banner4
29.03.2020, 17:49

İnsanlık Etkin Bir Sınavdan Geçiyor. Fakat Başarabilecek Donanımları Var Gibi…

Hayatın majör kurumları bulunmaktadır. Din, bilim, felsefe ve sanat gibi. Yine hayatın verili olan değerlerini koruma ve kollamakla hatta saklamakla görevli regülatör kurumları bulunmaktadır. Hayatın “anlam kaynağı” olan din ve yine hayatın mekaniğini görmemize yardımcı olan bilim bu işin başında gelmektedir. Çağımız Müslümanı, çok uzun süreden beri her iki alanda da düşünce üretebilme sorunu yaşamaktadır. Kanaatimizce bu problemin etki alanı da yine Müslümanların “bilgi”ye verdikleri önemle doğru orantılıdır. Bu yüzden de hayatın çeperlerinde dolaşan yasallığı ifade eden bilginin bir “güç” olduğu gerçeğini kabul edip, sorunlarımızı ancak ona başvurarak çözümleyebileceğimiz kanaatindeyiz.

Hemen herkes bilir ki, İlâhî mesajların en önemli niteliği anlaşılır olmaktır. Bu özellik,var olanı deneyleyebilme yetisine sahip olan insan için ise varlık ile onun yasalarını doğru anlamak”şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu iki özelliğin temel epistemik değeri; bilgiye büyük bir değer atfeden Kur’an’ın ana verileriyle çatışmamak olduğu kadar, temel ilkelerle çelişik olmamak, ulaştığı sonuçları itibariyle dış dünyada işler olan realiteyi yansıtıyor olmak gibi objektif doğrulukları da gözönünde bulundurmasıdır diyebiliriz. Yasal prosedürler içinde yaşayan insanoğlunun en önemli hedefinin doğruyu ortaya koymak olduğu gerçeğinden hareketle, önümüzde duran meselelerin çözümünde daha başarılı olabiliriz.Öyle ki bilim,hemen herkese olmasa bile bilim insanlarına heyecan verici bir uğraşı alanıdır. Bilim adamı da bilimin ana öğesiyle, yani problemle uğraşır ve bunun olası çözümlerini ortaya koymaya çalışır. Zira onun elde edeceği sonuçlar için ne tarihî ne de kültürel önkabulleri vardır. O, ancak elde etmiş olduğu verileri temel kaidelere göre değerlendirerek aslına uygun iş yapar. Bu çabaya sonsuz destek veren İslâm, aklî temeller üzerinden olguyu araştırma hedefine yönelik olarak bizzat Kur’an’ın kendisinde gösterilmiş olan bir amaçla insanlığı desteklemektedir. Tarihsel süreçte bu hedefi açık hâle getiren zihinsel çalışmalar da sıklıkla görülmüştür. O nedenle, “Ey Rabbim, bana eşyanın hakikati ve mâhiyeti hakkında bilgi ver” tarzındaki yakarış, ancak bu konuda söz dinleyen metodolojik bir yaklaşımın ürünü olabilir.

Bugün olduğu gibi dün de başta Kur’an olmak üzere Kutsal Kitaplardan kendi yaklaşımlarına delil bulanlar, evrensel olan bir mesajı kendi kültürel donanımlarına göre yorumlamakta hiçbir beis görmemişlerdir. Bu itibarla da insanlığın belli bir sonla dizayn edildiği durumu olup genel-geçer bir yasallığı anlatan ecel/yaşama süresi kavramını, hayatın bağlı olduğu yasa olan kader düşüncesinden ayırmamak lazımdır. Yani insanın eceline ulaşması imkânı, yine insanın kendi çabasına bağlı kılınmıştır. Ancak gariptir ki, kavramların içinin boşaltılarak farklı bir noktaya çekildiği süreçlerde, siyasî ve itikadî gelişmeyi etkileyen bütün unsurları bu iki kavramın içinde bulmaktayız. Bu yüzden, bilim adamlarına kulak vermek suretiyle yorumların bağımsızlığını tartışarak, ekol ve siyasî grupların bakış açılarından kurtulabilsek, önümüzde duran devasa meseleyi açıklığa kavuşturabiliriz. Aksi takdirde, sorumlu olan insanı, hesap vermedeki adaletsiz bir ön kabullerle başbaşa bırakmış oluruz. Hem hayata değişik yasallıkları monte eden İslâmî ekoller arasındaki farklılıklar da henüz başlangıçta temel esaslardan kaynaklanmamaktaydı. Fakat süreç içinde dinî, siyasî ve kültürel eğilimler sayesinde grupçuluk yapılarak kimin doğru söylediği artık önemsiz bir hâle gelmiştir. Neticede onlara göre Allah tarafından irade ve güç verilerek sorumlu bir varlık hâline sokulan insan, yine Allah tarafından önceden kumanda edilerek mecbûr/zorunlu/seçeneksiz varlık hâline dönüştürülmüştür.

