banner4
04.06.2020, 22:21

HUKUK ZİHNİYETİMİZ…

‘‘Hukuk Zihniyeti” kitabını elime aldığımda, ilk söz dikkatimi çekti: ”Damın üstündekiler ne yaparsa, aşağıdaki gölgeler de onu yapar. Düşünce, damdaki kişidir; iş ise, gölge...”

Emir Kaya hocanın hukuk zihniyetimize dair “sorun algısı” önemlidir: “Ülkemizde hukuk döngüleri, ilke(sizlik), güven(sizlik), sosyal adalet(sizlik) mi üretmektedir? Diye, soru sormakla başlıyor kitap…

“Hukuk zihniyetimizde gerçekliğimizi anlatmaksızın ‘hayal ve ideal pompalayan’ tüm taraflar sorunlu bir yaklaşım içinde” olduğu teşhisinde bulunuyor…

Ve devam ediyor: ‘Söylem ve imaj yayarak’, gerçeklere ilgisiz kılmak, Türkiye’de hukuk zihniyetinin en kronik sorunlarından birisidir. Bugün için eksik olan şey, adaleti tesis etmeye müsait olmayan ‘bozuk zihin yapısının çokluğudur’ diyor.

Hukuk felsefecisi Emir Kaya, zihniyet testine ihtiyaç duyarak, soruyor:

Uyumsuzluklara uyum mu göstereceğiz, yoksa uyumsuz görünmek pahasına, uyumsuzluklarla mücadele mi edeceğiz?

“Sorunlu zihniyete ‘uyum’ sağladığınızda elbette mevkii, makam, statü, para vb. kazanımlar elde edilebilir. Fakat sistemi bozarak, adalet namına adaletsizlik yapan birisi olursunuz. Sorunlu zihniyete uyum sağlayamazsanız da ‘çarkların dışına’ itilirsiniz. Nimetlerden mahrum kalmanın ötesinde sistemi iyileştirme potansiyelini de kaybedeceksiniz. Doğrusu hukuk pratiğinde yaşayan herkes bu ikilemi kaçınılmaz olarak yaşamaktadır...” diyecektir.

Türkiye de bozuk hukuk denkleminin unsurları kitapta tarif de edilmiş: “Tutuculuk, yüzeysellik, duygusallık, önyargı, güce teslim olma ve nihayet sahici çözüm çabalarını huzur bozucu olarak algılama” gibi mantıki kusurlar, Türkiye’de hukuk zihniyetini çevreleyen duvarlardır. “Mantıki zayıflık, fikir ve muhakeme zayıflığına, o da hukuk ve adalet zayıflığına yol açmaktadır. Düz düşünce şablonları içinde güdülere tabii olan hukuk aktörleri, hukuku uygularken bozuklukları da kemikleştirmektedir. Hukuk mesaisi/pozitivist anlayışı arttıkça mekanikleşme, araçsallaştırma ve çözümsüzleşme de artmaktadır!”

Kitabın yazarı, zihin hastalığımıza ne gibi çare üretmektedir?

“İlk olarak ‘ön yargılarımız yıkılmalıdır’. Bir bürokratın, yargı üyesinin veya hukuk akademisyeninin salt statüden gelen itibarı yere çalınmalıdır. Statüye teslim olan aciz zihinlerin şartlanmalarını dengelemek adına, olaya tersinden bakılmalıdır: Eğer tüm statü sahipleri öylece ‘saygıya layıksa’ sorunlar neden düzelmemektedir?.. Liyakat kazanmamış kişiye saygı göstermek, riyakârlıktır. Hukuksuzlukların bir parçası olmayı kabullenmektir. Öyleyse yetkililer liyakatlerini eserleriyle ispatlayarak, saygıyı hak etmeliler.

İkinci olarak ‘statüsü olmayan ya da düşük’ diye, farklı ideolojik gruptan diye, ‘kimseyi değersiz bilmemektir’. Aksi halde haksız ve zulmedici davranış göstermiş oluruz. Hakikatin her yerde bulunabileceğini kabul etmek lazımdır. Hakikat özünü süzmeye, biçimsel unsurları ikincil saymaya alışmalıyız, demektedir.

Üçüncü olarak, ‘bilişsel şartlanmışlıklarımızı’ görmeliyiz. Sığ, çürük, özeleştirisiz, hırslı, çıkarcı, korkak vb. düşünce kalıplarına hapsolmamak için farkındalık kültürümüzü arttırmalıyız. Zihin terbiyesi için istekli ve çalışkan olmalıyız. Bu noktada devlet gölgesinde meslek icra etmenin rahatlığı ile klişelere gömülmemeli, özgürlük ve özgünlük pırıltıları göstermeliyiz. Hür beyinler gelişmedikçe hukuk, unvan, imtiyaz ve menfaat dağıtan bir yanılgı olmaya devam edecektir. Hukuk aktörleri tiyatral hukuk anlayışları ile Türkiye’de hukuk zihniyetini ‘sahte ve kabaca’ devam ettireceklerdir.

Peki, hukukçuların hali böyle iken, bilinç kültürü kazanamamış halkın durumu ne olacaktır?

Gündelik kaygılarla, ‘geçim derdine gömülü’ halk kitlelerinden yukarı doğru bir düzeltme talebi gelmemektedir. Neticede sorunlu hukuk olgusu, bir mazeret gösterilerek, ‘kısır döngü’ halinde tüm kesimlerce, el birliği ile yaşatılmaktadır!

