banner4
09.05.2020, 11:38

FELSEFECİLERİNTUTARSIZLIĞI-39

İmamGAZALİ

Tehâfüt El-Felâsife (Felsefecilerin Tutarsızlığı)

...

V. DELİL

Derlerki; Eğer akıl, akledileni bedensel bir araçla kavrarsa kendisini akledemez. İkincil önerme, olanaksızdır, çünkü akıl kendini akleder, öyleyse öncül de olanaksızdır.

Deriz ki; “İkincilinaksinin istisnası, öncülün aksini doğurur” sözü doğrudur. Ancak öncül ile ikincil arasında gereklilik var ise bu, geçerlidir. Üstelik biz deriz ki; ikincilin öncüle gerekliliği kabul edilmez. Bu konuda kanıt nedir?

Denilirse ki; Bu konuda kanıt şudur: Görme, cisimle olduğuna göre, görme; görme ile ilgili değildir, görüş organı görmez, duyuş organı duymaz, diğer duyular da böyledir. Aynı şekilde akıl da ancak cisimle kavrıyorsa, kendini kavrayamaz. Akıl kendinden başkasını aklettiğine göre, kendini de akleder. Çünkü bizden birisi, kendinden başkasını aklettiği gibi, kendini de akleder. Böylece kendinden başkasını aklettiğini aklettiği gibi, kendini aklettiğini de akleder.

Deriz ki; Sizin belirttiğiniz şeylerin tümü iki yönden tutarsızdır;

Birincisi, görme, bize göre kendisine ait olabilir. Hem kendinden başkasını görür, hem de kendisini görür. Tekbir bilgi, hem kendinden başkasını bilme, hem de kendini bilme olduğu gibi. Ancak alışmışlık bunun aksine meydana gelmiştir ve bize göre alışmışlıkların aşılması uygundur.

İkincisi ki, bu daha güçlüdür,  biz bu konuları, duyular için kabul ediyoruz. Ancak siz “neden bazı duyularda bu olanaksız olunca, diğer kısmında da olanaksız olur” dediniz? Bedensel konusunda birlikte oldukları halde, kavrayış bakımından duyuların hükmünün farklı olması ne kadar uzak bir olasılıktır. Gerçekten görme ile dokunma birbirinden farklıdır. Dokunmanın, ancak dokunulan araçla, dokunanın birbirine değmesi durumunda kavrayış belirtebileceğini söylediniz. Tat alma da böyledir. Görme ise bunun aksinedir. Çünkü onda ayrılma koşulu vardır. Üstelik bir kişi göz kapaklarını üst üste getirse, göz kapağının rengini göremez. Çünkü o kendisinden ayırım yoktur.

Bu farklılık, cisme gereksinim konusunda farklı olmayı gerektirmez. Dolayısıyla bedensel duyularda akıl adı verilen bir şeyin bulunması ve kendini kavraması yönüyle diğerlerinden ayrılması uzak görülmez.

VI. DELİL

Dediler ki; “Akıl, eğer görme gibi bedensel bir araçla kavrasaydı diğer duyular gibi kendi aracını kavramazdı. Ancak akıl, kalp ve beyni de kavrar. Bunun aracı olduğu söylenilemez. Bu da gösteriyor ki onun ne aracı vardır, ne de yeri, aksi durumda  kalp ve beyni kavramazdı.

Bu söze karşı çıkma, bundan öncekine karşı çıkış gibidir. Biz diyoruz ki; Görüşün kendi yerini kavraması uzak kabul edilemez, ancak böyle alışıldığı için kabul edilmemektedir.

Veya diyoruz ki; Daha önce geçtiği gibi, cisimleri izlenim bakımdan birlikte de olsa, duyuların bu anlamda cisimlerden ayrı olması, neden olanaksız olsun? Siz niçin, “cisimde var olan şeyin kendisinin yeri olan cismi kavraması olanaksızdır” dediniz? Niçin belirli bir parçadan gönderilmiş bir tüme egemenlik gerekli olsun? Parçaya ait bir nedenle veya bir çok parçalarla, tümekarar vermenin yanlış olduğu mantıkta düşünce birliği ederek bilinmektedir. Üstelik bunun için şöyle bir örnek verilmiştir. Bir insan, “her hayvan, çiğnerken alt çenesini oynatır. Çünkü biz tüm hayvanları teker teker gözden geçirdik ve tümünün böyle olduğunu gördük.” derse bu karar timsahı bilmezliğin anlatımıdır. Çünkü o üst çenesini oynatmaktadır.

