banner4
06.04.2021, 15:23

Kelime-i Tevhidi (Allah’ın Tek’lik Boyutunu) Kavramak-09

Allah’ın Tek’lik Boyutu” gerçeği ve niteliğiyle ilgili olarak ilahlar içerisinde gösterilen, insandaki bu “heva” kavramına, özellikle “La ilahe illa Allah/İlah yoktur, yalnızca Allah vardır” tümcesinde yok sayılan ilahlar bağlamında bakmak sanırım yerinde olacaktır. Çünkü bu konu özü bakımından kendi içinde “la ilahe/ilah yoktur” derken ilahın niteliğini, yok olduğuna konu oluşturan şeyi; diğer yönüyle “İlla Allah/Yalnızca Allah var” derken de Allah’ın varlığının kesinlik kazanacağı noktanın neresi olması gerektiğini gösteren bir olgudur. Bu bağlamda öne çıkan iki önemli konu, hevanın “ilah” edinilmesi ile Firavun’un “ilahlık” varsayımıdır. Niteliği açısından Firavun’un ilahlığı, hevanın ilahlığının dışsal olarak varlık bulmuş bir biçimidir. “Heva”, eğitim ve arındırma sürecinden geçmeden “ilah” olarak kabul edildiğinde, yalnızca iç dünyada kalmayıp günün birinde doğrudan, ya da dolaylı bir biçimde dışa vurumu söz konusudur. Bu konuya, aslında suçların içsel ve dışsal konumları olarak bakmak gerekiyor. Gerçekten Enam Suresi 6/120 ayeti işte tam burada suçun dışa ve içe bakan iki ayrı boyutundan söz etmektedir; “Suçun açığını (dışsalını) da gizlisini (düşünselini) de bırakın”.

Bu ayetten her ne kadar suçun açık ve gizli olarak işlenmesi anlaşılsa bile, gerçekte ise suçun hem dışsal hem de içsel boyutlarının olduğunu anlıyoruz. Bu anlamda suçun dış boyutta gerçekleşmesiyle, zihinsel, kuruntusal ya da düşünsel olarak insanın iç boyutunda yer edinmesi aynı şeyler değildir. Bunların nitelikleri aynı olmadığı gibi, suçlardan sakınma noktasında taşıdıkları zorluk konumları da aynı değildir. Bu nedenlerle, suçun dışa yansıyan yönünden kurtulmanın, içselden daha kolay olduğu söylenebilir. Suçun herhangi bir edime dönüşmesinden bir şekilde kendisini uzak tutan bir insan, o suçun zihinsel ve düşünselinden her zaman kendisini alıkoyamayabilir. Asıl olan ise, suçun kendisinden daha çok suç olgusundan zihinsel ve düşünsel olarak arınabilmektir. “...Özvarlığı olarak nefsini (ruhunu ve bilincini) arındıran kurtuluşa ermiştir, Şems 91/9” ayetinin içerdiği zorluk olgusu, insanın içsel olarak kuruntusal, zihinsel ve düşünsel anlamda yerleşen kötülüklerden arınma zorluğudur. Gerçekten Kur’an’da hevanın etkini olarak; nefsin, ruhsal ve bilinçsel olgusuna vurgu yapılmaktadır. Yine Bakara Suresi 2/87 ayetindeki; “...Size herhangi bir Resul, hoşunuza gitmeyen bir şey getirdikçe...” biçimindeki bildirim, Allah’ın elçileri kendi hevalarına karşı durarak, toplulukların kabullenmekte zorlandıkları bu bildirimleri duyurduklarında, onların büyüklük, benlik ve yalanlama hatta bazen de elçileri öldürme biçiminde tepki gösterdikleri görülür. Suçun eylemsel, zihinsel ve düşünsel durumu arasındaki farklılıktan hareketle “heva”, insanın ruhsal ve bilinçsel yaşamında ortaya çıkan en büyük suç dürtülerinden birisidir. Çünkü Allah’ın bağışlamayacağı tek kötü edim olan ve “Allah’ın Tek’lik” boyutuna karşıtlık oluşturan şirktir (Kuşkusuz Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz... Nisa, 4/116).Tek’lik” kavramına karşıtlık, dışa bakan boyutuyla dışsal ve maddesel putları kapsadığı, içe bakan içsel boyutuyla da “heva” olarak adlandırılan, içsel, özvarlıksal ve bilinçsel putları içine aldığı düşünüldüğünde, Allah’a ortak koşmak anlamındaki şirkin nedeni olarak hevanın; büyük bir suç niteliğinde olması doğal bir sonuçtur.

