banner4
21.08.2020, 14:12

HİDAYET VE SAADET YOLU

Ali Şeriati’nin “Ana-Baba Biz Suçluyuz!” kitabını birkaç sene önce okumuştum.

Gördüm ki bizim kültürümüzde Mehmet Akif’in çığlığında “Sofuluk satıyorsun, elinde boy boy tesbih, Ha bu din, iman, takva; inan ki hepsi yalan... Hey kukla kafalı adam, dinle sözümü tut, Bunların dilinde Hak; ama kalbi dolu put!” sözünde, neyin hicranı varsa... Nurettin Topçu’nun isyan ahlakında “Allah yolculuğu, mevlidhanlıktan, duacılıktan, mukabelecilikten ve kasidecilikten geçmediği gibi kinin, tekfirin, tehdidin ve ruh karartıcılığının da ilahi yolculuğa yoldaşlığı olmaz” dediği şekilde ve acıyla bahsettiğitürden “Türlü sefaletlerle ihtirasların parça parça böldüğü hasta bir vücudu andıran İslâm dünyası, en bedbaht devirlerinden birini yaşıyor ve her İslâm memleketinde ruhlar birbirinden ayrılmış, birbirlerine saldırıyorlar. Her sene yüzbinlerle ziyaretçi ile dolan Kâbe’nin etrafında ruh birliği ve beraberliği meydana gelmiyor. Bunun sebebi ne siyasî, ne iktisadî, ne de esasında ilmî ve fikrîdir. Bu halin sebebi İslâmın temeli ve Kur’an’ın özü olan ahlâkın kaybedilmiş olmasıdır...Bugünkü Müslümanlar birtakım geleneksel hareketleri dikkat ve titizlikle yapmaktan başka endişesi olmayan, ilkçağın ve ilkel devrin sihirbazlarını andırıyorlar. Kur’an hârikası olan ilâhî ahlâk İslâm diyarında çoktan gömülmüştür…” feryadında neler duyuluyorsa...Ali Şeriati’nin kitaplarında da sezilen, aynı derin acı ve benzer kederli düşüncelerdir.

Diğer taraftan, belirli önyargılara karşılık olarak, diyorum ki bizler, Ali Şeriati’nin iman ve itikadı konusunda karar vericilerdeğiliz. Allah’ın rahmetini taksim etmek için yetkili de kılınmadık...Onun hakkındahüsnü niyetle şimdilik söyleyeceğim şudur: İslam’ın derdi ile dertli, cehalet, fakirlik, ayrımcılık ve sömürüyle savaşa durmuş, büyük bir sosyolog, önemli bir düşünürdür. (Gelecek haftaya, benzer derdin insanı Muhammed İkbal üzerinde yazı yazmak niyetindeyim.)

İsterseniz “Ana-Baba Biz Suçluyuz” kitabına, birlikte bir göz atalım:

“Okumak için olan bir kitap! Anam babam, büyüğüm!.. Senin inandığın Kur’an ne için geldi? Okunmak için gelmeyen bir kitap neye yarayacak? Oysa sen Kur’an’ı; gözüne sinene sürüyor, çocuğunun kundağına, onun bunun koluna iliştiriyor, hastanın yastığının ucuna koyuyorsun. Bu nedenle ‘senin’ Kur’an’ına benim ihtiyacım yok! Sen ‘seçme’, ‘kararlılık’, ‘amel’, ‘yargı’, ‘kavrama’ ve ‘düşünme’ yerine, Kur’an’dan bunları edinme yerine, onunla ‘istihare’ ediyorsun! Oysa sen kitaba; bir kelime oyunbazlığı, bir çıkar aracı, bir piyango kitabı türünden bakıyorsun! Ben, zihinsel eğitim, bilgi ve araştırmayla uzmanlara dahilere ilim adamlarına danışmayla aklımı kullanıyorum. Mantığımla düşünüyorum. Ben Kur’an’ı hidayet ve yol gösterici olarak, onda yazılanları düşünüp algılamak için, hayattaki iyiyi kötüyü ve düzgün yolu ayırt etmek için okuyorum. Bunu istihareyle yapmam! Gözlerimi açar, metnine bakar ve konuyu araştırırım... (s.33-34)

Kur’an okunan kitaptır, demek istiyorum ki: Evet, sen de Kur’an diyorsun, ama hangi Kur’an? Cehaletin elinde teberrük edilip, kutsanan bir nesne olan Kur’an mı? Cinayetin mızraklarının ucundaki Kur’an mı? Yoksa çeyrek yüzyıldan daha az bir sürede çölün dağınık ve düşman kabilelerini birleştirerek, dünyanın egemen güçlerini -Bizans, Pers- çökerten, insanlığın kaderini ele geçiren, devrimci yapısıyla insanlık tarihinde yepyeni bir medeniyet ve kültür meydana getiren bir kitap olarak Kur’an mı?..