Bunlar da, yalnızca beş duyu ile akıl yürütmüşlerdir. Onu bilinen şekilde görmüşler ve buna göre tümekarar vermişlerdir. Oysaki timsahın diğer hayvanlar arasındaki durumu gibi, aklın da diğer duyular arasında başka bir duyusu vardır. Budurumda duyular bedensel olmakla birlikte, kavradığı şeyleri göz gibi, ancak dokunarak kavrayan dokunma, tat alma gibi, ancak dokunarak kavrayan diye ikiye bölündüğü gibi, kendi yerini kavrayan ve kavramayan diye de ikiye bölünür.

Budurumda onların söylediği şey yalnızca zan getirir, güvenilebilenkesin bir bilgi getirmez.

Denilirse ki; “Biz, yalnızca duyular ve akıl yürütme ile yetinmedik, aksine kanıta dayanmaktayız ve diyoruz ki; eğer kalp ve beyin insanın kendisi olsaydı, insanın onları kavramaktan uzak olması olanaksızlaşırdı. Üstelik her ikisini de birlikte akletmekten uzak olmazdı. Tıpkı kendisini kavramaktan uzak olmadığı gibi. Çünkü hiçbir şeyin kendisi, kendi kendisinden uzak kalmaz. Aksine her zaman kendi nefsini, nefsinde doğrular. İnsan, kalp ve beyin sözünü duymadığı veya beden yapısı bilgi yoluyla başka birisinden işitmediği sürece onları kavramaz, varlığına inanmaz. Eğer akıl bir cismin içerisine yerleşmişse, o cismi sonsuza kadar akletmesi veya sonsuza kadar akletmemesi gerekir. Bu iki olasılıktan hiçbirisi doğru değildir. Aksine akıl bir halde akleder, bir halde akletmez.

Bu gerçekleşmiş bir gerçektir,şöyleki, bir yere yerleşmiş olan kavrayış, o yeri, kendisinin o yere bağlantısı yönünden kavrar. Kendisinin o yere ilişmesi onun içerisine girmekten başka bir şekilde düşünülemez. Böylece, onu sonsuz olarak kavrar. Eğer bu bağlantı yeterli olmuyorsa sonsuza kadar kavramaması gerekir. Çünkü onun buraya başka bir bağlantısının olması düşünülemez. Gerçekten o kendi nefsini aklettiği için nefsini sonsuza kadar akleder ve ondan hiçbir şekilde bilgisiz olmaz.

Derizki; Nefsinin bilincinde olduğu ve ondan bilgisiz olmadığı sürece; bedeninin ve cisminin bilincine sahiptir. Evet onun için, kalbin adı, görünüşü ve şekli belirli değildir. Ancak beden olarak kendi nefsini belirler. Üstelik o, kendisini giysisi ve evi içerisinde belirler. Onların belirttiği nefis ise ev ve giysiye uygun düşmez. Bunun cismin aslını tespit etmesi, onun aslının  ayrılmayanıdır. İnsanın kendi adından ve şeklinden bilgisiz olması, koku mahallinden bilgisiz olması gibidir. Bunun ikisi de, beynin ön kısmında memelerin başına benzeyen iki çıkıntıdadır. Her insan kokuyu burnuyla kavradığını bilir. Her ne kadar o, koku kavrayışının başa arkadan daha yakın olduğunu, başın içerisinde de, kulağın içinden burnun içine daha yakın olduğunu farkederse de, kavrayış yeri onun için oluşmaz ve belirginlik kazanmaz. Aynı şekilde insan kendinin bilincine varır ve bilir ki; kendisi ile var olduğu kimliği kalbine aittir ve göğsü kalbine ayağından daha yakındır. Çünkü o, kendisinin ayağı olmadan kalabileceğini varsayabilir de, kalbi olmadan yaşayabileceğini varsayamaz. Budurumda,felsefecilerin insanın bazen cisminden bilgisiz olduğu bazen de olmadığı şeklinde söyledikleri şeyler doğru değildir.

