Son Dakika
banner1

Kurtuluş Tayanç ÇALIŞIR yazdı.. DÜŞÜNMEK ve AŞK

Kurtuluş Tayanç ÇALIŞIR yazılarıyla vasat.com'da..

GENEL 15.10.2019, 13:13
Kurtuluş Tayanç ÇALIŞIR yazdı.. DÜŞÜNMEK ve AŞK

 Düşünmek veya düşünebilmek insanın diğer canlılardan farkı ve insanı insan yapan özelliğidir. Başlı başına bir erdemli olma faaliyetidir. Öyle ki, insan türünün ilk ve en kalıcı aşkı “düşüncedir” diyebiliriz. Üstelik üretilmiş mantıklı diğer tüm düşüncelerin ateşleyicisi olma özelliğine de sahiptir. Kısaca düşünce okyanus, aşk denizdir ve aşk, en derin düşüncedir. Bunun yanında aşk da düşüncenin en önemli kazanımıdır demekte mümkündür. İnsanın kendi değerini ortaya koyma eylemidir. Bu eylemden yoksun ya da yoksunlaştırılmış kişi ya da toplumların varlığı yokluğa eşit bir hiçliktir. Isaac Newton’un da dediği gibi “biz düşüncelerimiz değiliz, biz düşüncelerimizin düşüncesiyiz.” 

    Fakat bunca değerine karşın aşk için düşünmek vakit kaybıdır. Zevk almak iyi bir sonuçtur ona göre. Düşünmeyi sevmediği için hiçbir şeyden şüphe de duymaz. Her şeye bodoslamasına dalar. Bodoslama dalma sorumsuzluğunu kendisine hak görür. Hatta aşk, düşünme yetisini inkâr ettiği için, hiçbir şeyden sorumlu olmayacağını iddia eder. Çünkü o aşk sarhoşluğunu rıza dışı bir sarhoşluk olarak görür ve rıza dışı sarhoşluğu hiçbir hukuk sisteminde hiç kimsenin sorumlu tutamayacağını öne sürer.

    Oysa aşk, büyülü bir düşünme halidir ve o düşünmekle vardır. Düşünmek varolduğu içinde aşk vardır. Düşünme kabiliyeti bulunmayan hayvanlar bu yüzden aşka benzer duygularını hayvani cinselliğin ötesine taşıyamazlar.

    Düşünce ölmez ve düşünce ölmeyeceği içinde aşklar bitse de aşk ölmez. Çünkü ölümsüz olan düşünce her zaman yeni yepyeni aşkları doğurur. Yeter ki düşünmesini bilelim. Aslına bakarsanız düşünce aşklara aşklarda düşüncelere gebedir. Ama en doğrusu sanırım aşk, en güzel düşünceden devşirilmiş yıldız; düşünce de aşk tohumunu besleyen topraktır.

    Aşk, ikilemler içinde yükselen bir düşüncedir aynı zamanda. O en güzel ve en iyiye yönelmiş düşünceleri yangınlar içinden çekip almak cesaret ve kararlılığına sahiptir. Bu nedenle o düşünce bahçesindeki en değerli meyvedir. Bu nedenle aşkı düşünceden soyutlamak insan türüne yakışmayan bir düşüncesizlik eylemidir. Hem zaten insanın düşünmeyi keşfetmesinin dolaylı bir ürünü olarak “aşk gibi aşk”, kendinin düşünmekten soyutlanmasına müsaade etmeyecek kadar güçlü bir duygudur.

    Ayrıca iyilik ve güzellik dolu bir düşünceye sahip aşk, kişilikli bir aşktır. Her kişilikli aşk onlarca sevgi doğurur. Güzelliği ve iyiliği çoğaltır. İçindeki sevgi yağmurlarını olabildiğince geniş kitlelere yağdırmak ister. Sevincini paylaşmaz ise, hatta haykırarak paylaşmaz ise, mutluluğu içine hapsetmiş olacağını düşünerek, sevinçlere ve mutluluklara özgürlüğü sunar. Sunar ki, serbestçe bütün kalplere girip herkese bulaşsınlar ister. Bulaşsınlar ki, bütün dünya sevgiden ve aşktan bir bahçeye dönsün ister.

