banner4
05.08.2021, 15:13

Güç ve Meşrulaştırma Bağlamında Siyaset ve Ulemâ İlişkisinin Mâhiyeti

Sözlük anlamı gereği “seyislik” yani “at yetiştiriciliği” kelimesinden mülhem olan siyaset/siyasa terimi, zaman içinde ‘belli kurallar çerçevesinde yönetme’ anlamına gelecek şekilde insanlar için de kullanılır olmuştur. Kavramın kök anlamının “at yetiştirme sanatı” şeklinde olması, zamanla gelişecek olan siyaset kurumunun, belli kural ve nizamı merkeze alarak yapılan idare etme, yönetme ve yol gösterme işlemine denilmesini gerekli kılmıştır.

Yapılan idare etme işinin belli kuralları olması, bahsedilen siyaset kurumunun bütünüyle bir “disiplin/metodoloji/ilim dalı/modelleme” olmasını gerekli kılmıştır. Zaman içinde kelime anlamının genişlemesiyle özellikle insanları merkeze alan siyaset olgusu, esasında halkı belli kurallar çerçevesinde yönetme sanatıdır. Öyle bir sanat ki, hem yöneteni ve hem de yönetileni psikoloji ve de sosyolojinin kuralları çerçevesinde sınırlandırmaktadır. Bahsedilen kanunlara dikkat etmeyen kişi ve grupların hatta devletlerin yaptıkları şeye ne siyaset ve ne de idare denilir.

Ülkemizde çok tanınan bir siyasetçinin bize özel şartları anlatmak için söylediği “Türkiye yönetilmez, idare edilir” lafzı, kendi kuralları çerçevesinde doğal yollarla işleyen bir siyaset kurumunun teşekkül edemediğini açıkça ifade etmektedir. Zamanın başbakanı olan Demirel’in bu tespitini sadece ülkemiz özelinde değil, İslâm Dünyası’nın her köşesine yayacak olursak, karşılaşacağımız manzaranın bizden daha kötü bir görüntüye yaslandığı aşikârdır. Belki de bu alanda mâkule en yakın duran ülkemizin “kendi özel şartları” gereği her daim “asker sorunu” olması, her şeyden evvel tarihsel birikimle ilgili bir olgudur diyebiliriz.

Ancak işleyen siyasete kendince haklılaştırılan nedenlerle el koymak suretiyle ara verdiren bu cenah, garip bir şekilde kısa bir süre sonra kışlasına da çekilmeyi bilmiş ve yönetimi kendilerince kontrol edilebilen sivillere bırakmışlardır. Özel bir sohbette duyduğum kadarıyla askerin bu yaklaşımı, meslekleri olmaması hasebiyle batırılacak olan ekonomi sayesinde gözden düşecek askeri karizmayı öncelemiş olmaları sebebiyledir.

Dünyanın her yerinde siyaset etme işine tabir caiz ise “burnunu sokan” farklı kesimler olmuştur ve de olacaktır. Bu durum siyasetin doğası düşünülürse çokça yadırgatıcı da değildir. Bizce asıl sorun, siyasete tercih sunup yön belirleme işinde katkı sunacak olan kesimlerin bu görevlerini yapmak yerine, siyasete sunulan isteklerini doğrudan meşrulaştırma çabası içine girmeleridir. Diğer bir ifadeyle, siyasetin muhatapları olan kesimlerin işleyen siyasete bazı şeyleri önermeleri ve belli bir beklenti içinde olmaları son derece normal bir işleyiştir.

Burada sorun olarak görülen asıl şey, bahsedilen tarafların kendi beklentilerini cebrî bir tarzda işleme koyma istekleri ya da diğerleri aleyhine genişleyen istek kümelerini dayatma tercihleridir. Aklı başında olan siyasetin bu istekleri görüp en kullanışlı olanı tercih etmesi, toplumsal dirlik için atılacak adımlardan birisidir. Bir kesimin isteklerini merkeze alıp diğerlerinin aleyhine işleyen alan oluşturmak, hem siyasetin ve hem de toplumun mahvına sebep olan tercihlerdir.

