banner4
16.12.2019, 17:06

Hakikat Tekelciliğinden Vaz Geçebilmemiz Mümkün Müdür?

Özellikle Müslüman coğrafyada görüldüğü kadarıyla tekfir/ötekileştirme/düşmanlaştırma/hain ilan etme süreçlerini besleyen en belirgin tutumun, kendisini hakikatin merkezinde gören bazı eğilim sahiplerinde vazgeçilmez bir şekilde ‘içeriden vurulma’ hissinin yaygınlaşmış olmasıdır diyebiliriz. Bu yüzdendir ki, içerideki haini bulup temizleme önceliği olan bu faaliyetlerin, her daim dost ateşinden korunma amaçlı olduğu da görülmektedir. Mamafih işe kendi evini, kapısını, bahçesini, sokağını ve nihayet mahallesini temizlemekle başlayan bu eğilim sahipleri, ‘içerideki düşman’ı yok etme gibi bir misyonla vazife yapmakta gibidir.

Yine bu tasavvur sahipleri, evinin içine düşen ateşi söndürme becerileri sayesinde üzerlerine gelen tehlikeden kurtulacaklarını da sanmaktadır. O kadar ki, daha ziyade kendi dindarlarına karşı üretilmiş bir silah olan ötekileştirme/tekfirciliğin, bu kesimlerce hissedilen ‘içten vurulma’ duygusunu tatmin ettiği de söylenebilir. Hâsılı, düşmanlık duygusunun daha yakıcı yaşandığı bu süreçleri besleyen temel duygunun sapkınlık imgesini merkeze alan düşmanlaştırma/tekfircilik olması kimseyi şaşırtmamalıdır. İç düşman paranoyasının kendi başını yiyen bir toplumsal sürece evrildiği her noktada kardeş kanıyla tutuşan bir ateşin ve de onunla pişen bir aşın olduğu söylenebilir.  

Düşünce özgürlüğünü düşmanlık olarak görmeye eğilimli Müslüman coğrafya, uzun zamandır kendini var eden kalıcı değerleriyle çatışmaktadır. Çatışmanın seyri izlendiğinde bu savaşın bilinen, konvansiyel ve teknik savaş aletleriyle değil, paramiliter yani asimetrik bir tarzda yapıldığı görülmektedir. Hakikatin bekçisi konumunda olduklarını zanneden her kişi ya da ekol, diğerini alt edebilmek için her türlü mücadeleyi mübâh görmektedir. Mücadelenin tarafları, rekabetin kızışması gereği en yakınında bulunan her türlü gücün talibi olarak yararlanma eğilimini de göstermektedir.

Zaman zaman devlet gücünün de kullanıldığı bu mücadele ikliminde, arkası olmayanın ezilip yok edildiği etkin ve de üzücü bir sonun hazırlandığına şâhit olmaktayız. Oldukça kurnazca verilmekte olan bu mücadelede, ‘harp hiledir’düsturu gereği muhatabının ne dediğini değil, demek istediği veya demediğini gündeme getirip, gerek halkın ve gerekse de siyasî erkin düşmanlığının çekilmesi hedeflenmiştir. Sonuçta her iki tarafın da kaybettiği ve kazananı olmayan bir düşünce savaşının ortasında kalmış gibiyiz.

Kendisini yetiştirmemiş olan herhangi bir insanın sınır uçlarına dokunması hasebiyle, demirden leblebi kıvamında olan ‘tolerans’ ve ‘affetmek’ erdemi, her şeyden evvel sıradan kişilerin harcı değil, güçlü karakterlere yakışan seçkin bir davranıştır. İntikam duygusu ise, kendisi ve kendi bakışını hakikat olarak gören zayıf karakterlerin işidir. Olması gereken şey, herkesin hakikati söyleyebilme hakkının olması ihtimalidir. Bu ihtimale binaen düşünce özgürlüğünün alanının sürekli olarak genişlemesi lazımdır. Üstelik de Yüce Allah’ın müsaade ettiği hakka diğer insanların müdahalesi haksızlığın kendisidir.