    Aç karnına sağlıklı düşünemeyen bir kafa, aşksız da idealist denebilecek düşüncelere sahip olamaz. Her insanın arzusu ve ihtiyacı da reformist bir anlayıştaki tembel, niteliksiz ve korkak aşk değil; çalışkan, nitelikli ve cesur diyebileceğimiz idealist ya da ezber bozan bir aşka sahip olmaktır. Zaten, aslında karşılaştığımız küçük aşk çılgınlıklarının çoğu, sevgililerin aşkın idealistlik özentisinden başka bir şey değildir. Bu niteliği kazanacak olan aşk, eskiyen düşüncelerin sökülüp atılması, yeni düşüncelere ise öncülük edilmesinin azmettiricisi olmak suretiyle bir yandan da düşünceye hizmet etmiş olacaktır. Hobbes’un bir sözünden esinlenerek şunu söyleyebilirim ki, düşünce aşk tarafından her zaman iyiye yönlendirilen bir değerdir. Aşkın idealist düşünceleri besleyen ve azmettiren yönünü bilen kötü ruhlu insanlar, sırf bu nedenle aşkın zehirli bir düşünce olduğunu öne sürerek kalplere ve düşüncelere kelepçe takmak istemektedirler. Bu, bütün insanlık tarihinin, bütün sayfalarında yazılı olan inkâr edilmeyecek bir gerçektir.

    Başka bir açıdan benzer durumu belirtecek olursam, aşk aslında en güzel düşüncelere kendi ihtirasını iyi manada bulaştırandır. Yani aşk, en güzel ütopyaların hayata geçirilebileceği cesaret ve inancını aşılayan “imkânsız tanımaz” duyguları göreve çağıran bir öncü duygudur. En güzel düşünceler aşkın sayesinde filiz verir. Sadece düşünce olarak kalmazlar, eyleme geçerler. Düşünceyi çatlatır, toprağı yırtar ve filiz vermesini sağlar. Şunu da önemle belirtmeliyim ki, gerçek aşklar, kifayetsiz muhterislerden değillerdir hiçbir zaman. Boş, anlamsız ve yararsız hırsların çelişkili ve kötüye yönelmiş düşlerinin peşine takıp kurban konumuna düşürmezler âşıkları. Düşüncenin çatlamış tohumlarını daha filizlenmeden toprağa gömmek istemez. Düşünce tohumunu sorumlu bir ihtirasla besleyerek sağ salim toprağı yarıp, filizlenerek yeryüzüne çıkmasını sağlar. Böyle böyle yeryüzünü en iyiye, en güzele, özetle söyleyecek olursam adalete yönelmiş düşüncelerin rengine boyar. Sonuçta, şair Adnan Yücel’in bir şiirinde dediği “yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!” sözünden esinlenerek söylersem, yeryüzü adaletin yüzü olur belki de. Bu konuya tersinden baktığımızda ise, şunu söyleyebilirim: Özü kötülerin aşka karşı tavır alması, insanoğlunun varoluş nedenine ve hayatın anlamına karşı da tavır alması demektir

    İnsan kalbine verilecek en büyük, en ağır ve en sert muhtıra aşkın ayrılık muhtırası olsa da düşünceyle yoğrulmuş aşklar ayrılığa meydan okur, tensel aşklar her ayrılıkta yeni tenlerde fırsat kollar. Birinci tür aşıklar ne kadar ayrı düşseler de birbirlerinden aşkları kafalarının içindeki düşüncede tüm canlılığıyla yaşamayı sürdürebileceğinden zamana da mekana da yenilmezler, ayrılık virüsünden kolay kolay etkilenmezler, kuru yaprakları saymazlar, şiirlerde ve şarkılarda buluşmaya programlanmış bir çift yürek gibidir onlar. Bilirler ki, sevgi bilincinin, tutku anlayışının ve sevdiğini kaybetme korkusunun  “düşüncenin kendisinde bir değer” olarak içselleştirilmediği ilişkiler aşk olarak adlandırılamaz. Hasret rüzgârlarının gücü, içlerindeki ayrılık ateşini harlamaya yetmez. Vicdanları ve akıllarıyla besledikleri düşünceleri su olur da imdatlarına yetişir. Hiçbir zaman mutlak olarak çözülmezler. Onlar ayrılabilir, ama ayrıştırılamazlar. Onlar sadece ayrı düşmüşlerdir ve birbirlerini aramaktan vazgeçmek gibi bir huyları asla yoktur. Kısaca onlar ayrılsalar da beraberdirler. Oysa tensel aşklar öyle midir? Onlar ayrılığın ayak seslerinden bile ürkerler. Sevgiliye “sen yoksan ben ne yaparım” derken, kendilerine bile itiraf edemeseler de aslında “teninin yokluğunda arzularımın ateşini nasıl söndüreceğim” demek ister gibidirler. Bu acı bilinçlilik halidir zaten ayrılığın aşka galip gelmesinin nedeni. Zira arzuların ateşini söndürecek bir ten bulan aşığın soluğu orada atmakta, kalbi orada çarpmakta, arzuların ateşini orada yakmakta asla gecikmeyecektir. Bu da mutlak ayrılık denilen aşkın sonunun mührü olacaktır. Ve artık o aşığın tutunacak dalı, yani bir asalak gibi yaşayacağı bedeni yeni bulduğu sevgilinin teni olacaktır. Bu aşk teranesi de her ayrılıkta tekrarlanacaktır. Kısaca onlar ayrılsak ta yeni tenlerde yaşasak ikliminde hayat bulan tensel aşklara mahkûm yürek taşıyan zavallılardır. Onlara söylenecek söz: “Hesaplarını hep bedenler üzerinden yapan aşk anlayışı, cinselliğe hücum anlayışından öteye gidemez”, olacaktır. Bu tür bir anlayıştaki aşk, başkalarının bakışı karşısında sürekli olarak iç homurdanmalar yaşayan kıskanç ötesi bir varlığa dönüştürür uygarım diyen insanları bile. O’nun neden olduğu kıskançlık, kıskançlık olarak kalmayacak, kin ve nefrete dönüşecek denli ihtiraslı bir şeydir. Çünkü bu tür aşk, sevgilinin bedenini mülk nesnesi olarak görmekten gocunmamaktadır.