Sağlıklı işleyen bir siyasal rejimde sıradan halkın kendi hakları ve yetkileri hatta sorumlulukları konusunda eğitilmiş olması beklenir. Eğer bu yapılmazsa, haklarından haberdar olmayan kesimin kendilerine ulaşan her menfaati “ulufe” yani “tek taraflı ödenen maaş” gibi algılama hatasına düşebilir. Diğer bir ifadeyle, devlet organizasyonunu verdiği vergilerle işler kılan halkın devlet tarafından kendilerine ulaşan nimetleri “tek taraflı arz” yani bir anlamda “hibe” olarak görmesi de doğru bir tutum değildir.

Tam aksine, sağlıklı devlet organizasyonları ve sağlıklı devlet yöneticilerinin olduğu her durumda siyasetçinin halka borçlu olduğunu bu nedenle de onların kalkınması için çalışması gerektiğini bilmesi beklenir. Fetih kültürüne dayanan devirlerde bu paylaşımı askerler arasında yapan yöneticilerin vergi aldıkları kesimler olan gayr-ı müslim unsurları işleyişe dâvet etmeme geleneği, aynı refleksi gösteren yöneticiler sayesinde zamanla mü’min unsurlar için de devreye sokulmuştur.

 Bugün için halka borçlu olduğunu değil, halkın kendisine borçlu olduğunu düşünen siyasetçilerin dünün mirasçıları olduğu şüphesizdir. İslâm Dünyası’nda istendik bir gelişme olmaması açısından zamanla diktatoryal ya da dediğim dedik rejimlerin neşvünema bulması da böylelikle halka karşı borçlu olmadığını düşünen kişi ve ailelerin yönetim anlayışlarından sonra neşet etmiştir.

Modern bir çağa adım attığımız bu dünyanın işleyişinde dahi dünden arta kalan bazı arızaların olması, insanın olduğu yerde benzer sorunların kalıcı olduğunu haber vermektedir. Buna göre halkın beklentilerini değil, kendi isteklerini önceleyen siyasal rejimler, elde edecekleri gelirin daha çok olması için kendilerince boyunduruk altına alınması gereken etkin kesimlerle dirsek temasına girmişlerdir.

Para ve mülkiyet sahipleri, din-bilim adamları ile siyasal erkin kurduğu bu koalisyon, her dem sıradan halkın zararına işleyen bir sistemi ayakta tutmuştur. Kurulan düzenin ayakta kalması için adeta sacayağı görevi gören bu kesimlerin, diğer bir ifadeyle, halka yabancı ve de halkı yönetim işlerinden uzak tutan rejimlerin kendi konumlarını güçlendiren bazı tedbirleri alıp farklı kesimlerden destekçileri beslediği kuşkusuzdur.

Kendi dönemlerinde “saray ulemâsı” ya da “yeminli destekçiler” gibi duran bu kesimlerin her daim saraydan beslendikleri ve yaşamsal aktivitelerinin oranın desteğiyle sürdürdükleri bilinmektedir. Bilinen bir şey daha varsa o da, sarayın yani idare ve siyasetin bu kesimleri bir şekilde yanlarına çekmeyi başardığı, eğer gönüllü olmazlarsa ceza ve tehditle sindirdiği, bazılarını açıkça ortadan kaldırdığı ve diğerlerine ders olacak tutumları öncelediği tespitidir. Sadece sıradan halkı değil, bu işin uzmanlarını da sindiren bu tutumun bazı kesimlerde kerhen bazı kesimlerde ise gönüllü taraftarlığa evrildiği açıkça görülmektedir.

Şair Dertli gibi her daim söze girerken “vîrân olası hânede evlâd ü iyâl var” beklentisini önceleyen kişilerin, hakikati terennüm etmesi gereken her söz alışlarında “gücün hakikatini öncelediği” bilinmeyen bir şey değildir. Her türlü güç ve baskıya rağmen hakikatin yanında duranların ise başlarına nelerin geldiği aşikârdır. İşbu yaşanmışlıklardan ötürü zaman içinde iktidarın ulemâsı denilen bir kesimin türemiş olması, sadece bugünün değil, siyaset-güç-hakikat üçlüsünü sağlıklı işletemeyen her yönetimin kusuru gibi durmaktadır.

