banner4
03.10.2020, 17:00

Güneydoğuda Sonbahar                                             

İnsanoğlu sorgulandığında bir zırh gibi aidiyetle­rine sarılır, sorgulanmadığı bir yaşam bi­çimine kavuşunca da aidiyetini hızla terk eder. Özgür insan olmaya çalışır. Çoğunlukla ve sadece insan oluşunu yaşamak ister. Yani insanoğluna “sen kimsin?” denmedikçe, ya da başka bir şeyle sorgulanmadıkça, “ben”i ve aidiyeti tüm dünyaya özgüdür, evrenseldir.

Liberal anlayışın ve teknolojinin tüm hüneriyle bireyde, “ben” geliştikçe, dahası insan çağdaşlaştıkça özgürleşir. Ama bu günün paraya dayalı liberal özgürlüğünden bireyden topluma zehirli bir sarmaşık gi­bi Otizm hızla yayılıyor, güncelleşiyor, gelişiyor. Buna paralel olarak bir diyalogsuzluk, bölünmüş­lük ve bir yalnızlıktır almış başını gidiyor.

Herkes maşa kullanıyor;

İnsanın yırtılan kutsal ar dokusuna kutsal bir dolgu, bir tutkal bulunamı­yor. Herkes parası kadar kendini arıyor, parası kadar kendine yer bulabiliyor.

Bizde de birey, demokrasi dahil, her şeyin parası kadar kendisinin veya kendisine yakın durduğunu yavaş yavaş anlamaya başlıyor. Tekno ticaretin gelişimi, bireyden önce ekonomiyi ve siyaseti de sivilleştirerek yönlendirdiğini görüyor. Devletlerin bilinen, bilinmeyen erki, siyasette bile eskisi kadar fiziksel aygıtlarını kullan­mıyor, banallaşmıyor. 28 Şubat'ta olduğu gi­bi, maşa dururken kimse elini yakmıyor,  ama rakibini ve beğenmediğini af etmiyor. Çünkü teknoloji onu kullananların, özellikle de yöneten­lerin elinde bir illüzyon aracı haline geldiği artık herkesçe bilinmese de, görülüyor.

Demokrasimizin sponsorları;

Şunu demeyi ve kavranmasını istiyoruz ki; devletlerarası (ekonomi-politik) çıkar iliş­kilerinin yanında, devlet-birey çıkar ilişkileri de artık her türlü sınır ötesinde evrenselleşiyor.

Dünya demokrasisinin sponsoru durumuna gelmiş Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birleşik Devletleri’nin kendi aralarındaki çelişkilerin yanı sıra, sürdürülebilir ekono­mik ve kültürel ilişkilerini, uluslararası çıkar­larını, planlı, programlı birebir devlet-devlet, devlet-grup, devlet-birey, birey-birey ilişkisi haline getirdiklerini, yurttaşlık ve ulus­lararası pratiklerinden kolayca öğrenebiliyoruz.

Bizde ise iktidarlar, Batı'nın sunduğu ve sor­duğu programlarıı hâlâ kendi toplumundan giz­leme çabasında. O'na sorulan ve sunulan programı sanki unutmak veya halkına unutturmak istiyor.

Sivil bir Anayasa çalışması yerine, yasak savar gibi ek yamalarla Anayasayı sivilleştirme gayretin­de. İktidarın topluma hâlâ (KHK)Kanun Hükmünde Kararnameleri dayatıp, siyasi tıkanıklık yara­tarak, demokratik açılımları (reformları) ken­di eliyle engellemeye kalkışması, huylunun huyundan vazgeçmediğini anımsatıyor.

De­mokrasimizin bilinen, bilinmeyen derin unsurları bir süredir kendilerinden değişim bekleyen toplumuna barışık düzeni değil, yanaşık düzeni tarif ediyorlar. Demek, sistemimizin 'bağırsaklarını temiz­leme' sürecini tamamlayamadığı iddiası doğru. Sahi, “Elin Gâvuru”na neden kızıp duruyoruz?

Sivil siyasetin önemi;

Demokrasi adına verilmek istenen müshilleri (reformları) siyasi hekimlerimizin yanlış ve korkak duruşları nedeniyle, pratiksiz süreci uza­ttıklarından bürokrasi ve “Müesses Nizam” da kendince yeniden öne çıkı­yor ve engellini koyuyor. Sivil siyaset ile yetiştirilmeyen siyasi liderler ve takımları; sorunları gelişimin ve değişi­min fırsatı haline getiremiyor. Tüm çabalar icazetli, şoven bir popülizmden öteye gitmi­yor. Böylece iç gelişme mi, iç çekişme mi olduğu anlaşılmayan nedenlerin çoğaldığı son dönemlerde, ama çoğu kez dış zorlamalarla yapılan reformlar halktan habersiz, pratiksiz bayatlayıveriyor.

