banner4
17.02.2020, 13:01

Geçmişin Yanlışlarını Tekrar Ettiğimiz Müddetçe Oldukça Maliyetli Bir Hesap Bizleri Bekliyor Demektir

Ümidini ilkesel ve de ahlâkî örnekliğe bağlamış olan beşeriyet, insanlığın “son adası” mesabesindeki Müslümanlar nezdinde büyük bir hayal kırıklığı içinde gibidir. Nitekim her durumda ulvî değerlerin temsilcileri olmamız gereken Müslümanlar, hatta ötekine örneklik etmemiz noktasında olarak bizler, bu seviyeden hayli uzakta durmaktayız. Denilebilir ki Müslümanlar, çevresinde olup bitenlere anında tepki verip çözüm bulma konusunda oldukça yetersiz görünmektedir. Diğer bir ifadeyle bizler, sorun kapıya dayanmadan, hatta ateş bacayı sarmadan önlem alma gibi bir faaliyetin içine girmeyi akıl edemiyoruz. Değil yüz yıl sonrasının, on yıl sonrasının bile sorunlarını bugünden görme erdemi, bizlere pek yabancı durmaktadır. Düşünce dünyası esaret ve köleliğe kodlanmış bir dünyada öne çıktığı şekliyle; “bize bir şey olmaz”, “iş olacağına varır”, “akacak kan damarda durmaz”, “neylersin ölümlü dünya”, “dünya malı dünyada kalır”, “nasip değilmiş”, “tedbir takdirin önüne geçmez”, “ancak yazılan başa gelir”  vb. gibi zihnimizi işgal eden bir sürü engel ve bariyer eşliğinde büyüyen bir nesilden başkaca bir şey beklemek de safdillik olurdu herhâlde.

Demek ki, ahlâkî değerlere susamış olan insanlığa başarılı örneklik sergileyebilme adına öncelikli olarak zihinsel yapıyı inşâ eden tasavvurlarımızı değiştirmek zorundayız. Zira tasavvurumuzun değişmesi, dünyaya bakışımızın değişimini de beraberinde getirecektir. Yani eldeki acıyı dindirmek için, öncelikli olarak kırık parmağı tedavi ettirmek gerekmektedir. Yoksa parmağımız kırık olduğu müddetçe dokunduğumuz her şeyde acı duyacağız. Ateşin bacayı sardığı bu dönemde etrafımızdaki meselelerden bigâne kalma lüksümüz de yoktur. Ateizm, deizm, agnostisizm, faşizm, sekülerizm ve ırkçılığın bu denli karmaşık hâle gelip insanın zihnini esir aldığı başka bir yüzyıl yok gibidir. Ne yazık ki bu esaretin en fazla bizim insanımıza zarar vermesi muhtemel gibidir.

Sağlıksız din sunumları sayesinde geleceğimizin teminatı olan gençleri dinden soğuttuğumuzun farkında olmalıyız. Korkarım ki yakın zamanlarda din adamlarını dinleyen, söylediklerine kulak veren, onları ve konumlarını önemseyen hatta dine hayatında yer açan insan sayısı oldukça azalacaktır. Görevli olduğumuz bu dünyada sadece “ektiğimizi biçiyoruz” misali, akleden Müslümanlığı öne çekmeliyiz. Yoksa yakın bir süreçte kendi kendimize söyleşi yapar hâle gelmemiz söz konusudur. Sokağın ve hânelerin yakından tanık olduğu bu konuya anlamlı bir metaforla girmek uygun olacaktır kanaatindeyiz. Bilindiği gibi eski dönemlerde çalışanların hayatını sonlandıracak olan madenlerdeki gaz seviyesinin ölçümü için teknik manada alet edevat olmadığından, madenciler kendileriyle beraber kafes içinde kanarya götürürlermiş. Kanaryanın sağlık durumuna bakarak işlerine devam ederlermiş. Eğer ki kanarya bayılır ya da başka bir şey olursa, madende biriken ve insan sağlığına zararlı olan gazın arttığına hükmeder ve işe ara verirlermiş.