VII. DELİL

Felsefeciler dediler ki; Bedensel araçla  kavrayan anlama yeteneğinde devamlı çalışmaktan dolayı aksaklık meydana gelir. Çünkü hareketi devam ettirmek cismin doğal yapısını bozar ve onu aksatır. Aynı şekilde yüce ve güçlü konular da anlamayı yıpratır ve bazen de bozar. Üstelik ondan sonra en küçük ve zayıf şeyi bile kavrayamaz. Kulağın büyük bir sesi duyması ve gözün büyük bir ışığı görmesi gibi. Bunlar kulağı ve gözü bozar veya kendisinden sonra gelenleri kavramayı önler. Böylece kulak; gizli sesi kavramaktan, göz; ince görüntüleri almaktan uzaklaşır. Üstelik çok tatlı bir şeyi tadanlar; onun ardından çok hafif bir tadı dahi hissetmezler.

Akla ait gücün durumu ise bunun aksinedir. Çünkü onun düşünülebilir olanlara bakmasını ve devam ettirmesi kendisini yormaz. Üstelik açık ve zorunlu şeyleri kavramak, onu gizli görüşleri anlama konusunda zayıflatmaz aksine güçlendirir. Eğer akılsal güce bazı zamanlarda aksaklık ilişirse ki, bu hayal gücünü kullanıp ondan yardım istemesindendir. Hayal gücünün aracı zayıflar, aklı kullanamaz.

Bu da bir önceki gibidir. Biz deriz ki; bu konuda bedensel duyuların farklı olması, uzak kabul edilemez. Onlardan bir kısmı için belirlenen özelliklerin, diğeri için de belirlenmesi gerekmez. Üstelik cisimlerin bu konuda birbirinden farklı oluşu uzak görülemez. Çünkü bir kısım cisimleri bir tür hareket zayıflatırken, bir kısmını da aynı hareket zayıflatmaz, aksine güçlendirir. Eğer onda bir etki yaparsa meydana etkiyi hissettirmeyecek şekilde güçlenmesini sağlayan bir neden bulunabilir.

Tüm bunlar olabilirdir. Çünkü bazı nesneler için belli olan kararıntüm nesneler için belli olması gerekmez.

VIII. DELİL

Felsefeciler dediler ki;Gelişmesinin sonucuna vardıktan sonra yaşlılıkta  bedenin tüm kısımlarının gücü zayıflar. Duraklama ise kırk yaşında veya daha sonradır. Bu sırada göz, kulak ve diğer güçler zayıflar. Oysaki akıl gücü çoğunlukla bundan sonra güçlenir.

Buna rağmen, bedene bir hastalık girince veya yaşlılık nedeniyle bunama başlayınca, düşünülebilir olanlara bakmanın olanaksızlığı gerekmez. Her ne kadar akıl gücü, bazı durumlarda bedenin zayıf olmasına rağmen güçlenirse de, onun varlığının kendi nefsi ile var olduğu açıktır. Bu yüzden beden çalışamaz olunca, onun da çalışamaması; onun bedenle var olmasını gerektirmez, çünkü ikinci önermenin aynıyla ayrılığı, bir sonuç ortaya çıkarmaz. Biz diyoruz ki; eğer akıl gücü bedenle var ise, her durumda  bedenin zayıflığı onu da zayıflatır. İkinci önerme olanaksızdır. Öyleyse öncül de olanaksızdır. Biz dersek ki, ikinci önerme bazı durumlarda vardır, bu durumda öncülün de var olması gerekmez.

Ayrıca bunun nedeni şudur; Bir engel engellemediği, bir uğraşı ele geçirmediği durumda nefsin, kendiliğinden bir fiili vardır. Çünkü nefsin fiili iki türlüdür;

Biri, bir fiilin bedene kıyasladır ki, bu, bedenin yönetimidir.

Diğeri de, kendi ilkelerine ve kendisine kıyasladır ki, bu da, düşünülebilir olanları anlamaktır. Bu ikisi birbirine karşıttır ve birbirini engeller. Nefis ikisinden birisiyle uğraştığı sürece diğerinden uzaklaşır. İki durumu birleştirmek onun için olanaksızdır.