Bu nedenle Kur’an’da “heva” hiçbir yerde gerçek müslüman olarak müminlere bağlanmaz. “Heva”, tam anlamda “Allah’ın Tek’lik Boyutuna” karşıtlığa ve inançsızlığa özgü bir nitelik olarak kullanılır. Dolayısıyla “heva” ile “inanç”, özü bakımından bir arada bulunamaz. Sonuç olarak, önü alınmadığı takdirde hevanın varlıksal niteliği, insanı Firavun gibi “İlahlık ve Rablık” varsayımına sürükleyen bir gizilgücü taşıması bakımından, insanın ruhsal ve bilinçsel boyutunu tehdit eden en tehlikeli suç ögesidir.

Kur’an’da sözü edilen Firavuna ve her çağın kendine özgü “heva” sahibi çağdaş firavunlarına bakıldığında hevanın, benlik ve büyüklük içerikli bir kavram olduğu söylenebilir. İşte Saffat Suresi 37/35 ayeti bu durumu; “Çünkü onlar, kendilerine, İlah yoktur yalnızca Allah vardır, denildiği zaman, inanmayıp büyüklük taslıyorlardı” diye bize bildiriyor. Çünkü hem Allah’ın buyruklarına başkaldırdığı için merhametinden uzak tutulmuş, kötülük ve zararlı şeyleri kuruntulayan bir varlık olarak şeytanı, hem de Firavunu yokluğa sürükleyen başlıca nedenin büyüklük ve benlik duygusunun olduğu görülür. Büyüklük ve benlik özü bakımından bir güçlülük ve egemenlik varsayımını öngörür. Özvarlık olarak nefsinin verdiği “heva” dürtüsüyle insan, sahip olduğu maddesel ve ruhsal güzelliklerde egemenlik varsayımında bulunur. Oysaki sahibi olduğu her şey, yaratılış ve yapabileceği gücü vermesi yönüyle Allah’a özgü olduğundan bile bilgisizdir. Ancak kişi kendisine bunları vereni unutmasıyla, var olan güzellikleri ve iyilikleri kendisi yaratıyor gibi davranır. İşte Zümer Suresi 39/6 ayeti bu durumu; “... İşte Rabbiniz olan Allah budur. Kesin egemenlik yalnız O’nundur. İlah yoktur yalnızca O vardır. O halde, nasıl oluyor da doğruluktan döndürülüyorsunuz?” diye bize bildiriyor.

Kur’an’da sıklıkla vurgusu yapılan “Rab’lık” gerçeği aslında insanın sahip olduğu sahiplik kuruntusuna karşı Kur’an’da yer alan en önemli konulardan birisidir. “Rab” sözcüğünün asıl anlamı “sahip” demektir. Örneğin, Arap dilinde evin sahibi anlamında “Rabbü’l Beyt”, mal ve mülk sahibi anlamında ise “Rabbü’l Meta” dizilişleri bunu göstermektedir. Çoğu zaman bu sözcük için seçilen eğitici ve yetiştirici anlamını, “Rab” sözcüğünün bir uzantısı olarak görmek, ilişkili olduğu yan anlamlar olarak değerlendirmek daha uygundur. Çünkü iki sözcüğün üçlü kökleri karşılaştırıldığında, “Rab” sözcüğünün iki kat bir yüklemden, eğitici, yetiştirici anlamında kullanılan “Mürebbinin” ise eksik bir yüklemden türediği açıktır.