Tıpkı bunun gibi Müslüman toplumlar da kendi içlerindeki bu tür eğilimlerin seviyesine artış istikametine bakarak yaptıkları ve yapacakları hakkında karar vermek durumundadır. Yani Müslüman toplumların kanaryası bu toplumun içinden çıkıp onun dinine ve tanrısına aldırış etmeyen gençlerin olduğunu söyleyebiliriz. Onların bu durumu bizlerin nasıl bir işle meşgul olduğumuzu en güzel göstergesidir. Ateizm, deizm, sekülerleşme/dünyevileşme, nihilizm, intihar eğilimi, sorumluluk almama, tüketim çılgınlığı, duyarsızlık, ideolojik saplantılar, cinsel sapmalar, ötekine yaşam hakkı tanımama, kâfir ilan etme, sahte kutsallık üretme, insanları geçmişte yaşamaya hapsetme, aklı mahkûm etme, dünyaya siyah-beyaz olarak bakma vb. gibi nice sorunların temel kaynağının din denilen olgunun akıl ile bağının koparılarak insanların hapishanesi hâline getirilmesidir diyebiliriz. Bu yaklaşım, bugünkü modern dünyada bile insan neslinin katliamlara mâruz kalmasına neden olmaktadır. Myanmar’dan, Filistin’e, Pakistan’dan Suriye’ye, Ukrayna’dan Afrika’ya pek çok yerde insanların bitmez tükenmez ihtiraslarının masumların kanlarına dönüştüğünü görmekteyiz. Bu yerlerin kiminde kâtil makamında oturan sebebin katı ve “tek hakikatçı dindarlık” anlayışları, kiminde beşerî ideolojiler, kimilerinde ise ihtiras ve açgözlülüğün tetiklediği sömürme hevesinin olduğu bizleri şaşırtmamalıdır.

Çünkü insanoğlu, yiyemeyeceği şeyleri biriktirme konusunda oldukça hassas ve de muhteris bir varlıktır. Yine bu varlık, kendi konforu için kardeşini öldürebilme cesaretini gösterebilen tek canlıdır diyebiliriz. “Müslüman sokağında ateizm veya diğer eğilimlerin artmasının göstergelerinden birisi de okullarda zorunlu/mecburî ya da seçmeli olarak sunulan Din Kültürü, Kur’an-ı Kerim, Temel Dini Bilgiler, Hz. Muhammedin Hayatı ve diğer derslere olan tepkiselliği görmekteyiz. Sahada çalışan öğretmenlerin ifadelerine dayalı olarak diyebiliriz ki, din olgusuna muhalif ve mesafeli duran bazı veliler, bazı okullarda yetersiz seçim, hoca veya ders sebebiyle çocuklarının zorunlu olarak bu derslere kaydırılmasına tepki duymaktadır. Bu kişiler, kendilerinin ateist olduğunu söyleyerek, doğal bir hak olarak çocuklarını da bu şekilde yetiştirmek istedikleri, bu yüzden de ister seçmeli ister mecburî olsun bu tür derslerin çocuklarına anlatılmaması veya farklı derslerin açılması hatta bunların müfredattan çıkarılmasını istemektedir. Babaları gibi bu eğilimde olan gençlerin de derse ilgisizliğinin yanı sıra sınav kâğıtlarını boş bıraktığı ve dönem sonunda derse giren öğretmenler tarafından farklı gerekçelere dayandırılarak mecburen geçirildiği ifade edilmektedir. Az da olsa bu tür gençlerin gerek sistem tarafından ve gerekse de aile tarafından bu şekilde zorlanmasının belli bir tepkiselliğe yol açtığı ve bu tutumların kişilerde karşı tepki doğurduğu söylenebilir.

