KENDİ BİRLİĞİMİZİ KURMAYA DOĞRU
Dünyada bugün hiçbir ülke tek başına olmak istemiyor. Başta ABD olmak üzere süper güç denilen ülkeler bile etrafına taraftar toplayarak bir blok oluşturup, kendi kontrolündeki blok halinde hareket etmeye çalışıyor.
Neden?
Bunun birçok nedeni var elbette: Ülkeler fiziken kendilerinden uzak coğrafyalarda söz sahibi olmak için, kendi sözlerini dinleyecek ve dayanışma içinde olacak uzak ticari/askeri/siyasi karakolları olsun istiyor. BM (Birleşmiş Milletler)’de güçlü veya zayıf herkesin 1 oy hakkı var, bu tip uluslarası mecralarda yanında destekçileri olsun istiyor. Uluslararası ticarette kendi mallarını kolay satmak, o ülkelerin mallarını da kolay almak istiyor. Özellikle kendisinde bulunmayan ürünleri kolay ve ucuza temin etmek istiyor. Gerek ambargo gibi yaptırımlarda ve gerekse imtiyazlı ticarette birlikte davranacak partnerleri olsun istiyor.
Dolayısıyla güvenlik, siyasi, askeri, ticari ve sosyolojik birçok nedenlerden dolayı, her ülke kendisine değişik coğrafyalardan partnerler edinmek istiyor.
Türkiye’miz açısından konuya baktığımızda, bu hususlarda bizim ABD, Rusya, Çin, İngiltere gibi ülkeler de dahil, diğer tüm ülkelerden daha avantajlı olduğumuzu görüyoruz.
Nasıl mı?
-Ülkemizin bulunduğu coğrafya nedeniyle Asya-Avrupa arasında bir köprü durumundayız. Modern İpekyolu olarak da adlandırılan Çin-Avrupa Demiryolu Taşımacılığının uygulamaya başlanılmasıyla, stratejik ve ekonomik önemimiz daha da arttı.
-Gerek Rus gazının ve gerekse Azerbaycan gazının ülkemiz üzerinden Avrupa’ya aktarılmaya başlamasıyla, kısmen enerji üssü haline geldik. Buna tekrar işlerlik ve yoğunluk kazandırılacak Bakü-Ceyhan Boru Hattını da ekleyince, bu önemimiz daha da artıyor.
-Karadeniz ve Doğu Akdeniz’deki hakim konumumuz ve boğazlar başlı başına bir önem ve güç katıyor bize.
-Dünyanın en karışık ve zor bölgesi olan Ortadoğu’nun dibinde ve en istikrarlı, en güçlü ve en güvenilir ülkeyiz.
-Müslüman ülke oluşumuzdan dolayı başta Ortadoğu ve Afrika ülkeleri olmak üzere, tüm dünyadaki müslüman ülkeler halkları nezdinde güven ve sempati taşıyan bir ülkeyiz.
-Aynı şekilde Osmanlı İmparatorluğu murisi olarak, atalarımızın adil, liyakatli, merhametli ve her yeri imar etmek anlayışlı yönetimleri nedeniyle, Selçuklu ve Osmanlı’nın hüküm sürdüğü topraklarda bize karşı halen daha devam eden bir güven ve sempati mevcut.
-Bunlara ilaveten Türk Devleti olmamız nedeniyle, dünyanın her yerindeki Türk Devletleri ve Toplulukları nezdlerinde, göreceli de olsa avantajlı bir durumumuz var. Nitekim Türk Keneşi olarak adlandırılan Türk Konseyinde lokomotif ve ana omurga durumunda söz sahibi ve belirleyici ülke pozisyondayız.
-Bu bölgelerdeki ülkelerle kurulan ve geliştirilen ilişkiler sayesinde, elimizin-kolumuzun Uzakdoğudan Afrika’ya, Ortadoğu’dan Latin Amerika’ya, Avrupa’dan Orta Asya’ya kadar bir çok bölgeye uzanabilmesi ve bunun her geçen yıl artarak devam etmesi ayrı bir imaj ve güç katıyor bize.
Belirttiğimiz bu ana avantajlara ekleyebileceğimiz daha onlarca tâli avantajlar da sayabiliriz.
Tüm bunları gözönünde bulundurarak, bunlardan, bu ülkelerle birlikte ne kadar yararlanabildiğimize bakacak olursak, bunun hiç de mütenasip olmadığını anlarız. Yani kapasitelerimize göre kazanımlarımızın oldukça yetersiz olduğunu görürüz.