Sözün bu yerinde, her devirde iktidarın sesi olma tercihini öne alan bilginler/bilim insanları/ulema ile hakikatin sesi olmAa tercihini içselleştiren ulemanın duruşunu ayırmak gereklidir kanaatindeyiz. Zira ilkinde üretilen değer “meşruiyet/toplu onay” iken ikincisinde ise “bilgi/yasa” olmaktadır. Buna göre, her türlü bağımsızlığını kaybedip siyasî ikbal peşinde koşan ya da siyasete eklemlenecek şekilde yol alan ulemanın; doğal olarak siyaseti dönüştürme şansı kalmamıştır. Karşısındaki gücü dikkate alıp ondan çekinen, korkan, plan ve hesap yapan ulema, her devirde hakikati devşiren bilgi yerine mevcut iktidarları onaylayan meşruiyet üretme peşinde olmuştur.

Güç ve iktidarlar, ulemanın bu eğilimini ya da zaafını kullanarak yaptıklarını kolaylıkla meşrulaştırmış ve din ile devlet ahlâk ile güç arasındaki açıklık giderek büyümüş ve bu tutum, artık her taraftan görünür bir kusura dönüşmüştür. Müslüman siyasal geçmiş için söyleyecek olursak, özellikle Emeviler ile Abbasiler devrinde başlayan bu yöneliş, Selçuklu ve Osmanlı hanedanlıklarında da devam etmiş, günümüzde dahi farklı formlarda sürgit hâle kavuşabilmiştir. Öyle ki kendisini hakkın yanında değil, gücün yanında konuşlandıran bir ulema gerçeği ortaya çıkmıştır. 

Artık haksızlık ve zulme karşı gerçekleşmesi gereken duruşlardan olan cihad, fetih ve eleştiri gibi olgular yöneticiye itaatin peşi sıra anılır olmuştur. Bu yapıya uymayan dimağlar ise hainlik ve de zararlı unsur mesabesinde ele alınmıştır. Merkezî eğilim olarak siyasal otoritenin dediğini onaylayan bu bakışın diğerleri için “nefes alma” şansını ortadan kaldırdığı aşikârdır. Ve dahi ulemamız “bilgi üretme” peşinde değil, “bildirileni üretme” peşinde dolaşır olmuştur.  Ulemanın bu zaafını bilen siyasal güçler, din denilen temel ilkeleri kendi çıkarlarıyla eşitlemenin peşinde koşarken, olası tutumlarının sürekliliklerini temin etme adına ulemanın bu zaafından yararlanmışlardır.

 İktidarı belirlemede en değerli metot olan seçim/şûra usulünün saltanata dönüşmesini eleştiremeyen ulemanın, buna nazaran onu meşrulaştırması ise, işin tuzu biberi olmuştur. Neticede yöneticilerin zulümlerini göremeyen bu kesimler, arkasına aldıkları ilmî statü ve bu statüyü besleyen güç sayesinde iktidarlara mutlak itaati öne almışlardır. Artık servetini halkın sırtından çoğaltanlara ses çıkarılmadığı gibi, halkın fakirliği bir “kader/yazgı/zorunlu koşul/olması gereken şey” olarak görmesi için nice etkin beyanlar öne sürülmüştür.

Yönetimleri esnasında servetlere konanların mal edinme rejimlerini dahi sorgulayamayan bu bakış, mal edinme rejimi kapsamında Hz. Ömer ve Hz. Abbas’ın tartışmasını görmezden gelip, sıradan halka vergi vermenin faziletinden bahseder olmuştur. Bununla kalınmayıp yöneticileri iş üstünde öven eserler yazılmaya devam etmiştir.

 Mamafih “Ahkâmu’s-Sultaniyye” türü eserlerden sonra halkın rızkını veren kişilerin sadece yöneticiler olması gerektiği daha yakından anlaşılır olmuştur. Bu tür dindarlık süreçlerinde karizmaya önem verilmiş ve sorun çözme aparatı olan “ortak akıl” kavramı sürekli ve de bilinçli olarak devre dışı bırakılmıştır. Bunca çalışmaya rağmen iktidarların nasıl gelip, nasıl gitmesi gerektiğine dair meşru bir yol üretilememiştir.

Bütünüyle kendi irade ve isteği sonrasında her dönem için geçerli olan tavır gereği, mevcut iktidarın sesi ve de borozanı olan ulemânın saygınlığı kalmadığı gibi, onları “kullanılır eşya” gibi gören güç sahipleri yani iktidarların da onlara saygısı kalmamıştır. Nihayetinde olmaması gereken bir tarzda hayat bulan bu ilişki sonrasında kaybeden taraf, sadece ve sadece ulemânın kendisi ve de kurumsal yapısı olmuştur.

Yorumlar (0)
12
az bulutlu