Yazar, ağır zihin sorunlarımıza vurgu yapmaya devam edecektir:

“Denilebilir ki Türkiye’de olgun bir hukuk fikri yoktur. Başlıca iki ham fikrin çatışması söz konusudur; Dejenere olmuş dindarlık ile sığ Batıcı yaklaşım…Kültürel doz aşımına uğramış dindarlık; semboller, söylemler ile sığ batıcılık yaklaşımı ile içsel tutum olarak aynı noktadadır. Dogmatizm, tutuculuk, baskılama, iktidarı kutsama ve insana saygısızlık bu dejenerasyonun unsurlarındandır. Bu çatışma ortamında kimse durup, felsefe ve fikir üretimi ile uğraşmamaktadır. Özetle, fikir sanılan ‘şablon ideolojilerin savaşı’ yüzünden Türkiye’de hukuk, takımlar arasında el değiştiren bir top gibidir. Hiçbir kitap ve teori bu sorunu çözebilmiş değildir…”

Türkiye de yargı kültürünün ‘kaba, sığ, taşralı, cemaatçi haliyle ikircikli tutumu; üst mevkidekilerden gelen talimatlara karşı saygıda kusur etmezken, vatandaşa ise ‘yargı gücü bağımsızdır’ gösterisi yapmaktadır…

Düşünürümüz, “hukuk duygusu ve kültürü sorununa” ilişkin görüşlerini daha fazla açıklayacaktır: “Kültürel sığlık yüzünden ‘sosyal yargılamalar’ ve ‘ön yargılar’ hukukun masumiyet karinesini ezip geçmektedir. Türkiye’de ‘kanun karşısında eşitlik’ ilkesi bulunmayıp, tersine eşit olunmamasına dayalı ‘kronik bir hiyerarşi zihniyeti’ vardır. Tüm bunların kültürden kaynaklı olmadığını ve sistem kaynaklı olduğunu sanmak da yanılgı olup, ‘aşırı yapısal düşünmek’ kültürel kabalığın bir delilidir. Türkiye’de hukuk sistemi şeklen demokratik olsa da hukuk kültürü, hiç de demokratik değildir. İktidar, aşırı önemlidir. Birey odaklılık, ifade özgürlüğü ve yaşama saygı gibi ilkeler benimsenmemiştir. Demokrasi insancıl bir paradigma olduğu halde, Türkiye gibi ülkelerde ‘riyakarca’ söylemde kalmakta, hatta ‘kaosa’ yol açmaktadır. Kaba kültür, kabalıktan beslendiğinden, adaletin gerektirdiği hassas zihin yapısı iltifat görmemekte, tersine garipsenmektedir. ‘Tekdüze toplum, araçsal hukuk ve otoriteye itaat’ hukukun amacını zedelemiştir. Hukukun çok boyutlu olduğu ya da olması gerektiği gözetilmemiştir. Tüm hukukçuların ‘memurlaşan’ zihniyetle, adliyeci olarak kalmak, çarkı döndürmek ve ezilenlere de ‘geçmiş olsun’ demek durumunda kalması bir faciadır! Haksızlıklar ve yanlışlıklar karşısında sessiz kalarak, ‘fayda’ gören kimselerin, uzun vadede adalete verdiği zarar, gözardı edilmektedir. Bizlerin değil vatandaşımıza, savaş halinde düşmanımıza bile kültürel geçmişimizle, ahlaki ve dini karakterimizle adil davranma yükümlülüğümüz vardır!..”

Peki, çözüm nedir?

“Sorunu algılayarak, sorunun varlığını kabul edip, bireysel ve toplumsal zihniyetin dönüşümüdür: Kendi gözlemleri ile yanlışlıkları anlamlandırdıktan sonra, alışkanlık ve menfaatlerine ters gelen, adalet için yapılması gerekeni yapmaya çalışmak, ülkenin vatandaşlarının ‘kamplar halinde ayrımcılığa’ konu edilmesine karşı çıkmak ve bunu yaptığında ayrımcı zihniyet sahipleri tarafından mağdur edilmeyi göze almak ve uzun vadede genelin faydasına olacak işler için kısa vadeli faydalardan vazgeçerek, toplumda bir iyileşme ve dönüşüm başlatmaktır!”

Öyleyse, Emir Kaya hocanın dediği gibi, özsaygısını yitirmeyi kabullenmeyen, imaj ve şablonlarla yetinmeyen, anlayışını sürekli derinleştirmeye çalışan, manevi kazançları maddi kazançların üstünde tutan, insanlığa faydalı olmayı öncelikli gaye kabul eden, ayrımcılığa ve çatışma duygularına düşmeyen, çeşitliliği zenginlik olarak görüp sevebilen, aklı ve gönlü geniş güzel hukukçu insanlarımız, vaziyet ne olursa olsun sorunların çözümü için rol alırlarsa; Türkiye’de hukukun ilkesel özü yakalanacak, hepimizin kazançlı çıkacağı, hak bilincinin gelişeceği, uygar bir Türkiye’nin kapısı aralanacaktır...

Kaynak Eser: Hukuk Zihniyeti/ Doç. Dr Emir Kaya/ Adalet Yayınevi/ Baskı: Kasım 2016

Yorumlar (1)
Memun Sekin 4 yıl önce
Evet..
Hepimizin kazançlı çıkacağı bir hukuk sisteminin ülkemize hakim kılınması için çaba sarfeden tüm hukukçuları yürekten kutluyorum.
12
az bulutlu