Beden yönünden nefsin uğraşıları; hissettirme, hayal etme, istekler, öfke, korku, üzüntü ve acıdır. Sen bir akla uygunu düşünmeye başladığında tüm bu şeyler durur. Üstelik soyut olarak duygu, aklın aracına veya aklın kendisine bir sıkıntı gelmeden aklı ve aklın bakışını kavramasını önleyebilir. Tüm bunların nedeni; nefsin fiillerden bir fiille uğraşmasıdır. Böylece aklın bakışı, acı, hastalık ve korku anında çalışmaz, çünkü o an beyin de rahatsızlanmıştır.

Nefsin fiilinin iki yönü arasındaki uyuşmazlık çatışması nasıl uzak kabul edilebilir? Bir tek yönün birden fazla olması bazen çatışma gerektirebilir. Çünkü korku acıyı, aşırı istek öfkeyi bir düşünülebilire bakış; diğer düşünülebiliri unutturabilir. Bedende yerleşmiş olan hastalığın, bilgilerin yerine bulaşmamasının belirtisi kişinin hastalıktan kurtulup sağlığını kazanınca o bilgileri yeni baştan öğrenmeye gerek duymamasıdır. Aksine nefsinin durumu olduğu gibi eski haline döner. Eski bilgilerini yeniden öğrenmeksizin, tümü olduğu gibi geri gelir.

Karşı çıkmaadına diyebiliriz ki; Güçlerin artıp eksilmesinin bir çok nedenleri vardır. Bazı güçler, yaşamın başlangıcında güçlenir, bazısı ortalarında, bazısı da sonlarında. Aklın durumu da sonuncu gibidir. Geriye yalnızca çoğunluğun nerede olduğu konusu kalmaktadır.

Görme ile koklama duyusunun farklı olması uzaksanamaz. Çünkü cisme ilişen iki durum olarak eşit olsalar da koklama duyusu kırkından sonra güçlenir, görme duyusu zayıflar. Bu güçler hayvanlarda da farklılık gösterir. Bazısının koklama duyusu güçlüdür, bazısının işitme, bazısının da görme duyusu. Bunun nedeni denetimolanağı olmayan yaratılışındaki farklılıklardır.

Araçların doğallığının da, aynı şekilde kişiler ve durumlar bakımından farklı olması uzak görülemez. Herhangi bir neden, akıldan önce göze zayıflık getirebilir. Çünkü göz daha öncedir. O, canlının doğuşundan beri görmektedir. Oysaki akıl onbeş yaşından sonra veya daha çok insanlarda gözlenen farklılıklara dayalı olarak tamamlanmaktadır. Üstelik denilir ki yaşlılık; baştaki saçlara, sakaldan daha önce geçer. Çünkü baştaki saç daha öncedir.

Bunedenlere girildiği durumlarda, olgular normal bir ilerleyişgöstermediğinden dolayı, bu durumların üzerine güvenilir bir bilgiye dayandırmak olası olamaz. Çünkü güçlerin artıp eksilmesinin olabilir olan şekilleri sayılamazdır. Bu ise, kesin bir bilgi ortaya koymaz.

IX. DELİL

Felsefeciler dediler ki; İnsan nasıl belirtileriyle birlikte cisimden oluşabilir? Oysaki cisimler sürekli yıpranırlar. Gıda yıpranan kısmın yerini alır. Üstelik annesinden doğan çocuğun bir çok kez hastalandığını, sonra solduğunu, sonra semirip geliştiğini gördüğümüz zaman, diyebiliriz ki; kırkından sonra onda annesinden doğduğu sırada var olan kısımlarından hiçbirisi artık kalmamıştır. Üstelik diyebiliriz ki, varlığının öncesi yalnızca meninin kısımlarından oluşur. Bu bölümlerinden hiçbirisi geriye kalmamış, tümü yıpranarak başkasıyla yer değiştirmiştir. Dolayısıyla bu cisim, o cisimden ayrıdır. Oysaki bu insan, o insanın aynıdır deriz. Üstelik çocukluğunun başlangıcında elde etmiş olduğu bilgiler onunla birlikte kalır, oysaki bedeninin tüm organları değişmiştir. Bu da gösteriyor ki, ruhun bedenden ayrı bir varlığı vardır ve beden onun aracıdır.

Buna şöyle karşı çıkılabilir; Bu eksiklik, hayvanlarda ve ağaçlarda da vardır. Bunların büyüklükleriyle küçüklük durumları kıyas edildiğinde görülür ve denilir ki, bununla, o aynıdır. Tıpkı insan için denildiği gibi. Oysaki bu, onun cisimden ayrı bir varlığının bulunduğunugöstermez.