Salgın hastalıkların kol gezdiği günümüzde “ecel” düşüncesi, insanı ve onun gücünü anlamak için turnusol vazifesi görmektedir. Bu yüzden meseleyi Allah’ın iradesi ve insanın özgürlüğü bağlamında ele almak gerekmektedir. Amacımız, kültürü ve bize ulaşanları vahyin ve aklın temel doğrularıyla çatışır ve çelişir olmaktan kurtarabilmek veya en azından kendi anlayışımızı çelişkilerden uzak tutabilmektir. İşte bu çabanın, yanılsak da bize doğruları bulmada yeni bir yöntemsel başarıyı sağlayacağına inanmaktayız. Yorumlarımıza katılmayanları ve eleştirecek olanları da bu anlayış içerisinde değerlendireceğiz. Sadece ülkemizin değil, bütün dünyanın çeşitli felaketler yüzünden zor durumlarda kaldığı günümüzde, tabiat kanunları konusunda klâsik anlayışın dışında yeni bir şeyler söylemek gerektiğini düşünmekteyiz. Her ne kadar eskiye ait ne varsa zaman olarak bugünü ifade etmese de, Müslüman anlayışın bu gibi sorunlara insanı ön plana çıkararak cevap bulma zorunluluğu olduğunu düşünmekteyiz. O kadar ki insanlık tarihi içerisinde esaslı bir yeri olan ‘hürriyet problemi’nin kaynağında insan iradesinden bağımsız işleyen ‘ezeli tespit’ düşüncesi olduğu açık bir husustur. Bu düşünceyi yanlış anlama tarzındaki yaklaşımların kaynağında da yine insan ve onun kültürel yaklaşımları olduğu görülmektedir. Bu durum, Müslümanlar için İslâm dininin yayılış tarihinden önceki ve yayılış tarihinden sonraki yeni anlayışların mesajı algılama biçimlerindeki farklılıklardan olduğu kadar, mesajı algılayanların zihinsel yapısından da kaynaklanmaktadır. Çeşitli kültürel yapıların şu veya bu şekilde dini olanı yorumlarken kullandıkları gerekçeler bu alandaki farklılığı ortaya çıkarmıştır.

Bu yüzdendir ki, İslâm kültüründe farklı adlarla tesmiye edilmiş olan yaşama süresi/hastalıklardan korunma yani ecele ulaşabilme probleminin kaynağını bir ölçüde bu kültürlerden gelen açık veya gizli müdahalelerden çıkarılabiliriz. Zira, kültürler de insanlar gibi birbirlerinden etkilenme özelliklerine sahip olduklarından, varlıklarını ‘değişerek devam etmek’ gibi bir yayılış alanına da taşımaktadırlar. Mamafih tebliğ itibariyle eski Câhiliye ve Mezopotamya uygarlıklarının üzerine gelen İslâm mesajı, kendisini anlatmak için her ne kadar yeni kavramlara başvursa da, yaşanılan hayatı domine etmiş olan mevcut kültürden azâde olması düşünülmeyeceğinden, başlangıçta kendi mesajının taşıyıcısı olarak gördüğü insanların kavramlarını kullanmak zorunda kalmıştır. İndiği ve etkileştiği toplumlardaki bazı mevcut kavramları kullanan bu dinin, içeriğini de ne ölçüde doldurabildiği ancak insanların anlayışlarında bulduğu karşılıklarla ölçülebilir. Haddizatında Kutsal Mesaj, kendisi için tehlike gördüğü yaklaşımları eleştirse de, ‘ideolojik’ olmasa bile, ‘idrak özelliği’ açısından mevcut kültürün taşıyıcılarından etkilenmiştir. Bugün itibariyle önümüzde duran sorunun asıl kaynağı da yeni olan her anlama direnen bu taşıyıcılık hâlidir diyebiliriz.

