banner4
07.02.2022, 23:58

Hayra Ulaşma Sürecinde Katkı Babında Beşerin Olumlu Adımları


İnsanı yaratan Yüce Allah’ın onu “başıboş bırakmadığı” asla unutulmamalıdır. Ve dahi ondan hesap sorulmayacağı da akla getirilmemelidir. Bununa birlikte O’nun tanımladığı “mü’min” kategorisinde ilk olarak, Allah denilince yüreklerin titremesinden bahsedilmektedir. Öyle ki bu titreyiş, sevgi duyulan bir varlığa olduğundan ötürüdür ki, inanan insana her daim mutluluk ve huzur veren bir tercih olmaktadır. Belki de sırf bu nedenden ötürüdür ki, onlar, sevdiği varlıktan gelen her söze kalbî ve zihnî manada aidiyet duymak suretiyle dâvet edildikleri şeye koşarak giderler. 
Bu noktada ikili bir destek babında şunları söylemek gereklidir: İman bağlamında devreye giren “yürek titremesi”, imanın artmasına, o da sonsuz bir güvene gark etmesinden ötürü, mü’minlerin güven sorunu olmadığı bir iman dünyasında gezindikleri unutulmamalıdır. “İnananlar, Allah anıldığında yürekleri ürperir, ayetleri okunduğunda ise imanları artar. Onlar yalnızca Allah’a güvenirler…” Neticede demek lazımdır ki, bilgi, eylem, duygu ve hesabın bu denli iç içe olduğu bir dünya yaşamında insanı hayrın peşinde koşturan her çağrıya kulak vermesi onun için en değerli tercih gibidir.
Yüce Allah’ın doğrudan muhatabı durumuna gelmekle büyük bir seviye tutturan insanın hak/gerçek ile olan ilişkisi bazen “reddetme”, bazen de “inkâr” hatta “kulak ardı etme” şeklinde ilerlediğinden ötürü, onu uyarıcı mahiyette gelen bütün tanrısal bildirimler şöyle bir ifadeyle başlamaktadır: “…Size gerçeği/hakkı/Kur’an’ı getirdik/gönderdik; ancak çoğunuz haktan hoşlanmıyorsunuz!” Bu demektir ki, Yüce Allah, özelde biz insanların dâvete sırt çevirenlerine olsa bile, genelde hepimize söylediği gibi, Kur’an’la/vahiyle hak dine dâvet edilenlerin bir kısmı o dâvete/çağrıya nefretle tepki göstererek, kurtuluşları için kendilerine uzatılan “ipe” yani kurtuluş aparatı olan hak sözün gerçek ilkelerine tutunmamışlardır. Beşerin dünya yolculuğundaki bu anlamsız tavır, insan denilen varlığın kendi kuyusunu kazması gibi bir şeydir.
Bildiğimiz kadarıyla bütün tanrısal bildiri ve uyarı hatta tavsiyelerde doğrudan muhatap kılınan insanın geçmiş tecrübelerden ve yaşanmış olaylardan ders alması istenmektedir. Akıl ve ibret kazanımı üzerinden düne bakan insanın bugününü daha sağlıklı değerlendireceğinden bahseden bu tercih, insanı doğrudan muhatap kılan etmenlerdendir. Binaenaleyh insanın dünya hayatında akıl ve ibret kazanımı üzerinden düne baktığı bilinmektedir. Bu tercih sayesinde insanın bugününü daha sağlıklı değerlendireceğinden bahseden Yüce Allah, insanın anlamlandırma ve de tecrübe etme kazanımından nasıl kaçıştığını şu ifadelerle gözler önüne sermektedir: “…Ne var ki sadece gözler kör olmaz; bazen de gönül gözleri kör olur, basiretler kapanır.” İnsanın önüne serilen hakikatleri görememe aşamasında mutlak manada kendi katkısı olduğu unutulmamalıdır. 
Bu manada ilgili âyette kör olan organlar mecazen ifade edilmiştir. Amma velakin göğüslerin içindeki kalpler yani izan, idrak, irade ve anlayış kör olunca, bu durumda akıl sahibi varlık olan insanın hakikati keşfeden hiçbir organı işe yaramaz demektir. Bilinmelidir ki gelinen bu aşama, yine doğrudan muhatap durumunda olan insanın iradesiyle geldiği bir noktadır.
