banner4
17.08.2021, 21:21

İnternet Ahlâkının Olası Problematiği

İnsanoğlu, merak eden bir varlıktır. O yüzden insanın yaratılış değeri durumunda olan “merak duygusu”, insanın hem yapısında bulunmakta ve hem de insanın öğrenme iştiyakını besleyen bir tarafı bulunmaktadır. Yine bu duygunun insanın geliştirdiği hemen her şeyde katkısı bulunmaktadır. Belli bir dozda ya da yararlı süreçlerde ilerlediğinde merak etme olgusunun hemen her şeyi besleyen bir tarafı bulunmaktadır. Fakat merak duygusunun insana faydası olmayan bir tarafı da bulunmaktadır. Bu aşamadaki merak etme seçeneği, insana katkı vermekten çok, onu sıradanlaştıran bir duyguya dönüşmektedir.

Başka kulvarlarda besleyici değeri olan sanal ortamların tekdüze kullanım gereği “dedikodu özlemi” denilen ihtiyaca cevap verdiği de bilinmektedir. Garip bir şekilde, böylesi ortamların bu amaçlı kullanımı her daim yaygınlaşmaktadır. Haddizatında insanların bu alanda meraklarının olması yadırganacak bir şey de değildir. Ancak bu merakın eğitilmesi ve insan hayatının merkezine yerleşmemesi istenmektedir. Yoksa dedikodu denilen rahatlama biçiminin zaman zaman tercih edilir olması, onun iyi ve faydalı bir şey olduğunu ifade etmez. merkezinde tanıdık duran bu unsurla birlikte yaşamaya başlayacaklardır.

Bazı zamanlarda “meşgul etme, meşgul olma” şeklinde zaman geçirme aparatına dönüşen internet ortamları, süreç sonunda “elde var sıfır” kazanımlı bir eğlence tercihi gibi durmaktadır. Oysaki internet denilen ortamların besleyici vasfı gereği insanları her daim daha kazançlı bir iletişime mecbur ettiği görülecektir. Fakat bu kazanımın olması için, tarafların ne istediğini bilmesi lazımdır. Sadece zaman geçirme ve diğer seçeneklere zaman bırakmama hedefiyle dokunulan bu alanların doğaldır ki insanı besleyen değil daha da bağımlı ve zayıf kılan bir sürece taşıdığı kuşkusuzdur. Bahsedilen tercih sonrasında kendi çapında elde ettiği bir şey varsa da, süreç sonunda elle tutulur bir kazanıma ulaşamayan her bireyin, internet ortamında geçirdiği zamanı yaşamamış sayması daha makbuldür.

Kontrol edilemeyen süreçlerin en tanıdık problemi, mutlak surette “kendini bir şey zannetme” sanısıdır diyebiliriz. Özellikle kişileri esir alan bu sanının genel bilgi ve öznel tecrübe odaklı olanına “bildim delisi olma” adını verebiliriz. Buna göre her şeyi bildiğini sanan kişilerin öğrenmeye mecalleri kalmamıştır. Hatta onlar için sonradan öğrenme tercihi de bulunmamaktadır. Adeta doğuştan gelen bir yetenekle her şey hakkında tatmin edici, kesin, değişmez ve kapsayıcı bilgileri bulunmaktadır. Diyalog veya monolog fark etmeksizin, kim ve ne hakkında konuşulduğuna da bakmadan onların söyleyecekleri pek çok kesin hüküm bulunmaktadır.

İnternet bilgiçlerinin sörf yaparken elde ettikleri kazanımları “bilimsel birikim” olarak görmeleri akabinde, ilgili kişilerde görülen en bâriz vasıf, onları âdeta uçuruma yönlendiren “sahte cesaret” olgusudur diyebiliriz. Yaşayan kişilerin her dem gördükleri gibi, bu kişilerin hemen her konuda son derece cesur ve de pervasız konuştukları mâlumdur. Yine bu kişilerin “uzmanlık” denilen bilişsel odaklanmayı pek bilmediklerinden, kumaş satıcısı ile kumaşı üretenlerin bilgisini aynı kulvarda değerlendirirler. Bilginin tamamının kendilerinin ulaştığı şeyler olduğunu sanmaları neticesinde, uzmanlık denilen kazanımların bunların lügatlarında yeri bulunmaz.