Sorunlarımızın bugünkü sivil siyasi so­rumluları kendi kalelerindeki anti demokratik paslaşmaları dahi seyrediyor. Bu kez sivil katman­larda; “ha... demek ki biz; ikinci el demok­rasi ile yaşatılıyoruz / yönetiliyoruz.” Tedirginlik dolu gergin fikirler, radikal hareketler öne çıkıyor. Böylece, 'Sözde demokrasi'nin kurum ve kuru­luşları da, ya edilgen, ya müdahaleci, ya da töhmetten kurtulamıyor; Meclis gibi, TSK gibi...

Böylesi bir yönetimin adı da de­mokrasi değil, olsa olsa düzensizlik olabilir.

Sıkıyönetim ve OHAL’ın ülke insanlarını on yıllardır Anayasa ve yasalarla değil, 'yasa gibi' KHK. (Kanun Hükmünde Kararname)lerle yönetmenin artık yettiğinin iyi bir 657 ci olan Sayın Cumhurbaşkanı tarafından bile hatırlatıl­ması, kimilerinin paçasını tutuşturdu. Bu ki­mileri bu ülkeyi hâlâ 'biz' ve 'onlar' mantı­ğıyla yönetenlerdir. Ülkemizin Avrupa’ya üyelik sürecine hazırlanışı ve eksikliklerini kâğıt üzerinde tamamlama gayreti, yol haritamızın rengi­nin belirginleşmesi, meclisin demokratik açılımlara karşı tavrı, tüm toplum kesimle­rince izlendiği açık. Özellikle; demokrasi, in­san hakları, bireysel hak ve özgürlükler, inanç ve ifade özgürlüğü ile dil ve kültürlerin gelişimini korumaya yönelik 'ikiz' tabir edi­len BM sözleşmeleri için saylavlarımız Avru­pai bir sınavdan mecburen geçeceklerdir.

           Beyinleri hâlâ 1900'lerde olanlar;

İşte burada, bu ülkeyi hep kendileri­nin ve kendi çıkarları ile eş anlamlı sayanların engelini unutmamak gerekmekte. Beyinleri hâlâ 1903-1924 yıllan arasında kalanlara, bugün liberalizmin gündeme taşıdığı bireysel özgürlükten bile korkanlara; 19. Yy. Amerikan menşeyli olan, ancak 20 yy.’ın başında bu kez V.İliç Lenin tarafından (anılan sü­reçte pek çok kez geliştirilerek) birlik temeli üzerinde dünya halklarına sunulan ulusal self determinasyon teziyle, ABD(Avrupa Birleşik Devletleri) bireysel özgürlük tezinin apayrı şeyler olduğunu, kim, nasıl, Alfabesiz yurttaşlardan önce, bu varakparelere anlatabilecektir? Sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel eşit­lik amaçlı, birikimli birey yaratıcı bu söylemin; bugün BM'nin ve liberalizmin öznesi olan bireyin kendi ka­derini tayin hakkı-self determinasyonunu-içerdiğine ve bireyin kendini geliştirmesi için ortam sağlanması temeline dayandığına inandıracaktır.

Mesut Yılmaz'ın sınavı,

Ülke de "Bu kış komünizm gelecek" fobisinden kurtulamayanların veya bunda çıkarı olanla­rın, şa-HİN'liklerini hesaba katmak lazım ki, 2001'de mesafe alınabilsin. Avrupa üyeliği yol haritasının sürecini ve alt yapısını oluşturmak so­rumluluğunu alan Sayın Mesut Yılmaz'ın, Dışişleri Bakanlığı'yla nasıl bir strateji izleye­ceğini, Türkiye ve Güneydoğu kamuoyuna bunu nasıl ve kimlerle anlatacağı merak ko­nusu. Bu süreç ya Mesut Yılmaz ve partisini bitirir, ya da liberal demokrat bir parti oldu­ğunu cesaretle ispatlar ve toparlanır. Mesut Yılmaz’ın bu zor sınavını kadroları ve demokratik güçlerin duyarlılığı belirler.

Demokratik bir ülkede her yurttaş kendini ta­nımak ve geleceğini açıkça bilmek hakkına sahiptir. Bugün dünyadaki ulus devletlerde dâhil, devletsel bütünlük içinde; gerçek yurttaşlık bütünlüğünün yönü, evrensel kül­türle buluşuyor. Yani ülkeler normalleştikçe siyaset kültürü artıyor ve her renkten siyasete, siyasetçiye barış içinde yaşam hakkı bir gereksinim oluyor.