Bilgi konusunda sözü edilen konular; hayal edilen şekillerin korunmasıyla gerçek dışı olur. Çünkü beynin diğer bölümleri değişse de, o bellek çocukluktan büyüklüğe kadar olduğu gibi kalır. Onlar beynin diğer bölümlerinin değişmediğini iddia ederlerse, kalbin diğer bölümleri de aynıdır, ikisi de bedendedir ve tümünün değişmesi nasıl düşünülebilir? Üstelik biz deriz ki; insan, örneğin, yüz yıl da yaşamış olsa onda meninin bir kısmı kalmış olmalıdır.

Tümüyle yok olması olmaz. İnsanda bir ölçü kalmış olduğundan dolayı bu insan o insandır. Tıpkı bu, o ağaçtır, bu o attır dendiği gibi. Bir çok değişikliğe ve yıpranmaya rağmen yine de meni kalıcı kalır.

Bunun örneği şunun gibidir; Bir yere bir damacana su boşaltılsa, sonra bir damacana daha boşaltılsa ve onunla karışsa, sonra ondan bir damacana su alınsa ve sonra bir damacana daha boşaltılsa ve yine bir damacana su alınsa sonra, bunu tekrarlamaya bin kez devam edilse, biz son defasında ilk sudan bir parçanın kalmış olduğuna, alınan her bir damacana suda, kesinlikle o ilk sudan bir parça bulunduğuna karar veririz. Çünkü o su, ikinci seferde de vardı. Üçüncüsü ise ikinciden daha sağlam bir derecededir, dördüncüsü üçüncüsünden daha sağlamdır ve böylece sona kadar uzanır.

Bufelsefecilerin kurallarına göre daha çok gereklidir. Çünkü onlar cisimlerin sonsuza değin parçalanabileceğini uygun görmüşlerdir. Bedene gıdanın eklenmesi ve bedenin bölümlerinin yıpranması tıpkı bu kaptaki suya konulan ve alınan sular gibidir.

X. DELİL

Felsefeciler dediler ki; Akıl gücü, kelamcıların durumlar adını verdikleri akla ilişkin ve tüm genelleri kavrar. Akıl gücü belirli bir insanın kişiliğini duyularıyla gözlemlediği zaman; kesin olarak insanlık kavramını anlar, Oysaki o kesin olarak insanlık gözlenen kişinin başkasıdır. Çünkü gözlenen kişi belirli bir yerde, belirli bir renkte, belirli bir ölçüde ve belirli bir durumdadır. Akledilen kuşkusuz insan kavramı ise, tüm bu durumların dışındadır. Ancak kavram olarak insan adının sözünün uyum sağladığı her şey görülen insanın renginde, ölçüsünde ve durumunda olmasa da üstelik gelecekte ortaya çıkması olası olan tüm insan cinsleri de onun içine insan kavramı girer. İnsan türü ortadan kalksa dahi, akılda insan gerçekliği kavramı tüm bu insana ait özelliklerinden soyutlanmış olarak kalıcı olacaktır. Duyuların somut olarak gözlediği her şey de böyledir. Bu gözlemlerden akılda, kişinin gerçeği, madde ve durumlardan soyutlanmış, genel olarak yer eder. Böylece de onun nitelikleri; kişisel “ağaç ve hayvan için cisimlilik, insan için canlılık gibi” ve sonradan ilişme “ağaç ve insan için, beyazlık ve uzunluk gibi” olmak üzere ikiye bölünür.

İnsan ve ağaç cinsi veya kavranılan her şey için bu nitelikler; kişisel ve ilişen olarak kararlaştırılır. Görünen kişiye göre değil.

Bu da gösteriyor  ki;Duyumlanan  belirtilerden soyutlamış olan tüm; insan tarafından akledilir ve onun zihninde yer eder.

Akledilentüm de böyledir, onun ne belirtisi, ne durumu, ne de ölçüsü vardır. Durum ve maddeden soyutlanması ya kendisinden alınan şeye bağıyla olacaktır “ki bu olanaksızdır” çünkü kendisinden alınan şey; durum,  yer ve ölçü sahibidir. Ya da alana bağıyla olacaktır “ki bu da akleden özvarlık konumundakinefistir” bu durumda da özvarlığın bir durumu, belirtisi, ölçüsü olmamalıdır. Aksi durumdaözvarlık için, bunlar kabul edilecek olursa, ona yerleşen şey için de kabul edilir.