Ayrıca “heva” sözcüğü kavramı açısından, gerçekte bilgi karşıtlığı içeren bir kavramdır. Bu durumda, hevayı ortadan kaldırmanın en önemli aracı bilgi ve bilgili olmaktır. Her ne kadar, Japon araştırmacı ve yazar Toshihiko Izutsu bilginin karşıtı olarak Kur’an anlambilimi bakımından sanıyı gösterse de sanı, karşıtı olarak bilginin tam karşısında yer alabilir; ancak sözcüğün bazen tam karşısında yer almayıp, karşıt sözcüğün yanında bulunan karşıtı sayılabilecek başka sözcüklerin olması da olasıdır. Bu açıdan hevayı, bilgiye karşıtlık içeren sözcükler grubu arasında değerlendirebiliriz. Sanı, bir takım bilgi ve bulgulardan hareketle tam bir kesinlikten uzak, doğru ya da yanlışa yüklenilmesi olası bir zihinsel durumun anlatımı olurken, heva bir konuya ilişkin sanı gibi bilişsel bir esasa sahip olmaksızın bilinçsel bir görüşü oluşturmaktadır. Bu nedenlerle hevayı, bilginin karşıtları içinde düşünebiliriz. Çünkü Kur’an’da yer yer hevanın bilgiye ve bilgi edinme çalışmalarına olan uzaklığı ile karşıtlığı anımsatılmaktadır. Örneğin, Kur’an’da Bakara Suresi 2/120, 145; Rad Suresi 13/37; Enam Suresi 6/119; Casiye Suresi 45/18 ayetlerinde; “... Sana gelen bilgiden sonra onların hevasına uyacak olursan” gibi sakındırma niteliğindeki bildirimleriyle hevayı, bilginin karşısına yerleştirmektedir. “İlah” sayılan şeylerin yalnızca sözde birer olgu olduğunu, bu konuda Allah’a ortak koşan müşriklerin varsayıma dayalı bilinçlerinden gelen hevaya uyduklarını belirten Necm Suresi 53/23 ayeti, hevanın varsayım ile birlikte bilginin karşıt grubunda yer alan iki ana olgu olduğunu göstermektedir; “Onlar ancak sizin ve atalarınızın (İlah edindiğiniz şeylere) taktığınız adlandırmalardır. Allah, onlar konusunda hiçbir kanıt indirmemiştir. Onlar (putperestler) yalnız varsayıma ve özvarlıkları olarak nefislerin hevasına uyuyorlar.  Oysaki, kendilerine, Rableri katından yol gösterici gelmiştir”.

Tek’lik bilinci” bağlamında bilgi ve heva üzerine yapılan derinsel okumalardan her bir kavrama ilişkin biri doğrudan, diğeri dolaylı olmak üzere iki kavramın ortaya çıktığını görmekteyiz. Muhammed Suresindeki ayette “Tek’lik bilincinin” bilgiye konu edilişinden dolayı bilgisel bir kavram, söyleniş özelliğinden ise dolaylı olarak bireysel bir kavram olarak ortaya çıkarken; hevanın özvarlık olarak nefse ilişkin bir olgu oluşundan dolayı özvarlıksal bir kavram, hevanın bilginin karşıtları arasında yer almasından da dolaylı bir bilgisel kavram ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bireye özgü bilinç, özvarlık olarak nefisten gelen heva ve bu hevayı ortadan kaldıracak olan bilgi, “Allah’ın Tek’lik Boyutu” algısını belirleyen asıl etmenlerdir. Bu bağlamda, “Allah’ın Tek’lik Boyutunu” ve yanında oluşan inancı, zihnin nesnesi ve sorunu durumuna getirerek kuramsal ve felsefesel bir bakışla yeniden okumak gerekmektedir.

...

 

Yorumlar (0)
12
az bulutlu