Güçlü kazanımları olan insanın hayır bağlamında planlayıp yaşam alanına kattığı her şey, mutlak surette onun en değerli öğretmeni ve akıl hocası olan Yüce Rabb’in söylevleriyle açığa çıkmaktadır. O nedenle Yüce Allah, beşerin dünya yolculuğunda ona kilometre taşı gibi olan pek çok bildirim ve hatırlatmayı ve hatta uyarı ve öğüdü kendisinin de anlayabileceği ve uygulayabileceği açıklık ve sadelikte önüne koymaktadır. Geriye kalan tek şey, beşerin bu tecrübe temasına kulak verip adımlarını oldukça dikkatli ve de sağlıklı atmasıdır diyebiliriz. İşte bu aşamada, akıl ve izan sahibi olan insanın duyduğunda kulak ardı edemeyeceği ve de kendi tecrübesiyle de destekleyeceği yaşanmışlık hatta yaşanabilir olan bir hatırlatmaya kulak verebiliriz. “[Ey Peygamber!] İyilikle kötülük asla bir olmaz. O hâlde sen kötülüğü en güzel şekilde sav; [ sana reva görülen eza ve cefayı sabır ve tahammülle karşıla]. Böyle yaptığında bir de bakarsın ki sana diş bileyen kimse çok samimi bir dost oluvermiş.” 
Görüldüğü kadarıyla son derece güçlü kazanımları olan insanın kendi yetenekleri üzerinden uyarılması, esasında sorumlu kılınan insanın işinin son derece kolay olduğunu da haber vermektedir.
Sorumlu kılınan insanın bilgi ve hakikate ulaşma yolculuğunda en büyük destekçisi olan Yüce Allah, onu dış ve iç unsurlarla desteklemek suretiyle bir adım öne çekmiştir diyebiliriz. Buna göre muhatap olan insan, hesap konusunu anlayıp kavrayabileceği bir noktada sisteme dâhil edilmiştir. Mamafih o, bazen gezip görmeyle bazen tefekkürle bazen de araştırma ve incelemeyle en sonunda ise onun anlayışına destek olması beklenen vahiy yani tanrısal dokunuşla gerçeği keşfetmesi beklenmektedir. Ki bu beklenti, insanın beşer standardında ortaya koyabileceği bir yaratılış özelliği olmasının yanında aynı zamanda onun öğrenme kapasite ve kazanımına da vurgu yapmaktadır. 
Bir diğer deyişle bu husus, “…Rabbim ilmimi artır!...” duası gereğince yaşadığı ortamları keşfetmeye yönelik bir istektir diyebiliriz. Haddizatında insanın kendisinden istenenleri yapabilecek donanımda halk edilmiş olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Bu konuda onun herhangi bir eksikliği yoksa bile, oldukça güçlü zaafları bulunmaktadır. Tabiidir ki bu zaafların devreye girmesi de büsbütün insanın iradesine bağlı bir husustur.
Bizleri yaratan Yüce Rabbin söylediğine göre, insanları kurtuluşa dâvet eden her vahiy, kitap ve söylev gibi Kutsal Metinler, insanların kurtuluşu için uzatılan yardım eli gibidir. Tabiidir ki bu vahiyler, elçi ve kavimleri için birer şeref madalyası gibi görülmelidir. Bu demektir ki, insanlığa yapılan son çağrı olan Kur’an, gerek elçi ve gerekse de diğer insanlar için bir şeref sayılmaktadır.“[Bilin ki] Hepiniz ona uyup uymadığınız hususunda hesaba çekileceksiniz.” Dünyada yaptıklarından hesaba çekilecek olan insanın donanımlarının tam ve mükemmel olması beklenir. Aksi takdirde insanın Yüce Allah’a sayabileceği bahanelerinin hesabı yapılamaz. 
Bu meyanda insanın neleri yapıp neleri yapamayacağından öte, neleri yapabilecek donanımda dünya hayatına geldiği bilinmelidir. Kendisinden istenen hiçbir şeyin de bu donanımları aşmadığı yakından bilinmelidir. Aksi durumda hesabın anlamı da olmayacaktır ki, bu sonuçtan Yüce Allah müstağnidir diyebiliriz.
Nihayetinde ifade edilmelidir ki, insan ve Tanrı ilişkisi ilkesel bütünlüğün yanında sahip olunan kudret ve donanımla da ilişkilidir. Daha işin başında Yüce Allah tarafından insana verilen değer, ancak onun sahip olduğu donanımla ilişkilidir diyebiliriz. Meleğin sadece iyilik yapabildiği, şeytanın sadece kötülük yapabildiği, cinlerin ise farklı donanımları olduğu bir süreçte bunların hemen hepsini yapıp yapmayacak bir donanımda var edilen insanoğlunu son derece etkin bir süreç beklemektedir.
Belki de sırf bundan ötürü Cennet ve Cehennem insan için somut bir olgu olarak ifade edilmiştir. Gelinen bu aşamada ilkesel olarak Yüce Allah’ın yaptığı gibi yapmak durumundayız demek gereklidir. O da, Yüce Allah’ın güvenip muhatap aldığı ve hayra ulaşma ve de şerden uzak durabilme ya da şerre yakın durup hayırdan uzak durma seçeneklerini kendi iradesi doğrultusunda yapabilecek donanımda halk edilen insana güvenmek ve onu taltif etmek gereklidir.

Yorumlar (0)
12
az bulutlu