Buna şöylece karşı çıkılabilir; Akla yerleşmiş olarak koyduğunuz genel anlam kabul edilemez. Çünkü, ancak duyulara yerleşen şeyler, akla yerleşebilir. Duyulara yerleşen şeyler de genel olarak yerleşir. Duyu, onun ayırımını yapamaz, akıl ise onları ayırıp ayrıntılı açıklayabilir.

Sonraduyulara yerleşmiş olan şey ayırılırsa; bölümsel olması nedeniyle akılda belirtilerden tek başına ayrılan; belirtilerle birlikte ayrılan gibi olacaktır. Ne var ki, akılda yer eden şekil; aklın şeklini kavrayıp ayırdığı şeye ve benzerlerine bir tek uygunlukla uygun düşecektir ve denilecektir ki; “Bu şu anlamda geneldir; Akılda ilkin, duyuların kavradığı tek bir düşünülebilirin şekli vardır. Bu şeklin, o cinsin diğer birimlerine bağlantısı tek bir bağdır. Bu yüzden, insan bir insanı gördükten sonra bir atı görecek olursa; akılda iki değişik şekil meydana gelecektir. Oysaki bir insanı gördükten sonra başka, diğer bir insanı görecek olursa akılda başka bir biçim meydana gelmez.

Bazen bu örnek doğrudan yalnızca duyuda da ilişir. Şöyleki, bir kişi suyu görürse; hayalinde bir su şekli belirir ve ondan sonra kan görürse, başka bir şekil meydana gelir. Tekrar başka bir su görürse, başka bir şekil meydana gelmez. Aksine suyun hayalinde yer eden şekli, her bir tek sular için örnektir. O, bu anlamda bu şeklin genel olduğunu sanabilir. Böylece,eğer bir insan sözgelimi bir el görürse, elin kısımlarının birbiriyle olan durumu “avuç ayasının yayvan, olması ve üzerindeki parmakların birer birer ayrılması ve parmakların tırnaklarla son bulması gibi” hayalinde ve aklında oluşur. Bunun yanı sıra elin büyüklüğü, küçüklüğü ve rengi de meydana gelir. Sonradan her şeyiyle ona benzeyen başka bir el görürse, akılda yeni başka bir şekil belirmez. Üstelik yeni bir şeyin meydana gelmesi için; ikinci gözlemenin hiç bir etkisi olmaz. Tıpkı bir sudan sonra bir kapta aynı ölçüde su görmesi durumunda olduğu gibi. Ancak aynı kişi renk ve ölçü bakımından bir önceki elden farklı bir başka eli görecek olursa, bu yeni el için bir başka renk ve ölçü var olur, ancak yeni bir el şekli var olmaz. Çünkü siyah ve küçük olan el, bölümlerinin durumu bakımından beyaz ve büyük olan elle ortaktır. Yalnızca renk ve ölçüde ondan farklıdır. Birincide eşit olan noktalardan dolayı ikincide yeni bir şekil belirmez, çünkü bu şekil, o şeklin aynıdır. Yalnızca birbirinden ayrılan şekillerin kısımları yenilenir.

İşte akıl ve duyunun her ikisinde de genelin anlamı budur. Akıl, hayvandaki cismin şeklini kavrayınca, cisim olma bakımından ağaç için yeni bir şekil meydana getirmez. İki suyun şeklini iki ayrı zamanda kavrayış örneğinde olduğu gibi. Benzer iki genelde de durum aynıdır. Bu ise durumu söz konusu olmayan bir genelin kabul edilmesine izin vermez.

Kaldı ki akıl, evrenin yaratıcısının varlığına karar vermesi gibi, belirtisi ve durumu olmayan bir şeyin varlığına karar verebilir. Öyleyse, bunun cisimle var olmasını neden düşünemiyor? Bu kısmıyla maddeden sıyrılan kısım, kendiliğinden akledilendir, yoksa akıl ve akleden değildir. Maddelerden alınmış olan kısma gelince, onun durumu yukarıda belirttiğimiz gibidir.

...

Yorumlar (0)
12
az bulutlu