Nitekim bu gibi ahlâkî donanımla ilişki kuran hemen herkes, yani kendisi gibi olmayanlara karşı anlama, müsaade, müsamaha, hoşgörü ve nihayetindeaf yolunu tutan kişiler, hem kendisini eğitir hem de muhatabına hatasını fark etmesi adına bir şans daha verir. Bu tutumun eğitici vasfı gereği bir süre sonra her ikisi de belli bir olgunluğa erişir. Erişemezlerse bile çevreye yaşanılası bir örneklik sunmuş olurlar. Bunun aksi durumlarda, kişileri besleyen intikam duygusu, hem daha iyi olma adına verilen mücadelede yanı başında bulduğu kendi olgunluğunu ortadan kaldırır ve hem de kardeşlik ilişkisi üzerinden muhatabın beklentisini ortadan kaldırmakla, muhtaç olduğumuz barış ortamına zarar veren bir beklentiye kapı aralar.

Eğer ki dindarlıklarımız, güzel ahlâk ile bezenmezse, sonuçta sadece muhataplara değil, kendimiz dâhil olmak üzere hemen herkese zarar veren bir katılığın beslendiği membaya dönüşebilir. Bu durumdan kurtulmak için başta dindarların menfaat ve şiddet sarmalından uzaklaşacakları kucaklayıcı bir dil bulmaları gerekmektedir. Çünkü insan nesli, daha ilk atalarından beri bu dilin zararlarını görmekle kalmamış, kendi soyunun tükenmesinde aracılık ettiği şiddetin bir payandası hâline de getirmiştir. Farklı olduğu için katledilmesine çeşitli sebepler bularak, kendi soyuna soykırım uygulayan yegâne varlık olan insanın, bu dünyadaki kalıcılığı adına üzüntü verici gelişmelerden de kurtulması gerekmektedir.

Kendisini eleştirebilen dostlara sahip olan kutlu elçilerin müntesipleri, artık ‘lâ-yüsel’ ve de sorgulanamaz bir konumda durmamalıdır. Çünkü eleştiri ve tahammül kültürü, bugün için insan olmanın en güçlü vasfıdır. O nedenle başta eleştiri hakkını peşi sıra ise tahammül ahlâkının yerleşmesi adına bireyden topluma giden bir tolerans iklimi oluşturmak durumundayız. İşte o zaman, her türlü fanatizm ve zihinsel köleliğin ortadan kalktığını görebileceğiz. Bu iklimin oluşması adına muhtaç olduğumuz şeylerin başında gelen yaşanılanlardan ders almak, her durumdan ders çıkarmak, siyasal ve sosyal konumunu önyargı ve bilgisine payanda yapmamak vb. gibi öğretici erdemlerin bizlere çok şeyler kattığını hatırdan çıkarmamalıyız. Ve de herkesin bizlerden daha iyi bilebileceğini hesap edebilmekle işe başlamak durumundayız.

Unutmayalım ki, barışçıl ve mutlu toplumları ‘ben’ bilincini aşıp ‘biz’ bilincine ulaşabilen kişiler inşâ eder. Biz bilincinin insanî anlamda bütün ‘beşeriyet/insanlıktaki kardeşlerimiz’, İslâmî anlamda ise ‘ümmet/bütün din kardeşlerimiz’ anlamına geldiğini hatırlatmak yersiz bir şeydir. Zira yeryüzü ölçeğinde mutlu yaşamın altın kuralının, kendisiyle birlikte başkalarını da mutlu etmekten geçtiğini hatırdan çıkarmamalıyız. Bunun sağlanması adına, herkesin yaşama hakkına sahip olmasının yanında, düşünce özgürlüğüne de sahip olduğu bilinciyle yeni nesiller yetiştirmek gibi önemli bir görevimiz bulunmaktadır. Ancak o zaman farklı, hatta rahatsız edici düşünce veya fikrinden dolayı dışlanmayan, tehdit edilmeyen hatta kovalanmayan cesur yürek bilim insanlarımız olabilir. 

Yorumlar (6)
Nihat Arıcı 4 yıl önce
Yüreğinize ve kaleminize sağlık hocam
Samet Şentürk 4 yıl önce
Çalakalem olmayan, sürekli hakikati irdeleyen kalemlere hasret,
bir muştucu var ki hakikata vuslat... Gönlünüze sağlık hocam...
Birol KISIR 4 yıl önce
Yüreğine sağlık hocam
Osman Albayrak 4 yıl önce
Harika bir analiz. Teşekkürler hocam
Osman Albayrak 4 yıl önce
Harika bir analiz. Teşekkürler hocam
ŞEREF ŞENTÜRK 4 yıl önce
Hak ve hakikati hak olduğu için söyleyebilen lerden Allah razı olsun
12
az bulutlu