banner4
23.04.2020, 23:41

İNSAN OLDUĞUMUZDA…

Herşeyden önce “insan” olacaktık...İnsan gibi birbirimizi dinleyecek, insan gibi anlamaya çalışacak, birbirimize yaklaşacaktık...Denizler kadar engin ve sakin, güneşler kadar parlak ve aydınlatıcı olacaktık. Tüketmeyecektik birbirimizi, yıpratmayacaktık...“Kalp hazinemiz” hep dolu olacaktı…Bilecektik ki kalp tükenmişse, aklın ‘ilham vermesi’ mümkün olmayacaktı.“İçimizi mamur” kılacaktık önce. Savaşı önce “kendi benliğimizde” verecektik: Gurur, şöhret, gösteriş, menfaat sahibi olmak bize “ar” gelecekti. Alçakgönüllü olmayı seçecektik biz. Bir menfaatin olduğu yerde, “buyur senin olsun” diyecek engin gönüllere sahip olacaktık...Dedi-kodu kültüründen uzak, ilimle pişirecektik aklımızı ve kalbimizi... ”Aydınlatmak için” insanlığı, çalışıp çabalamayı gaye edinecektik. Köşe dönmeciliği yediremeyecektik kendimize. Gerekirse “ilmin hamallığını” yapacak, ilimden ‘nema çıkarmak’ istemeyecektik. Engin bir ruh ekseninde “doğruya talipli” olacak, alkışı ‘gösterişe’ çevirmeyecek, eleştiriyi ‘yıkmak için’ destek yapmayacaktık. “Olgunlaşmak” için uğraş verecektik hep. Kalbin yükselişi kadar, ‘düşüşünden’ korkacaktık. Aklın aydınlığı kadar, kararmasından ve başkalarını karartmasından çekinecek, ‘felaketimizi’ hazırlamayacaktık.

Önce insan olacaktık. Tarihte insanlığa yol verenlerin izinde...Hatayı bize söyleyene, (Hazreti Ömer gibi) “Şükür, toplum içinde hala beni düzeltecekler var“ diye teşekkür edecektik. Gurur geldiğinde nefsimize, (Tarık bin Ziyad gibi) “yere yatağını serenlerden” olacaktık. Şöhretten kaçarken bir yerde, (Yavuz Sultan Selim gibi) ”gizlice şehre girmenin” yollarını arayacaktık. Makama layık göründüğümüzde, ”Benden başka layık yok mu” diye hayıflanacaktık. Kusur işlersek eğer, ”Bu benim hatamdır” diye, kabahatleri “sırtımıza” yükleyecektik... Önce insan olacaktık, mesela: Kendisini “kusurlu gören”, her gün “yeni şeyler” öğrenmeye açık, dinlenmek için “yorulmak gerektiğine inanan” insanlardan olacaktık. Izdırap kalbimizi olgunlaştıracaktı zamanla. Çile yolumuzun şiarı olacaktı bu yokuşta. Konuşmak için “düşünmek”, söylemek için “dinlemek”, anlamak için “okumak” gerektiğine inanacaktık. ‘Bahanecilik’ aramayacaktık kusurlarımızda. Nefsimizi ‘temize çıkarmaya’ çalışmayacaktık yersiz yerde.

Önce insan olacaktık kendimize. İnsan olduğumuzda, "insanlığı öğretecektik" çevremize. İnsan olmadan önce, insanlığın yolunu ‘aydınlatma iddiasından’ uzak duracaktık. ‘Hak yediğimizde’, haksızlık isyanında bulunmayacaktık. Her yerde ‘kul hakkını kendimize’ istediğimizde, ‘kul hakkı lafazanı’ olmayacaktık... Korkacaktık insanlık akıbetimizden. ‘Bir makamı kaybetmekten, bir gelirden mahrum olmaktan, yolda bir şekilde düşmekten korktuğumuzdan’ daha fazlasıyla...Helaketimizi hazırlayacak, ‘gıybet ve iftiradan’ uzak duracaktık öncelikle. Dilimizi, “doğruları söylemekten” değil, ‘yalandan’ koruyacaktık. “Hakkı tavsiye” eden olacaktık. ‘Ben tok oldukça, başkası açlıktan ölmüş bana ne’ anlayışını yıkacaktık mesela...’Sen çalış, ben yiyeyim’ düşüncesinin bizi kemirmesi karşısında, kalpsizliğimizden titreyecek, "dua ile merhamet" dilenecek, ‘öldürücü zehirlerin’ içimizi kuşatmasına fırsat vermeyecektik…

‘Ben, ben’ diyen benliğe, “O” demeyi öğretecektik. Kendimizi değil, kutsadığımız “davamızı yüceltmek” için var olacaktık. Kutsalı düşürürken yere, başkasına verecektik, ‘kendimize siper’ etmeden...Samimi olacaktık her şeyden önce... Oturuşumuz, konuşmamız, bakışımız içten olacaktı. İnsanı sevecektik. Çaresizlere çare, yolsuzlara yol, yolda kalmışlara yoldaş olacaktık. Hamasetle ‘vatan, bayrak, millet’ nutku anlatmayacaktık önce... Bir çaresize çare olmayı, bir cehalete aydınlık olmayı, bir düşmüşe payanda olmayı, yeğ tutacaktık boş sözlere...

Sukutumuz insanlık için olacaktı. “Hakkı haykırmayan” insanlığın, sukut etmişliğini bilerekten…Tüm insanlık için çırpınışlarımız, sadece "O’nun rızası için" olacaktı…O razı değilse, tüm dünya alkışlasa, değer vermeyecek, O razı ise, tüm dünya küsse, önemsemeyecektik... Tek derdiğimiz, Son Peygamber arkasında, insanlığa giden yolda, insana insan olmayı öğretmek ve kendimiz de öğrenmek olacaktı... Yaşamamız bunun içindi zaten. O’nun nimetleriyle, O’na ‘nankörlük’ etmeyecektik. O’nun verdiği hayatla, başkasına ‘zulüm’ vermeyecektik. İnsanlıktan uzak, masumlara ‘ölüm’ kusmayacaktık. O’nun varlığından başka, fani varlıklardan ‘medet’ ummayacaktık. Bir tek O’nu sevecek, O’na dayanacak, O’nunla yaşayacaktık…Eğer ki “insan” olduğumuzda, “yeryüzünün halifesi” unvanıyla, bize sonsuz saadet hayatını verecek olan Yüce Yaratıcının hoşnutluğunu kazanacaktık…Sadece insan olmamız yetecekti, bu “yüce makamda” kalmaya! Sadece “ insan” olduğumuzda ya da insan olarak kaldığımızda!..

Not:Bu yazı. Yahya Kemal’in “Kökü mazide olan atiyim” diyenlere, serzeniş olarak, Adalet Gündemi ve Adalet-org sitelerinde 13/02/2016 tarihinde yayımlanmıştır.

Ramazan ayınızı tebrik eder, hayırlara vesile olmasını dilerim.

Yorumlar (2)
İrfan Topal 4 yıl önce
Güzel bir yazı elinize sağlık olsun
Memun Sekin 4 yıl önce
Müthiş bir yazı kaleme alana yazara Allah’ tan rahmet diliyorum.
12
az bulutlu