Bazı kişiler için yararından çok zararı bulunan internet ortamlarının zaman zaman “ahlâksızlık” yani kendisi gibi düşünmeyeni “suçlama cesareti” verdiği kuşkusuzdur. Öyle ki belli bir duruşun adamı olmayan bazı kişilerce kendilerine muhalif duran her bilgi ve de sahibi, düşman kategorisinde görülmelidir. Hatta kendi bireysel tatminini ve de kurumsal kazanımlarını deruhte etmeyen hiçbir bilginin “kazanım” anlamında değeri bulunmaz. İster cemaat/tarikat, ister kulüp/mahfil ve isterse de diğer bütün kümelenmelerde olsun, bu tür yapıları hakikatin merkezinde görenler için bundan gayri bir seçenek olması imkânlı değildir. Takım tutar gibi düşünceleri seçen bu kişilerin doğruyu değil, kendilerine fayda sağlayan sözleri doğru olarak gördükleri kuşkusuzdur.

Bilgi elde etmenin farklı bir aracı konumunda olan teknolojik gelişmelerin bazı kesimlerce sadece eğlence odaklı/zevk ayarlı “zaman geçirme” aparatına dönüşmesi sonrasında, sıradan halkın bilişsel düzeyi değil, taraftarlık seviyesinin daha bir sivrildiğine tanıklık etmekteyiz. Hâlbuki internet ortamlarının dünün dünyasında aylarca ve de yıllarca zaman sonrasında elde edilebilecek olan bilgileri, saniye hatta salise sonra önümüze getirmesi akabinde bizlerdeki nitel ve de nicel değişime katkı sunması beklenmelidir.

Bize göre asrın buluşu mâhiyetinde olan internetin ondan yararlanmasını bilmeyenlerce “âdet yerini bulsun” duruşunu beslemesi, her şeyden önce insanlığın geldiği yer ve çabasına ket vurmaktadır. Bu tutumun bazı kesimlerce eğlence sektörüne dönüşmesi istense de, esasında her şeyden haberdar olma vasfına katkı sunması beklenmelidir. Adı geçen buluşu insanlığın daha sistemli/düşünceli hareket etmesi yerine, daha yönlendirilmeye müsait olması üzerinden hayata tutunması gereği, bahsedilen buluşun zaman içinde nasıl da bağımlılığa evrildiği ve dahi zihinsel köleliği beslediği göz ardı edilmemelidir. Yakından bilmediğimiz husus, bunu icat edenlerin bu sonuçları öngörüp öngörmedikleridir.

İnsanlığa katkısı olan her buluşun mutlak surette ilgili buluşu yapanlardan bağımsız olarak “hayrı ya da şerri çoğaltma tercihi” ekseninde kullanılmaya elverişli olduğu bilinmektedir. O nedenle bize ulaşan teknolojik gelişmelerin kullanım amacını belirleyen yine bizim irademiz olacaktır. Buluşun sahipleri tarafından belli bir amaç kodlanmış olsa da, gelinen süreçlerde bu ilk amacın esamisinin okunmadığı süreçlerin yaşandığı açıkça görülmektedir. İster hayrı celbetme noktasında, isterse de şerri def etme aşamasında devrede olan teknolojinin kendisi değil, insanın etkin iradesidir.