Oysaki insanın yandaşı olduğu veya karşısında durduğu düşünceyi önce anlaması gerekmez mi? Aslında ateist veya diğer inanış biçimlerine yakın duran kişilerin din olgusunu sadece karşıdan görmeleri hasebiyle kulak tıkamak istemektedirler. Ancak bu dersler, onlar için de din denilen olguyu yakından tanıma adına önemli bir fırsat olabilir. Belli bir kültürün içinde yaşayan kişilerin yaşadıkları toplumun ritüel ve inançlarını bilmesi öğrenme çıktısı adına verimli bir süreçtir. Zira yarın bu gencin değişimi hâlinde bilgi eksiklikleri sayesinde içinde yaşadığı topluma yabancılaşacağını söyleyebiliriz. Bu yüzden öğretim adına yaşadığı toplumun bazı ritüellerini bilmesi ona kolaylık sağlayacaktır. Esasında bu sürecin sağlıklı bir şekilde yönetilmesi adına öğretim ortamları ve dersin öznelerinin belli bir kalitede olması gerekmektedir. Sağlıklı bir diyalog için her şeyden önce, derse giren hocaların öğrencinin sorularını cevaplayabilecek veya yönlendirebilecek donanımda olması ve sınıf ortamlarının bu gibi düşünceleri dile getirmeye uygun olması gerekmektedir. Şu an itibariyle bu noktadan oldukça uzak bulunmaktayız.

Ne yazık ki, ne öğretmenlerimiz bu eğilimler konusunda kendilerini yetiştirmekte ve ne de sınıf ortamlarında oldukça farklı ve rahatsız eden sorulara anlayışla karşılık verilmektedir. Çocukların bir kısmı bu soruları sorduklarında az da olsa öğretmenleri tarafından, genellikle de arkadaşları tarafından sapık, kâfir, dinsiz vb. olarak görüldüğünü söylemektedir.Gençlerin İslâm dünyasındaki din devletlerinin hâlini örnek vererek kendi eğilimlerine imkân aradıkları aşikârdır. Onlara göre nüfusu Müslüman olan devletler ile nüfusunun büyük çoğunluğu ateist olan Kuzey Avrupa, Japonya vb. ülkeleri arasındaki farklar, kimin haklı olduğunu göstermektedir. Basit bir kıyasla çoğunluğun haklı olabileceği savı gençleri cezbeden bir düşünce olmaktadır.

Bugün itibariyle, otoriter yönetimlerin adı cumhuriyet olsa bile halkına özgürlük tanımadığı ve bu yüzden de ahalinin ateizme kaydığı düşüncesinin gençler arasında sıklıkla kullanıldığını görmekteyiz. İlginçtir bu konuda verilen örnek ise İran devletidir. İslâm devriminden sonra ateizmin daha çok yayıldığı dillendirilmektedir. Düşüncenin sertliğiyle ilgili olarak basında çıkan şu haberin bize yol gösterici olduğunu düşünebiliriz. Katolik dünyasının lideri Papa Francis, mafyayı kâfir ilan etti. Mafya tarafından öldürülen bir din adamının cenaze töreninde konuşan Papa, “Hem Tanrı’ya inanıp hem de mafya üyesi olunamaz” diyebilmiştir.Bu yaklaşımın tarihte iman amel konusundaki sert ve katı anlayışları sayesinde dindarlar arasında terör estiren bazı grupları hatıra getirmektedir.

Müslüman dünyanın daha başından beri oldukça marijinalleşmesine neden olan Selefî düşüncenin bizzat kendisi otoriter, sert, tartışmaya kapalı, itaate açık yapısı gereği bu algıyı beslediği söylenebilir. O yüzdendir ki böyle topluluklarda genellikle otoriter eğilimleri besleyen iktidarların olduğu görülmektedir. Ancak bu durumun nasıl ortaya çıktığı ya da hangi nedenin diğerini ortaya çıkardığı konusunda hayli farklı görüşler bulunmaktadır. Yani otoriter din anlayışı mı otoriter ve baskın yönetimleri ortaya çıkarmıştır, yoksa siyasal anlamda otoriter bir yapı kuran yöneticiler bu düşünceyi besleyen dinsel yapıyı mı destekleyerek ortaya çıkarmışlardır. Sanki ilk durum daha doğru gibi görünmektedir. Sebep hangisi olursa olsun, artık Müslüman sokağında bile ateizmin ayak sesleri duyulmakta gibidir. Bizler elimizden kaçırmakta olduğumuz gençliğin ateizme yakın durmasının olası nedenleri üzerine kafa yormak zorundayız. Zira sahadan izlenimleri takip edenler, sokağın bu tarafında bile işlerin pek de iyi gitmediğini rahatlıkla söyleyebilirler.