İlk mesajı okumak olan ve Allah’ın öğretmekle iftihar ettiği bir kitap! İnsan’a kalemle öğretilmiştir! Okuma ve yazmanın yaygın olmadığı bedevi bir toplumda kalem, okuma ve yazma... Bu kitap ‘dostunun cehaleti’ ve ‘düşmanın hilesiyle’ yaprakları açıldığı günden beri, yaprakları ‘masraflı’ olmaya başladı...‘Metni’ terk edilip ‘cildi’ revaç bulduğundan beri, adı ‘okumak’ anlamına gelen bu kitap ‘okunmaz’ oldu! Kutsama, teberrük ve mal kazanma işleri gördü(!) Uyanıkken terk edip, yatarken başlarının üzerine asarak, uyuduklarından beri, görüyorsun ki ölülerin hizmetine sunulmakta, ölüp gitmişlerin ruhlarına ithaf edilmekte ve sesi yalnızca mezarlıklarda duyulmaktadır(!)

Aydın dostum, bu kitap; okumanın, düşünmenin, aydınlanmanın, kavramanın, bilinçlenmenin, yol bulmanın (hidayetin), ayağa kalkmanın (kıyamın), amel etmenin kitabı olan Kur’an’dır! Kur’an izleyicilerine insani sorumluluğu adına önerdiği yükümlülüğü ve seçebilirliliği Furkan’ı verir. Kur’an kutsal rafından eğitim, öğretim ve düşünme saikiyle inince, onlara; Ahiret’teki kurtuluşun bu dünyadaki kurtuluşa bağlı olduğunu, Cennet yolunun, özgürlük, izzet, uyanıklık, bilgi ve bilinçten geçtiğini; bu dünyada zillet üzere ölenin, orada zillet üzere kalkacağını; burada aklı kör olanın, orada kör kalkacağını öğretti. İslam’da Allah’a yaklaşmanın yolu ‘akletmekten’ geçer... (s.87)

... Söylediklerim acı, sivri ve inciticidir. Eğer görüşlerimde hakikat payı olduğuna inanıyorsanız, lütfen, bu acıtıcı sözlerimden dolayı beni affedin. Zira maslahata göre konuşmak, insanların hoşuna gider. Yalan, hile ve pohpohlama tatlı, hakikat ise acıdır. Ağrının olduğu yeri uyuşturmak ve hastalığın varlığını inkâr etmek hastayı sakinleştirir. Ancak biz, hasta ile karşı karşıyayız ve acı da olsa şu gerçeği açık ve net bir şekilde ona söylememiz gerekir: "Kanser, kanında, beynin derinliklerinde ve kalbinin merkezinde, büyük hasarlara neden olmuştur. Hastalık ilerlemiş, zaman kısıtlı ve musibet ağırdır!”

...

Şimdi gelin, son sözü birlikte biz tamamlamaya çalışalım:Kur’an’ın hayat veren nuru ışığında, dünya hayatına yeniden bakalım. Hayatı tefekkür ve hikmet gözü ile bir kez daha okuyalım. Niçin doğuyor, niçin ölüyoruz? Bu hayatın bizden istediği “gaye” nedir? Ölümü öldüremediğimize göre, ölüm sonrası hakikatlere, Kur’an’ın sözüne kulak kabartmamız gerekmez mi?.. Nasıl ki her kış cansız zemin, bahar ile canlı bir şölene dönüşüyor; ölmüş ağaçlar, her bahar yeniden hayat bulup, meyve veriyorsa, Haşr dediğimiz insanın yeniden dirilişidesonsuz kudret sahibi Allah için aynı kolaylıkta gerçekleşecektir. Bizi ilk kez yaratan, yeniden yaratmaya elbette ki kadirdir!En şerefli yaratılan insanın gerçek meyvesi ise Cennet gibi bir mükafata ve onu yaradan Cemalullah’a kavuşmasıdır. Bu sebeple hüküm ve hikmet sahibinin doğru ve şaşmaz sözüne, samimiyetle yönelmemiz gerekmez mi?..

Öyleyse insan, bu dünyaya iyi veya kötü olarak ayrılmak üzere, “sınanmak” için gelmiştir. Her bir insan, ana rahminden hayata gelecek, gençlikten ihtiyarlığa düşecek, ihtiyarlıktan kabre girecek, kabirden Haşr’e çıkacak, oradan Cennet ya da Cehenneme gidecek bir yolculuk üzerindedir. Bu sebeple “insan” dünyaya geliş gayesini unutmamalı, hataları ile birlikte olgunlaşmayı seçmeli, kötülükten iyiliğe yol almayı bilmeli, günahlarına karşı tövbeyi istemeli ve insan-ı kamil olmayı kendine amaç edinmelidir. Hidayet ve saadet yolu gerçekte budur...

Yorumlar (0)
12
az bulutlu