banner4
22.04.2022, 00:08

HUKUKUN YOZLAŞMASI


“Herkes devletten geçinmek ister. Unuturlar ki devlet, herkesten geçinmektedir.” F. Bastiat
Zihnimi kemiren sorulara cevaplar bulmalıydım… Yıllarca tümdengelim yoluyla ‘her şeyin yerli yerinde’ olduğu kanaati taşımıştım. Oysaki hayatımda kırk yaş olgunluğunda, katılımcı gözlemle elde ettiğim tuhaf bilgiler, bildiklerimin doğruluğu konusunda beni bir hayli şüpheye düşürmüştü. Öyleyse yeni bir akıl yürüme yöntemiyle düşünmeliydim: Parçalardan bütüne doğru giderek, parçalarda bulduğum bozukluklarla, bütün arasında nedensellik ilişkisi kurarak… Tümevarım yöntemiyle merakımı ve araştırmalarımı artırmış haldeydim. 2015 yılında Yargıtay Tetkik Hâkimi iken okuduğum ve çevremdeki Hâkimlere anlattığım Bastiat’ın “Hukuk” eserindeki “yasal yağma ya da yasal soygundan” bahseden sözleri, beynimdeki fırtınaları bir kez daha artırdı. Bize verilen hukuk eğitiminde yağma suçunu, “bir malın cebir ve tehditle alınması” olarak biliyordum. Oysa Bastiat “devlet eliyle yozlaşmış bir hukukun, soygun ve yağma düzeni kurabileceğinden” bahsediyordu. Elde ettiğim yeni bilgiler, devlet denilen sistemde, adalet sorunları bulunduğuna işaret ediyordu. Aklımdaki soruların cevaplarını bulmuştum.
1801-1850 yılları arasında yaşamış olan Fransız düşünür Bastiat, hukukun araçsallaştırılmasından endişe etmişti. “Hukukun yozlaşması” olarak adlandırdığı bu sosyal olgu ile yasaların soygun ve yağmalama düzeninin aracı olabileceğini açıklamıştı. Bastiat teşhisinde zamanla haklı da çıktı.
Bastiat ne demişti? “Hukuk, adaleti tesis etmesi gerekirken, bazı gruplara, çıkar sağlama aracı haline dönüşmüş ve bu yasalarla, haksızlıklar meşru hale getirilmiştir!” Doğrusu bu sözleri söyleyerek, akıllarda oluşturduğu şüphe yüzünden kendisinin düşeceği durumu (ve tabi Hakim unvanında benim durumumu da!) belirlemişti: “Ne kadar yıkıcı, bozguncu ve toplumu bozmaya çalışan birisi!” 
Acaba gerçekten öyle mi?..
Toplumun hassasiyetini gözeten Bastiat, durumdan şüphelenmesinin gerekçelerini şöyle açıklıyordu: “Hiç kimsenin niyet ve ahlâkî değerlerine saldırı amacı taşımadığımı belirtmek isterim. Yapmak istediğim şey, sadece, yanlış olduğuna inandığım ve bana adaletsiz gelen bir sisteme karşı savaşmaktan ibarettir. Söz konusu olan öyle bir adaletsizliktir ki, bir yandan bizlere ara sıra menfaat sağlarken, bir yandan da sebebini kavrayamadığımız ‘bir genel yoksulluğumuzun’ asıl kaynağını oluşturmaktadır.” 