Müslüman muhayyileyi doğrudan etkilemiş zihinsel yapılardan olan Eski Yunan kültürünün felsefî derinliği, fetihler ve gönüllü katılımlar aracılığıyla sınırlarını İslâm’ın yakınlarına kadar taşıdığı bir noktada, belki de mana, kavram ve ilkesel korunmuşluk olarak algılanabilecek en önemli şey yorum bağımsızlığıdır diyebiliriz. Nitekim fatihlerin fethettikleri bölgelerdeki yeni anlayışlara verdikleri cevap, bu dinin yorumlanmasındaki tek merkezci karakterini gösterse de, daha sonraları olay tersine dönmüştür. Artık, dini anlayanlar kendi altyapılarının gerektirdiği bütün unsurları ön plana çıkarmış ve böylece yeni yorum alanları oluşturulmuştur.Görünüşte Câhiliye Arabı’nın felsefî derinlikten yoksun olması, belki bir şans kabul edilse bile, asıl nokta, bu derece yoğun zihnî spekülasyonların yaşandığı çevresel ortamda, Kur’an “Ümmî” bir peygamber profili çizerek etkilenmeyi en aza indirmeye çalışmıştır. Ancak zamanla, atalarının maddesel din anlayışına mahkûm olmuş putperest bir toplum için simgesel unsurlar, nesnel mâhiyete de dönüştürülmüştür. Hâsılı tarihsel süreç, bize şu noktada avantaj sayılabilecek bütün bu olguların, daha sonra kavramların çerçevesini oluştururken nasıl da dezavantaja dönüştüğünü göstermektedir

Bilindiği kadarıyla İslâm vahyi, Arabistan Yarımadası’nda varlık bulmadan önce, bu yarımadanın alt ve üst bölümleri daha önceki peygamberlerin kadim mesajlarıyla tanışmış bulunmaktaydı. Öyle ki sahip oldukları vahyi tahrif eden ve paganist unsurlarla karıştıran bu insanlar, dini anlama ve anlatmada ya putları ya da yarı insan-put modellerini tercih etmişlerdir. Bu değişim süreci, insanlığın olası yaşam çizgisinde otuz-otuzbeşbin yıllık bir dönemi kapsasa da, Yüce Tanrı’nın rahmeti ve de insandan ümidini kesmemesi nedeniyle her tahrif döneminde yeni bir mesaj ve de elçiyle düzeltilmiştir. Ancak, Yüce Tanrı’nın özel müdahaleleri anlamındaki bu uygulaması haricindeki dönemlerde, insanın yapısına da uygun olan ‘ilâhlaştırma’ eğilimi sayesinde, mesaj hep kutsal olandan daha az kutsal olana doğru sapma göstermiştir. İnsanlar, Yüce Tanrı’yı olduğu gibi değil, algılamak istedikleri gibi tanımak istemişlerdir.

Kendisini en son ve en mükemmel din olarak tanımlayan İslâm ise, insanın elbirliğiyle inşâ etmiş olduğu bu karanlık dönemi aydınlatmak için geldiğini defaatle ifade eder. O kadar ki insanın aklını başına almasını öğütleyen bu dinin gerçek amacı,Yüce Allah’tan mesaj alacak kadar önemli bir yerde duran insanı takıntılarından özgürleştirmek ve de mecbûr/kaderci/pasif/edilgen bir kişilik modelini ortadan kaldırmaktır. Gel gör ki insanın kadîm hastalığı mesabesinde olan özgürlükleri kısıtlayan farklı ve de etkin bazı yorumlar, insana seçenek sunan kutsal metnin farklı anlaşılma biçimlerini yok etmekle kalmamış, onu yaratıcılığa ket vuran bir derekeye indirgeyerek yorum zenginliğini kadercilik dediğimiz tek biçime indirgemiştir. Bu şekliyle de insanı anlamak ve özgürleştirmek için gelen vahiy, insanın prangası durumuna sokulmuştur.

Neticede bilimin kapısında iş yapan insanın başka çaresi de bulunmamaktadır. Hatta bugün itibariyle son derece güçlü bir özgürlük sorunu hâline gelmiş olan ecel/ömür/yaşam/kader/irade düşüncesini anlayabilmek için, şu veya bu tarzda bu dinin anlayışını etkileyen umdeleri bulmak ve tanımak gerekmektedir. Hemen herkesin bir şeyler dediği bu alanları vahyin ilkeleri doğrultusunda yeniden oluşturmak lazımdır. İnsanlığa zarar verdiğinden şüphe duymadığımız tarihsel bağlamdaki yorum farklarının tespiti, hatta bu yorumların iman hâline gelmesi hususu, hayatın kanunlarını keşfetmekle yükümlü olan bizler için önemli bir sorun olarak durmaktadır. Hâlihazırda sünnetullah yani Allah’ın tabiata yerleştirmiş olduğu yasaları keşfetmenin vahye aykırı görüş serdetmek olduğu noktasında duranların çoğunlukta olması, insana özgürlük alanı açan dinsel metinlerin bu denli cebrî/kaderci yorumlarının nedenlerini de açıklayacaktır kanaatindeyiz. Zira insanoğlu, bir anlamda yaşadığı ve yetiştiği çevrenin yani kültürün ürünüdür. Bizlerkendilerinden önceki devirlerin hem mirasçısı, hem de taşıyıcısı olan bu kazanılmış değerler ile yaşanagelen olgu arasında sağlam bağlar kurmakla yükümlüyüz. Eğer ki bunu akılda tutarak iş yaparsak, insanlığı kasıp kavuran pek çok musibeti daha yakından anlamış oluruz. Dahası bu adımla birlikte, özgürlükçü bir dinin nasıl olur da mecbûr/kaderci bir insan modeli ortaya koyar olduğunu daha iyi anlamış olacağız.