Ama Güneydoğu'da; şu sıralar sessiz, sakin, fakat beklentili bir süreç var. Sessizliği tufan sonrasına benzetenler azınlık­ta, ortamın iyimserlik koktuğu ise aşikâr.

Ağızlarında kilit var...

Ama, beklentinin programı yok, taslağı ise he­nüz mevzuat hazretlerinden geçmediği belli. Halkın politik tavır ve davranışları ise şimdilik aş ve iş ağırlıklı. Normalleşen ortamlarda si­yaset daha kolaylaşır. Lakin ne tuhaftır ki, Parlamentonun Güneydoğu siyaseti süresiz tatile çıkmış. Politikacılar ve yerel yönetimler ağızlarına kilit vurmuş. Protokol görüntüleri tahammül, uzlaşı ve diyalog ara­cı olmaktan uzak. Sivil toplum ve sivil çıkar baskı grupları işlevsiz. Medya sansasyonel haberler bulamıyor. Ticaret ve Sanayi Odaları suya sabuna dokunmak istemiyor. Esnaf siftahsızlıktan öte, gizli işsiz konumuna gelmiş.

Sivil yatırımcı ve tarım sektörü ya pazarsız, ya işletme sermayesiz. Yatırımcının her türlü taşınmazı Bankaların gözünde “batık taşınmaz.” İşadamlarına vaat edilen bedava arsa, yabancı sermaye ile buluşturma, referans ol­ma, bilgilenme ve bilgilendirme sohbetten öteye geçmiyor.

GAP idaresi, idare-i maslahatçı bir getto. Kalkınma Bankası, istisnalar hariç, Bölge İşadamlarını “itham” etmekten öteye adım atmıyor.

Özelleştirme İdaresi Baş­kanlığı bölge işadamlarının özelleştirilen yerleri almamaları için sudan bahaneler pe­şinde. Örneğin; Diyarbakır-Malatya ve Adı­yaman Sümer İplik fabrikaları ihalelerinin ikinci kez iptali neden? Maalesef Güneydo­ğu'da Toplumsal Barışın sosyoekonomik pay ve paydası flu renkten kurtulamamış.

           'Ben bilmez, merkez bilir'

Gerilimli, çatışmalı ve dolar masraflı bir Güneydoğu yerine, artık karşımızda sakin, aş, iş isteyen­lerin yanında, yatırım potansiyelini kullan­mak, barış ve istihdam ortamını yerli ve ya­bancı ortaklarla geliştirmek isteyen yerel işadamları var. Köye dönüş formülünü bekle­yen, toprağını, hayvanını özleyen köylüler, 'barış, uzlaşma ve Genel bir Af' beklentisinde olan 'fişlenmiş' on binler var.

Gelin, Güneydoğu'da ki bu yumuşama sürecini; demokratik temel tedbirler arama yerine, magazinsel günlük politikalara tercih etmeyin. Bir takviminiz, yol haritanız ve el âleme verdiği­niz yazılı sözünüz, imzanız var. 'Ben bilmez merkez bilir' mantığından kurtulmak gerekir. Sivil-demokratik mantık ise Kaf dağında değil, kafalardadır. 16 yıldan beri sosyal ve ekonomik travma geçiren yanımız Güneydoğu'dur. İnsanları da Kürd yurttaşlarımızdır.

          Yoksa yanılan biz miyiz?

Her şeyin telafisi bir başka şeyle mümkün­dür belki. Ama onur ve açlığın telafisi dün­yanın her yerinde ve her dilinde aynı anlamı ve beklentiyi taşır. Biz öncelikle kardeşimizi ismiyle çağı­racak kadar cesur, yaşadığımız nimetleri eşit­çe bölüşecek kadar yiğit olmadıkça, ikinci el demokrasi ile yaşamaya mecbur olacağız. Yoksa Ba­tı tarzında bir demokrasiyi arzulamak, Türkler ve Kürdler için hâlâ büyük bir yanılgı mıdır? Kim bilir, belki de yanılan biziz?

Yine de barış ve demokrasi için, Avrupa yolunun açılması için, ülkeye ve Gü­neydoğu'ya bu sonbaharda sahip çıkacak eşitlikçi, demokratik bir program sunacak adam gibi siyasetçi tavrı görmek istiyoruz.

Bizim buralarda Kürd kadınlarına ait olduğu söylenen bir özdeyiş var: "Bê xwedan di be, bê xwedî na be! (Tanrısız yaşanılır, sahipsiz yaşanılmaz!) Gelin, Tanrısız da yaşamayalım, demokrasisiz de!

Bu makalem 23 Eylül 2000 Radikal Gazetesinde yayınlanmıştır. 

(23 Eylül 2000 Radikal Gazetesi)

Yorumlar (0)
12
az bulutlu