Şüpheleri üzerinden düşünmeye devam eden Bastiat, menfaatler yoluyla belirli bir kesimin zenginleşmesi ile genel yoksulluk arasında sebep sonuç ilişkisi bulmuştu. Devlet sisteminde, yağma ve soygun düzeni varsa, genel yoksulluk kaçınılmazdı. Üstelik düşünür, bu görüşünü bazı sosyal verilerle destekledi: Devletin güvenlik fonksiyonunda bozulmalar vardı. Hukuk, her türlü hırs ve açgözlülük için silah haline dönüştürülmüştü. Yolsuzluk, hırsızlık, adam kayırma üzerine kurulu bir sistem oluşmuştu. Hukukun kendisi, kötülüklerin kaynağı haline gelmişti. Böyle menfaat ilişkilerine dayanan devletin uzun vadede ekonomik, sosyal ve kültürel bir çöküşü yaşaması kaçınılmazdı. “Eğer bu tespitlerim doğru ise sizi uyarmak bana düşen ahlaki bir görevdir!” dedi.
Bastiat, insanın var olan doğasına vurgu yaparak, bir çözüm bulma niyetindeydi. Kabul edilir ki insanlar hayatta rahat ve emeksiz yaşamaya yatkın yaradılıştaydı. Çalışmak, zahmetli bir uğraş olduğuna göre, menfaati için “yağmalamaya katılmak” insanın doğasında vardı. Üstelik Bastiat’a göre “Tarihin açıkça kanıtladığı gibi ne din, ne de ahlâk, tek başına bu eğilimi durduramamıştı.” Fransız düşünür, bu noktada hukukun sınırlarını belirleme ihtiyacı hissetti: “Hukuk gücünün amacı, sadece bireysel güçlerin doğal ve meşru olarak yapmaya hakkı olduğu şeyleri yapmakla sınırlanmalıdır. Kişilik, özgürlük ve mülkiyet haklarını korumak ve adaletin hepimize hükmetmesini sağlamaktır!”
Hukukçu ve aynı zamanda siyasetçi olan Bastiat, sosyal düzendeki mevcut durumu adaletsizlik olarak görmüş ve “Kendiliğinden var olan, adalet değil, adaletsizliktir. Adalet, ancak adaletsizlik yoksa gerçekleşebilir” diyerek “Hukuk adalettir. Tanrı’nın insanlık için öngördüğü düzen ve barışçıl ilerlemeyi, ancak adalet yasasının şemsiyesi altında, şüphesiz yavaş yavaş ama mutlaka insanlık tarafından gerçekleştirecektir” umuduyla toplumu aydınlatmıştı.
Peki ona göre “Adaletsizlik” neydi? “Bir kanun uyarınca herhangi birine ait olan şeyin, sözde ‘bir hak görünümü’ altında, onun elinden alınması, bir başkasına verilmesiydi! Gümrük, sübvansiyon, yoksullara yardım programları, artan oranlı vergiler, krediler birer yasal soygun biçimine dönüşmüştü! Soygun, sahibinin rızası olmadan veya telafi edilmeden, zorla veya hileyle, elinden alınan şeylerin hepsi idi!” 
Bastiat, hukuk eliyle yapılan soygunların, ‘sahte yardımseverliklerle’ halka şirin görünmek suretiyle kapatıldığını belirlemişti. Kanunları yapan insanlar olduğuna göre, Bastiat “Hukuk her zaman soygunu cezalandırmaz,” diyordu. “Bazen da kendisi soygunu savunur, hatta ona iştirak eder. Bazen hukuk tüm yargı, polis, hapishane ve jandarma aygıtını soyguncuların hizmetine tahsis edebildiği gibi kendini savunan gerçek mağduru da suçlu konumuna getirir” demişti.
”Hukukun yozlaşması” tam da buydu! Devletin bazı çıkar grupların aracı haline dönüşmesi ve bu haksız uygulamalar yüzünden insanlar arasında gerginliğin başlaması hâli! Halkın hukuka duyduğu güven ve sadakat ortadan kalktığında, toplumda kaos kaçınılmazdı. Zira hukuku işine geldiği gibi kullananlar ve haksızca çıkardıkları kanunlarla adil olmayan eylemleri gerçekleştirenler; topluma karşı sorumluluk duymuyor, utanmıyor ve de ceza endişesi bulunmayan bir bozuk düzen kurmuş oluyorlardı.