İmdi, kavramların içlerinin boşaltılarak siyasî ya da ideolojik saiklerle yeniden yorumlandığı ve de Kur’an’ın asla tasvip etmediği çelişkili durumların ortaya çıktığı bu günlerde, bazı çevrelerce çözüm sadedinde önerilen şeylerin insanlığa zerre kadar faydasının olmadığını bilmek zorundayız. Duanın aslının fiilî/iş/bilim/önlem/tedbir olması gereği, çözüm adına yapılacak olan işlerin de bilimin alanına taşınmasını zorunlu kılmaktadır. Ellerimizin havaya kalkması ise, ancak, bu ellerden sâdır olabilecek şeylerin tükenmesiyle alakalıdır. İnsanı veya insanlığın verili olan eceline ulaşması yani uzun ömür yaşaması, dilek ve istekle değil, bu dilek ve isteği kaim kılacak tedbirlerle olur. İşin kolayına kaçarak sosyal hayatta bazılarının tercih etmiş olduğu üzere gösterişçi dindarlıklardan uzak durmak, eceline ulaşabilme sürecinde insana yapılacak olan en değerli katkıdır. İnsanlığın ulaşmış olduğu bu çağda sözel dualardan daha çok ve de daha ivedilikle işin gereğini yapma olan fiilî duaya evrilmenin zamanı gelmiştir. Genel manada moral-motivasyon aracı olan duayı, sünnetullah yasalarının önüne engel koymak, neticede bizim kayıp hânemize yazılacak bir tercih olur.

Eğer ki bizler, insanın kendi eliyle yapıp-ettiklerinden ötürü karada ve denizde fesat çıkabileceğini bilirsek, bu fesadın ortadan kalkması adına yine insana dönmemiz gerektiğini de bilebiliriz. Herhâlde bugün itibariyle en az muhtaç olduğumuz şey, mevcut sorunu çözme adına başvurmak zorunda olduğumuz ilkesel sorgulamaları karizmaya itaata yani güç öznesine, eleştirel tutumları da biat ve şûra gerekçeleriyle özgür insanın aleyhine geliştirilmiş olan yeni durumlar şekline sokmak olmalıdır. Ucuz kahramanlıklar üzerinden sıradan halkın iştiyakını artıran popüler/gösterişçi dindarlıkları beslemek, insanlığın belayla imtihan edildiği ya da olduğu bu hengâmede hiç kimseye bir şey kazandırmaz. Bu noktada insanın özgürlüğünü savunmak ya da klâsik görüşe aykırı gerekçeler ileri sürmek, hem sorunların çözümünde alternatifleri çoğaltacak ve hem de akıl sahibi olan bireyi ya da onun temsil etmiş olduğu her türlü ekolü,sorunu çözmede öne çıkaracaktır. Hatta bu adım, insanlığın başına bela olmuş olanpek çok sorunu, sorunun kaynağı durumundakikaderciliği savunan genel çizginin dışına atmak için yeterli sebep olarak da görülmelidir. Sonuç olarak, insana güvenmek, kurallara uymak, Allah’ın adaletinden kuşku duymamak ve gerekli önlemleri almak gibi güçlü eylem/iş/dua formlarını hayatımızdan eksik etmemeliyiz ki başımıza gelenlerden tez elden kurtulabilelim.

Yorumlar (5)
Adem Taşçı 4 yıl önce
Hocam ağzına sağlık yazınızı okudum yeni ufuklar açıyor teşekkür ederim ancak ne varki beş dakika sonra ezan okuyup ardından da hoparlörden duamızıda yapmak durumundayım tevafuk olsa gerek hayırlı akşamlar selamun aleyküm
Ibrahim Halil EKİNCİ 4 yıl önce
Olguyu bir bilim adamına yakışır tarzda vuzuha kavuşturmaya "abalamanız ,beni ziyadesiyle memnun etti.Kalemine ve yüreģine sağlık.
Eyyub Bozlakoğlu 4 yıl önce
Teşekkürler sayın hocam..
Mehmet güçlü 4 yıl önce
Teşekürler Namık hoca.
Mustafa KASIRGA 4 yıl önce
Elinize ve yüreğinize sağlık. Yazınızı okudum. Hoşuma gitti. Allah razı olsun.
12
az bulutlu