    Tensel aşklar, her şeye hazırdır, ama ayrılığa hazır değildir. Kendisinden uzaklaşan aşığın mutsuzluğu için duacıdır o. Soğuk algınlığında sevgiliden birkaç günlük ayrılığı hoş görür ama aşkın zevk dolu dakikaları için bunu önemsemez. Bu nedenle sevgilinin son nefesi değil, hep ilk nefesi olmak ister.

    Aşk kendini saklamaz. Saklasa da hissettirir elbet. Dolayısıyla saklanmayı da beceremez. İnsanın yüzüne yansır, sözüne yansır, eylemlerine yansır. Bağıra çağıra ben geldim der. Kendi duyurusunu kendi yapan ilandır o. Bu ilanı yapamaz ise, başka bir deyişle kendini saklarsa bu kez de kendini kaybeden olur. Bu nedenle düşüncenin arka planına saklanmış aşklar sinsidir, gizlediği menfaat içeren ihtiraslara gebedir. Bu nedenle onlara aşk değil, olsa olsa “menfaat gözeten aşkcık” denilmelidir. Unutmayalım ki, menfaat dengelerini gözeten bir aşk, aşk olmaktan çıkmıştır.

    Sonuç olarak aşka ve âşıklara hatırlatmak isterim ki, Oscar Wilde'nin dediği gibi, “Herkes aynı düşüncedeyse kimse düşünmüyor demektir”. O halde düşünceye düşman olmak aşkı kötücül yapar, kötücül aşkta aşk olmaktan çıkmıştır zaten. Böyle bir aşk, kendi köküne balta vurmaktan farklı bir şey yapamaz. Sonuçta aşk anlayışına zarar vermek dolayısıyla bütün aşklara zarar verir. Bu durumda aşkın görevi düşünceyi sabote eden her türlü düşüncesizlik ve düşünce ile her türlü eylem ve eylemsizliğin karşısında olmalıdır.

14.10.2019- Mersin

Kurtuluş Tayanç ÇALIŞIR

Yorumlar (5)
Ferda Aras 4 yıl önce
Kaleminize ve yüreğinize sağlık
Prof.Dr.Fulya ÖZTAŞ 4 yıl önce
Her zaman olduğu gibi yine muhteşem, düşüncenize, kaleminize sağlık.
Prof.Dr.Fulya ÖZTAŞ 4 yıl önce
Her zaman olduğu gibi yine muhteşem, düşüncenize, kaleminize sağlık.
Lütfiye Korkmaz 4 yıl önce
Seçtiğim ve katıldığım öyle güzel tespit ve yorumlariniz var ki, kendim konuşuyormuşum gibi hissettim.
Düşüncelerinize katılmamak mümkün mü ?
Necmettin Oğuz 4 yıl önce
Öncelikle bir emek var ve buna saygı duymak gerekir. Sonrasında ise benim bakış açım "Olanın olmayana bilenin bilmeyene borcu vardır. " dolayısı ile her ne olursa olsun her paylaşımı bir borç ödemek gibi görümüşümdür. Yazan arkadaşı tebrik ederken ödediği bedenden dolayı teşekkür ederim.
12
az bulutlu