Yozlaşmış bir siyasal sistemde, siyasal gücü eline geçirenlerin önünde iki seçenek bulunuyordu: “Ya bu soygunu durdurmak ya da bu süreci ortak olup sürdürmek!” Yasal soygun kurbanı sosyal sınıflar, ikinci seçeneği seçerlerse eğer, güç kazanıp da iktidara gelince artık yasal soygun, adaletsizlik ve yozlaşma, döngüsel hale geliyordu. Ona göre, tarih bu yönelime çokça tanıktı: “Soyulmuş sınıflar da güç kazanır kazanmaz diğer sınıflara karşı soyguna başlamış ve günahkar seleflerini hiç aratmamışlardı. Yasal yağmanın yok edilememe sebebi bu bilinç eksikliğiydi!”
“Yasaya uygun olan her şeyin, adil olmayabileceğini” söyleyerek, beyin fırtınası yapan Bastiat, kanunlar sayesinde “soygunlar meşrulaşmakta, hatta kutsanmaktadır” diyerek devletin eleştirilmezlik perdesi arkasında, “trajik yozlaşmanın güçlenerek, politik ihtiraslara ve çekişmelere, genel olarak siyasete abartılı bir önem kazandırdığına”  işaret ediyordu. ”Bu şartlarda her sınıfın, hukuku, kendi hakimiyetine alarak, ‘gasp etmekten’ başka ne düşüneceğini sanıyorsunuz ki!..” diyerek sitemini belirtmişti.
Ortada olan şey, bir adaletsizlik döngüsüydü: “Hukuk, yağmacılığı önleme işlevini, yağmalamaya dönüştürürken, meşru savunma hakkını da savunma suçu haline getiriyordu!..”
Böyle bir yağmacılık nasıl durdurulabilirdi ki?
Kendini korumak ve geliştirmek insanlığın ortak arzusu olduğuna göre, hukuk, başta özgürlük ve mülkiyeti haklarını korumalı ancak yağmayı cezalandırmalıydı. Hukukun temel amacı ‘yasal soygunu’ durdurmak olmalıydı: “Yağmacılık, çalışmaktan daha ızdırap verici ve tehlikeli kılınırsa” yağma duracaktı… Yasal soygunun olmadığı yerde ancak adalet, barış, düzen, istikrar, uyum ve mantığın ilkeleri geçerli olurdu. ”Hukuk, bireyin meşru savunma hakkının kollektif organizasyonu” olduğunda birey hakları korunmuş olacaktı.
Bastiat’ın bu düşünceleri, J. Locke gibi “sınırlı devlet” ilkesine bağlı kalarak, hukukun doğru işlerlik kazanması ve devletin sınırlı faaliyetine yoğunlaşması üzerinedir. Devletin, bireylerin mutluluğu konusunda güvenliğini sağlaması ile bireylere müdahaleden kaçınması ve dış düşmanlara karşı ülkeyi koruma dışında bir görevi olmaması gerektiği yönündedir.
Öyleyse -Bastiat’ın fikirlerinden faydalanarak diyebiliriz ki- samimi ahlaki ve kültürel temeller üzerinde kurulmuş her devletin, sağlam nitelikte “hukuk kültürüne” ihtiyacı vardır. Öyle ki hukuk duygusu ve hukuk bilinci bulunan kanun koyucular sayesindedir ki devlet, adil düzen kurulabilir. Doğru işleyen hukuk düzeninde yönetenler; kimseye zulmetmez, ülke vatandaşını ötekileştirerek onlara haksızlık etmez, gelir adaletsizliğini önler, hakkaniyet üzere paylaşım yapar ve devleti adalet ile milleti güvenle idare ederler.
Kaynak Kitap: BİR ANLAM ARAYIŞI/ Av.Arb.Metin Kazan/ Gülnar Yayınları/ 2020/ Sayfa: 222-226)

Yorumlar (0)
12
az bulutlu