Kuşkusuz internet ortamlarının bazı kişilerce “ben de varım/beni de görün” gayretine hizmet ettiği bilinmektedir. Belki de insanların büyük bir kesiminin ihtiyacına karşılık gelen bu yapı, yine de internetin sadece bu amaca hizmet ettiğini öngörmez. Hatta bahsedilen icadın bu meyanda böylesi bir tavrı besleyeceği daha başından bilinmekteydi. Çünkü sıradan insanların bu denli eğlenceli ve bu denli ego besleyici bir pratikten uzak durma seçeneği oldukça zayıftır. Bütün amacı “görünür olmak” isteyen ve bütün gayreti görünmek, fark edilmek beklentisine dayanan kişiler için bulunmaz bir fırsat olan internet ortamları, doğaldır ki, bu tür duyguları da besleyici bir role soyunacaktır.

Biz insanların en beklendik davranışları herhâlde “tanınma/bilinme arzusu”dur diyebiliriz. İşbu arzunun genetik olması, insanın bu arzuyu besleyecek eğilimlere sahip olması anlamına gelecektir. Hatta bu arzunun belli oranlara kadar mâkul bir yapısının da olduğunu söyleyebiliriz. Bizce sorunun başladığı ana nokta, var olan dengenin bozulma aşamasıdır. Bu aşamadan sonradır ki, insanın özeli kalmamakta ve dahi bu isteğin akabinde hemen her şeyin ifşâ edildiği genel bir tanıtıma ulaşması işten bile değildir.

İnternet ortamlarının insan için tedarik ettiği olumsuz kazanımların bir diğeri olan “kolaycılık/beleşçilik” tercihi, zaman içinde üreten kişi ve toplumların dahi tembelliğe düçar olmasına vesile olmaktadır. Gerçi internet ortamlarında geçerli olan farklı bir üretim biçiminden de bahsedebileceksek de, bu aşamada bundan söz etmediğimiz açıktır. Demeye çalıştığımız husus, internet ortamlarının kolaycılık tutumunu beslemesi sonrasında, pek çok insanın işin aslını derinlemesine araştırmadan ziyade, yüzeysel ve dedikoduvârı bilgilerden beslendiği tutumlardır.

Sanal dünya olgusunun daha başından “sorumsuz tutumlar” seçeneğini beslediği açıktır. Zira bu dünyanın bilinen konsepti gereği, doğal muhatapsız çalıştığı, bu durumun da belli bir cesarete kaynaklık ettiği bilinmektedir. Kendi kendisine tatmin aracı arayan bazı kişilerin internet ortamlarında yazışma istekleri, sorumsuz ve de oldukça cesur tutumların âdeta sanal kahramanlara dönüşmesi sürecini tetiklemektedir. Söylediği veya yaptığı şeyin hatta paylaştığı unsurların hakikat olmasından çok, etkin ve dolaşımda olmasına bakan bazı kişilerin, muhataplarının haysiyetlerini düşünme gibi erdemleri göz ardı ettiği sıklıkla rastlanılmaktadır.

Kanaatimiz odur ki, internet ortamlarının kişisel gelişimde en büyük zararının “vefasızlık” üreten bir yapıya taalluk etmesidir. Bu yapının insan nesli özelinde vefa denilen duyguya yabancı bir işleyişi bulunmaktadır. Karşılıklı ilişkilerde hemen her kazanıma dikkat eden bazı kişilerin, böylesi sanal ortamlarda hiçbir değeri önemsemediği rahatlıkla tespit edilebilmektedir. Adına “klavyenin gücü” denilen bir serkeşlikle dikte edilen her cümlenin sadece kişinin bulunduğu yerden fark edilenler olması, gerçeğin farklı açılardan görülenleri de kapsadığı kaziyesini ortadan kaldırmaktadır.