Bilmeliyiz ki gençlik, hangi toplum olursa olsun, gelecekle eşdeğerde anlaşılan bir grubun adıdır. Bu yüzden toplumların gelecekleri, yetiştirmiş oldukları gençliğin kalitesine bağlı olarak değişmektedir. Yani her toplum, eğer ki kendi geleceğini düşünüyorsa, kendini ileriye taşıyacak aktif kesim olan gençliğin eğitim ve aklına mukayyet olmalıdır. Onların hem maddî gelişimini ve hem de manevî gelişimini temin edecek yapısal kurumları oluşturmalıdır. Ve dahi gençliğin akıl sağlığını tehlikeye atacak hurafe eğitiminden vazgeçmek durumundadır. Öyle ki kendi hâlinde gelişenleri müstesna olmak üzere, özellikle diyalojik tarzda gelişen karşıt fikirlerin cevaplanması adına güçlü zihinler yetiştirmek durumundayız. Yani bugünün sorularına dünün cevaplarını vermekten kaçınmalıyız. Yoksa gençliğin içinde bulunduğu zaman dilimi ve çağın koşulları gereği onlara oldukça cazip gelecek olan fikri eğilimlere yönelmesinin önüne geçemeyiz. Bu sebepledir ki, ateizm, deizm ve sekülerizmin sokağa yansımaları denilince daha ziyade kendi geleceğimizin tartışıldığı ve oldukça nazik bir hâl almış olan hassas bir durumdan bahsetmekteyiz.

Gençliğini elinde tutamayan milletlerin nerelere yakın duracağını bilmek lazımdır. Örnekliğin kalıcı olması için onların dilinden konuşmalı ve onların gündemlerinden uzak kalmamalıyız. Soruların akıl ve tecrübe eşliğinde cevaplanması gereklidir. Bilmeliyiz ki gençler “aspirin cevaplar “denilen kısa ve kesin cevapları sever. Bu sebeple cevaplarımızın netliği kadar anlaşılır olmasına da dikkat etmeliyiz. Muhatabın ciddiye alındığı her durumda onun soruları da ciddiye alınmalıdır. Kabul etmeseler de anlamalarını temin etmenin yolu, bizlerin konuştuğumuz konu hakkında bilgi sahibi olmamızdır. Akıl ve zekânın getirdiği yer, bizlerin sorumluluğunda ise de, iradelere müdahale edemediğimiz için, sonuçta onların kararlarıyla karşı karşıya kalacağız. Hayat devam ettiği müddetçe soru ve cevapların da devamlılık arzedeceğini düşünürsek, mücadelenin aşkla yapılması gerektiğini daha yakından anlayabiliriz.

Gençlerin akıl ve gönüllerinde yanan ateşin farkında olan her kişi, onların sorunlarıyla hemhâl olmayı tercih edecektir. Bugün başkasının hanesindeki yangın, yarın sizin kapınızı çalabilir. Karaya vuran denizyıldızları gibi ulaşabildiğimiz her gencin daha sağlıklı bir yaşama kavuşabileceğini söyleyebiliriz. Neticede herkes kendi sorumluluk alanında yaptıklarından hesaba çekilecektir.

Yorumlar (2)
Mehmet ALi CAKAL 4 yıl önce
Güzel bir yazı, güzel bir sosyolojik tahlil, Tebrikler
Osman ALBAYRAK 4 yıl önce
Harika bir analiz olmuş. Teşekkür ederiz Namık Kemal Hocam
12
az bulutlu