddete başvurulduğunu ve tahribat yapıldığını gördüğümüz zaman, bu utanç verici hareketlerin suçunu genellikle güç ihtirasına kapılmış liderlere yükleriz. Gerçekte, bu hareketler bir liderin planları değil, o heyecanların doğurduğu beraberliğin sonucunda asil duyguların nefret ve şiddet kalıbına girmesidir. Bir insanı benliğinden sıyırmak bir bakıma onu insanlığından sıyırmaktır. İşkence odası herkesin yapabildiği anonim bir müessesedir.

Hayal kırıklığına uğramış kişilerin karakteristiği olan “kendine güvensizlik” de bu kişilerin taklitçiliğini çoğaltır. Propaganda, başkalarını ikna etmekten öte kendi kendimizi haklı çıkarmaya hizmet eder ve kendimizi bu yolda suçlu hissetmemiz için ne kadar çok neden varsa, yaptığımız propaganda da o kadar gayretli ve ısrarlıdır.(...)Kendimizde bulunup da örtmek istediğimiz kusurları, başkalarında bulup ortaya çıkarmaya çalışırız. Birbirini kontrol etme, gammazlama, casusluk etme, şüpheyle bakma ve kendine şüpheyle bakıldığını hissetme gibi gergin bir hava vardır. Kendilerinin şüpheyle kontrol edildiğini sürekli olarak hisseden yandaşlar, bundan kurtulmak için kendilerinden beklenilen davranış ve fikirleri büyük bir gayretle benimserler. Körü körüne inanış içtenlikle olabildiği gibi, karşılıklı şüphenin bir sonucu da olabilir. Komşusundan korkmak, arkadaşından korkmak ve hatta akrabalarından korkmak bütün kitle hareketlerinde kural haline gelmiştir. Zaman zaman da masum insanlar şüphe mekanizmasının yaşatılması amacıyla, ithama uğrar ve feda edilirler.

Neden sormamak” bütün kitle hareketleri tarafından güçlü ve cesur bir ruh halidir. Kitle hareketinin içinde “Ama neden?” şeklinde bir muhalefet, düşmanları lehinde bir ‘ihanet’ sayılır. Kitle hareketleri için gerekli olan ‘düşman’ her yerde hazır ve nazır tutulur; düşman hem içeriden hem dışarıdan faaliyet gösterdiğinden, onlara karşı dikkatli olmak gerekir: Kesin inanç adamı, devamlı olarak sabotajcıları, casusları ve hainleri kollamalıdır. Eğer hareket bir zorlukla karşılaşırsa, bu muhakkak düşmanın işidir.

Kutsal öğreti, iyilikleri kendine, kötülükleri düşmana verir: Bir kitle hareketi içinde karşılaşılan her güçlük ve başarısızlık düşmanın bir marifetidir ve buna karşılık her başarı düşmanın şeytani planlarına rağmen kazanılmış bir zaferdir.

Bir kitle hareketi sırasında “aydın kişilerin” acınası duruma düşmelerinin nedeni, olumlu gayretleri övseler bile “bağımsız kişi” olarak kalmalarıdır: Bunlar kişisel mutluluğun ve özgür fikirlerin yine de mümkün olacağına inanırlar. Fakat bir defa kitle hareketi yürümeye başladıktan sonra iktidar, bağımsız kişiliğe inanmayan ve ona saygı duymayanların eline geçer.(…)Şu halde yapıcı bir söz ustası, aktif bir kitle hareketi içinde kendini rahatsız hisseder. Kitle hareketinin hızlı dönen çarkları ve ihtirasları onun yaratıcı enerjisini kırar. Bu yüzden, kitle hareketi bir defa yürümeye başladığında o ya kendi isteğiyle bir kenara çekilir ya da bir kenara itilir. Bundan başka, dürüst bir söz ustası, kendi içindeki eleştirme yeteneğini uzun zaman içine bastıramayacağı için, hain durumuna düşmesi kaçınılmaz olur. Olası sonuç ya sürgüne gönderilmek ya da kurşuna dizilmektir.

Daha dün dış düşmana karşı bir ölüm-kalım savaşı için harcanan çaba, bu kez kendi içindeki anlaşmazlık kavgalarına dönüşür, diyen Hoffer’e göre; Nefret bir alışkanlık haline gelir. Artık yok edilecek dış düşmanlar kalmayınca, fanatik kişiler, kendi içlerinden düşmanlar oluştururlar…

Bir gerçektir ki bir kitle hareketi, ne kadar yüce amaçlarla yola çıksa da çoğunlukla sonucu acı bitmektedir: Çünkü kitle hareketinin başrol oyuncuları genellikle insafsız, kendini kusursuz gören, münakaşacı, aşağı ve kaba kişilerdir. Bunlar çoğu zaman, kutsal saydıkları amaç için, akraba ve arkadaşlarını kurban etmeye hazırdırlar.

Düşünür Hoffer, kitlelerin özlemini çektiği özgürlüğün, var olma ve kendini ifade özgürlüğü olmayıp, bağımsız benliklerinden kurtulma özgürlüğü olduğunu şu sözlerle tamamlar: Onların istedikleri vicdan özgürlüğü değil, körü körüne otoriteye inançtır. Onlar eski düzeni, bağımsız ve özgür insanlardan oluşan bir toplum yaratmak için değil, tekdüze bir toplum yaratmak için yıkarlar. Onların ayaklanmaları eski rejimin kötülüklerine karşı değil, zayıflığına karşıdır; onların şikâyeti eski rejimin baskısı değil, toplumu tek vücut haline getirecek bir biçime sokmamış olmasıdır.

Netice itibariyle Eric Hoffer, kitabında Montaigne’nin “Bütün söylediklerim karşılıklı bir sohbettir ve hiçbiri öğüt niteliğinde değildir. Bu kadar serbest konuşabiliyorsam bu, başkalarını kendime inandırmak zorunda olmadığım için” sözünü hatırlatır. O, kitle hareketine uymayanların kişilik özelliklerini daha yapıcı, kitle hareketine uyanların kişilik özelliklerini ise daha yıkıcı bulmaktadır. Çıkarımları önemli sosyolojik tespitler içermektedir. Çarpıcı görüşleri üzerinde düşünmek gerekir.

Alıntı Kaynağı : Kesin İnançlılar / Eric Hoffer/ Kitle Hareketlerinin Anotomisi/ 3. Baskı 2017 Çevirmen: Erkil Günur/ Tur Yayınları

Yorumlar (0)
12
az bulutlu