Peki bunun sebepleri neler diye tahlil edecek olursak, belli başlı sebepler olarak: özellikle 1938’de Atatürk’ün vefatından sonraki dönemlerde sistematik olarak enerjimizin sinsice çalındığını ve iç sorunlarla uğraşmak zorunda bırakıldığımızı, sürekli yapay gündemlerle meşgul edildiğimizi, gerek Ortadoğu ülkeleri, gerek Afrika ülkeleri ve gerekse Türk Devletleri/Toplulukları ile bağlarımızın koparıldığını, ekonomik olarak kalkınmamızın sistemli olarak engellendiğini, içinde bulunduğumuz coğrafyanın bir çok nimetinden (turizm, sanayi, tarım, madenler, denizler, boğazlar, vs) yeterince faydalandırılmadığımızı, kurdukları terör örgütleri ile binlerce canımızın ve yüzmilyarlarca dolarımızın heba olduğunu sayabiliriz.
Ancak son yıllarda geçmişi de telafi edecek şekilde hızlı ve akıllı adımlar atmaya başladığımızı görüyoruz. İşte tam bu noktada, sadece din ya da dil birliğini önceleyerek değil, bunların da üzerinde daha geniş perspektifli ve ekonomiyi önceleyen adımlar atıyor olmamız daha da memnuniyet verici. Çünkü günümüz dünyasının gerçeği bu. Kaldıki güçlü ülke olmak için önce ekonominiz ve savunma sanayiniz güçlü olmak zorunda.
Bu çerçevede;
-Türk Konseyinde (Keneşi’nde) sadece Türkçe konuşan devletlerin değil, kendi talepleriyle girmek isteyen ve şimdilik gözlemci ülke olarak kabul edilen Macaristan ile, yine gözlemci olarak da olsa katılmak isteyen Ukrayna gibi ülkelerin de yer alacak olmaları, (hatta bu ülkelere zaman içinde Bosna-Hersek, Makedonya, Kosova, Bulgaristan, Pakistan, Malezya, Endonezya, Venezuela, Uruguay, Katar, Kuveyt gibi ülkelerin de (meselâ gözlemci statüsünde) dahil edilmeleri isabet olacaktır),
-Ortadoğu’da ve Afrika’da birçok ülke ile geliştirdiğimiz karşılıklı menfaate dayalı iyi ilişkiler,
-Balkanlarda Bosna-Hersek, Kosova, Makedonya, Arnavutluk ile gelişen ilişkilerimiz,
-Tarihi izlerimizin ve soydaşlarımızın bulunduğu Kırım’ın Rus işgali karşısında, bizde gördüğü güç nedeniyle yanımıza gelen Ukrayna ile gelişen siyasi ve ekonomik ilişkilerimiz, (ki biz güçlendikçe ileride Belarus, Moldova, Sırbistan gibi ülkeler de yanımıza gelecektir),
-Komşularımız Gürcistan, Bulgaristan ve Irak’la son dönemde atılan olumlu adımlar,
-Güney Amerika’da Venezuela başta olmak üzere birkaç ülke ile de olsa geliştirilen ticari ve siyasi ilişkilerimiz,
-Soydaşlarımız ve kardeşlerimiz olan Uygur Türklerine karşı yaptıkları soykırıma ve vahşete rağmen, şimdilik bağrımıza taş basarak Çin’le kurulan karşılıklı çıkarlara dayanan siyasi ve ticari ilişkiler ve bu bağlamda günümüzün Mıdern İpekyolu denilen (bizim İstanbul boğazından Yavuz Sultan Selim Köprüsü vasıtasıyla Avrupa’ya bağlanan) demiryolu,
Ayrı ayrı pozitif ve memnuniyet verici gelişmelerdir; ilerisi için de büyük ümidler taşımaktadır.
Tüm bunlar orta vadede (mesela 10-15 yıl içerisinde) belli bir zemine iyice oturtulduktan sonra ve bu aşamada hepsi eş zamanlı takip edilerek, nihai hedefimizin Türk Konseyi (Keneşi) çatısı altında ve alt yapısı/statüsü ona göre dizayn edilmek suretiyle çok daha fazla katılımlarla, AB örneği gibi kendi ekonomik birliğimizi, NATO örneği gibi kendi askeri kurumumuzu vb kurup geliştirdiğimizde ve bir de üzerine kendi ortak paramızı belirlediğimizde işte o zaman bu bloğu yanımıza alarak dünyanın en büyük gücü biz oluruz.
Hayal mi? Hayır kesinlikle değil; mevcut vizyonla ve ince işçilikle çalışmalarımıza bir 15-20 yıl daha kararlılıkla devam edelim, hepsi olur. Ayrıca, bunların tamamının bir hükümet politikası olarak değil, devlet politikası olarak, kararlılıkla ve cesurca sürdürülmesi gerekir.
Unutmayalım ki, başarmak için önce inanmak, sonra kararlı, akıllı ve uzun soluklu çalışmak gerekir..