Dünyaya nizam verme göreviyle taltif edilmiş olan insan unsurunun yetenekleri gereği “iğreti dostluklar kurma” tercihinden uzak bir istekle ikili ilişkileri temin etmesi beklenir. Çünkü insanın kalıcı dostluklardan yana ilişki kurabilmesi demek, onun vazifelendirildiği süreçlerde diğer insanlarla hemdem olması gerektiğini ifade eder. Buna göre insanın olduğu her ortamda onun hemcinsleriyle barışık bir hayatı temin etmesi istenmektedir. Ancak bunun yanında insanın iğreti, gelip-geçici, temel ilkelerden yoksun ve paylaşıma kapalı dostluklardan uzak durması beklenir.

İnsanı hem zamanından ve hem de hemcinslerinden uzaklaştıran başat tutum, evvelemirde “ben haklıyım/her zaman haklıyım” bakışının egemen olmasıdır. Özellikle tek taraflı beslenme ve bireysel tatmini devreye sokan internet ortamlarının bu duyguyu besleyici bir hâlinin olması, süreç içinde paylaşım ve hak verme gibi kalıcı değerlerin devreden çıktığını göstermektedir. Mamafih yaptığı her şeyin en doğru hareket olduğuna iman getiren bireyin internet ortamında başkasının sözünü dinleme lüksü olamaz..

Benzer tutum olarak, “ben doğruyum/herkes yanlış” bakışının egemen olduğu her ortamda, kişi ve toplumları geriye ket vuran bir seçim üzerinden bencilce tercihlerin devrede olmasıdır diyebiliriz. Yani, yanlış yapan kendisi olduğu hâlde, âdeta ters yönde ilerleyen şoför gibi “birisi değil hepisi hepisi” şeklinde bir sözü sarf etmesi daha yakından duyulacaktır. Her ne olursa olsun, kendi tutum ve davranışlarını sorgulamayan bireylerin hem kişisel manada ve hem de toplumsal anlamda yanlışlarının farkına varması beklenmemelidir.

İnternet ahlâkının insanın temel kazanımlarıyla çatışan en bâriz vasfının “teşhircilik” olduğu kuşkusuzdur. Buna göre, internette sörf yapan her bir kişi, öncelikli olarak kendi varlığını göz önüne alma iradesiyle iş ve paylaşım yapmaktadır. Arkasından buna uygun olarak seçtiği portal üzerinden her dem kendisini merkeze alan bir tutum içinde olması, bazen son derece özel olan fotoğrafını paylaşmayla, bazen beğenilerini ve bazen de eleştirdiklerini gündemde tutmasıyla kendini göstermektedir. İnternetin her nimetini kullanarak gündem oluşturmaya çalışan bu iradenin, âdeta siyasal süreçleri devşiren ve kendisine müntesip arayan kişilikler olması yadırgatmamalıdır.

İnsan ve toplumların helâkinin “ben artık oldum!” dedikleri aşamayı devreye sokan “kendini sevme/kendine hayran olma” yeterliliğidir diyebiliriz. Bu yaklaşımın devreye girmesi demek, insanların hem yaptıkları yanlışlardan dönme şanslarını kaybetmeleri ve hem de daha doğru olanın tedarikinde isteksiz davranacaklarını açıkça göstermektedir. Bir çeşit bireysel narsizm ile toplumsal kendini beğenmişliğin karıştığı bu evrenin çıkacağı kapının mutlak anlamda ırkçılık ve sınırları yıkan milliyetçilik olduğu şüphesizdir. Elinde olmayan değerlerle övünen bu zihniyetin, zaman içinde kendi oluşumunu vazgeçilmez görmesine neden olacaktır.

Oysaki internet ortamlarının kişi ve toplumlara sağlaması gereken en değerli aşama, “asla ‘oldum!’ deme” noktası olmalıdır. Buna göre kişi ve toplumların sürekli olarak daha iyiyi hedeflemeleri beklendiğinden ötürü, varılan noktanın varılması gereken nokta olmadığının bilincinde olmak lazımdır. Esasında bunca farklı olguları göz önüne çeken internetin bencilce oldum diyenleri engellemesi beklenirken, yazık ki tam tersi kabulleri besleyen bir portala dönüşmüş gibidir. Yine ahlâkî gelişim adına, tıpkı sanattaki gelişimlerin son noktasının olmaması gibi, hiçbir durumda “oldum!” denmez.

