banner4
09.04.2021, 09:59

İNSANLAR BARIŞ İÇİNDE YAŞAYABİLİR…

Günümüzde ırk, din, dil, mezhep ve kültürel farklılıklar birçok kültürde ‘çatışma nedeni, karşılıklı rekabet sebebi ve savaşların kaynağı’ olarak algılanmaktadır.

Thomas Hobbes, “Her devletin ve insanın birbirine düşman olduğu" durumda, her devlet kendi güvenliğini imzalanan sözleşmelere göre değil, “karşıtın gücüne ve planlarına” göre değerlendirileceğini belirterek, devletin“sürekli savaşa hazır olması” gerektiğini söylemişti. Hobbes’in, saldırganlık tutumu ile düşman yaratması, ‘kendi çıkarlarını, diğerleri karşısında koruma’ şeklinde kendini gösterdi.

Bu halin, sosyal psikolojide olumsuz sosyal etkileri çok açıktır: İnsanlar savaş durumunda, güçlü “grup kimlikleri” kurarlar. Herkes etnik köken, milliyetçilik veya dini inanışlarla, güçlü bir aidiyet duygusuna ve kimliğe bürünür. Kimliklerle ilgili gururlar, diğer dış gruplara karşı düşmanca tavırlar başlatır. Böylece "biz" ve "onlar" zihniyeti oluşur. Grup kimliğinin en tehlikeli yönü, “öteki” denilenlere artık saygın bir varlık olarak bakılmaması ve bütünüyle toplumdan dışlanmalarıdır. Çatışma düzeni ve savaş durumunda insanlar her türlü hakları ve imkanları, sadece kendi grup üyelerine dağıtırlar. Dış grup üyelerinin ise ezilmesi ve hatta yok edilmesi gerektiğine inanılmıştır.

Oysa insanlık tarihinde tüm aziz insanlar, her zaman “insanların kardeş olduğunu” anlatmaya çalışmışlardır. Dinler tarihinin yazgısını yapan Peygamberler’in arzu ve talepleri  hep buydu:“İnananların kardeş” kılınması ve “Cahiliye devrinde devam eden kan davalarının kaldırılması” çabası, son Peygamberin’ in “Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız. Ey insanlar kardeş olun. Hiç kimsenin hiç kimseye ırk, renk üstünlüğü yoktur. Üstünlük takva ile haklar noktasında, Allah’tan korkan kimsededir.” şeklindeki vurgusu ve “Suçlu kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz” sözüyle cezaların şahsiliği ilkesini açıklaması; temel adalet ilkelerinin bu suretle vaazı ile barış ve kardeşliğe verdikleri destek, tüm emeklerinin üstünde olmuştur.

Benzer bir çabayı Avrupa’da “Ebedi Barış’’ kavramının ortaya atan Immanuel Kant da göstermişti. “İnsanlığın yüzlerce yıldan beri süregelen kültür, köken, din, inanç ve coğrafyadan bağımsız olarak, ortak bir toplum ve barış halinde dünya” fikrini ifadeye çalışmıştı.

“İnsanlığın Büyük Toplumu” sözü ile Adam Smith, her türlü dışlama siyasetine karşı, bütün milletlerin birbiriyle ilişki içinde olduğu “Açık uluslararası bir işbirliği” önermişti.

Avrupa, devleti yönetenlerin kendi egemenliklerini artırmak için dini bir araç olarak kullanmaları nedeniyle bir aydınlanma süreci yaşadı. Ama ulus devletlerin sömürü talepleri ve çıkar ilişkileri devam edince, 20. yüzyılda savaş yeniden başladı. 2. Dünya Savaşı sonrası ise Birleşmiş Milletler nezdinde bu tür çatışmalar büyük oranda sona erdirildi. Benzer bir olgunlaşma süreci, “Orta Doğu ülkeleri" için de gerekmektedir. Buna rağmen özellikle Orta Doğu’da dini, sömürge amaçlı savaşlar halen devam etmektedir.

Artık dünya ülkelerinin, “birey haklarını ve özgürlüklerini” temel alarak, bir "dünya barış düzeni" üzerine anlaşmaları gerekmektedir.

Sonuç olarak, umulur ki tarihin sayfalarından ve bahsedilen akli tecrübelerden anlamlı dersler çıkarılır ve insanlık için barış süreçlerinin yolları aranır. Böylece menfaat ilişkileri ile oluşturulmaya çalışılan ‘savaş ortamından’ çıkılarak, farklılıkların bir zenginlik olduğu düşüncesi kazanılır ve çatışmasız bir “dünya topluluğu” kurulur.

Yorumlar (0)
12
az bulutlu