İnsan ve toplumların olması gereken kazanımlarına karşı duran en birinci eğilim, “mürayilik/riyakâr ilişkiler” ağıdır diyebiliriz. Bu ağın insan ve toplumu besleyen bir vasfının olması, süreç içinde besleyici değerlerin insan ve toplumu helak edeceği anlamına gelecektir. İkiyüzlü, kibir kokan, dosdoğru olmayı zararlı gören bu bakışın teknik anlamda “nifak” olgusuyla ifade edilmiş olması, esasında bu tutumun beşerin eğitilmesi gereken bir vasfının olması anlamına gelecektir. Tıpkı küfür, şirk ve diğerlerinde olduğu gibi, nifak/mürayilik tercihinin de kendinde olanı mutlak doğru olarak görme seçiminden kaynaklandığı kuşkusuzdur.

İlişkilerin sanal ortamlara taşındığı her noktada karşımıza çıkan ilk yapaylık, kaliteyi değil beğeniyi öne alan “grupça beğeniler” ya da “beğeni” olgusunun motivasyonu durumunda olan istek, arzu ve de meraktır. Oysaki beğeni denilen şey, çok zaman sıradan dokunuşlar, bazen de bizden olanı onaylama gibi bir tercihle ikame olmaktadır. Her iki durumda da kalite ya da olması gereken durum sadedinde herhangi bir olumlu taraf gözlemlenmemektedir. İnsanların başkaları beğensin diye herhangi bir şey paylaşmalarının sağlıklı bir tutum olmadığı, esasında yapılacak olan paylaşımın bazen haber, bazen tutum ve bazen de değer hükmünde kazanımlara vesile olması beklenir. İnternet imkânının ahlâkî edimleri bu denli yakınlaştıran ve paylaşımına imkân sunan bir faydadan çok, kişi ve toplumların egolarını tatminde kullanılması her durumda moral değerler açısında kabul edilebilir değildir.

Nihayetinde ifade edebiliriz ki, internet ahlâkı dediğimiz kurgusal süreçlerde her daim öne çıkan hususlardan bazıları da şu şekilde tanımlanabilir. Bize göre olumlu adımlar yedeğinde her daim kalite ve güven sağlayacak olan hususların başında kalite ve çokluk olgusunun ilişkisinin olmamasıdır. Ancak bu durumun her daim geçerli olmadığı, bazen kalite ve çokluk olgularının yakın ilişkide olduğunu da söylemeliyiz. Mamafih internet ortamlarında bahsedilen hususun mutlak kaziye gibi algılanıp, “çokluğun kaliteli olduğu anlayışı”nın öne çıkması, bahsedilen hatalı takibatın her dem devam ede geldiğini göstermektedir. Oysaki internet ortamlarının kalıcı fırsat sunma adına “kalıcıyı faydalıya dönüştürme iradesi”ni öne alması lazımdır.

Diğer bir deyişle, “kendi kendine gelin-güvey olma” denilen son durağın adı olan bu yaklaşımın, internet ahlâkının yıkıcılığı deruhte ettiği her durumda geçici ve de zararlı olan yönüne işaret etmektedir. Varılan bu noktada devreye giren asıl gerçeklik, “olanın olması gerekenin önüne geçmesi” denilen durumun hâsıl olmasıdır. Tabiidir ki bu noktada devreye gire şey, “değişen zevkler” ve onun devamında “bilme isteğinin dayanılmaz cazibesi” gibi sınırda dolaşan istemlerin olduğu görülmektedir. Bütün bunlar, internet ahlâkı denilen sonradan olma süreçlerin temel ilkeler üzerinden yeniden yapılandırılması gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır.

Yorumlar (0)
12
az bulutlu