banner4
01.06.2020, 09:18

DIŞ GÜÇLER NEDİR? NE DEĞİLDİR?

Dış güçler tabiri bizim tarihimiz boyunca literatürümüzde ve gündemimizde hep var olmuştur.

Ama bu ne derece doğru bir yaklaşımdır ya da tam tersine ne derece isabetsiz bir mazerettir, yani ne ne kadar doğrudur? işte bu makalemizde bunları ele alacağız.

Önce tarihimize ve yaşananlara şöyle kısaca bir göz atalım, özet olarak ve birkaç örnekle bir bakalım neler olduğuna:

Çinlilere kök söktüren, Çin seddi yaptıran (Asya) Büyük Hun İmparatorluğunun yıkılmasına sebep olarak 2 temel neden gösterilir: Çinli Prenseslerle evlilik ve bu evlilikleri müteakip Çinlilerin yönetimde olup bitenlerden haberdar olması ve soktuğu nifaklar, bu nifaklar yüzünden de zaman içinde ortaya çıkan yönetim kademelerindeki huzursuzluklar, çok başlılıklar ve taht kavgaları; diğer sebep ise, Çin’in ipek kumaşına olan düşkünlük.

Göktürk ya da Köktürk İmparatorluğunun çöküşü de benzeri nedenlerdendir. Nitekim Göktürk Yazıtları’nda bulunan şu yazıt çok dikkat çekicidir: “Çinlilerin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı söze, yumuşak kumaşa aldanıp, uzak milleti kendisine iyice yaklaştırırmış. Yaklaşıp konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman düşünürmüş. Tatlı sözüne, yumuşak ipek kumaşına aldanıp çok öldün Türk Milleti; yine ölürsün.”

Avrupalıların kendisine “Tanrının kırbacı” dedikleri ve Papa’yı da haraca bağlayan Batı (Avrupa) Hun İmparatorluğu’nun Han’ı olan Attila’nın ölümünden sonra, ortaya çıkan zaafiyetler ve bunlardan kaynaklı olarak oğulları arasında çıkan taht kavgaları neticesi yıkılması da, benzer nedenlerledir.

1071 Malazgirt Zaferiyle Anadolu’nun kapılarını Türklere açan Sultan Alparslan’ın liderliğindeki Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Sultan Melikşah’ın vefatından sonra nasıl oldu da önce Kirman Selçukluları, Suriye Selçukluları ve Anadolu Selçukluları olarak 3’e bölündü ve sonra da nasıl tek tek yok oldu? Aynı şeyleri görürüz: iç kavgalar, basiretsiz ve liyakatsiz yöneticiler, fitne, önce ekonomik çöküş, peşinden zayıflayan siyaset ve zayıflayan ordu, en nihayetinde çöküş.

Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılış sebeplerine baktığımızda da, son dönemlerinde, Moğollara yaklaşan ve Moğollardan şahsi gelecek bekleyen devlet yönetimindeki üst düzey bazı korkak ya da menfaatperest yöneticilerin gafleti ve hatta ihanetiyle, koskoca bir devletin yok edildiğini görürüz.

Dünyaya 6 asırdan fazla hükmetmiş ve özellikle de 1453-1800 yılları arasında dünyanın tek hakimi ve süper gücü olan Osmanlı İmparatorluğu da benzer nedenlerle yıkılmıştır.

Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinden bir örnek olarak, Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilme sebeplerinden kabul edilen, İttihad ve Terakki Cemiyetinin faaliyetleri ve iktidara tam hakimiyetini sağlamak amacıyla tertiplenen 31 Mart vakası gösterilir. Önce İttihad ve Terakki ismine bir bakın: “Birlik olma, birleşme ve yükselme, ilerleme” yani “birlik ve beraberlik içinde kalkınma ve ilerleme”. Kulağa ne kadar hoş geliyor değil mi? Bu bana aynen yukarıda yer verdiğim Göktürk Yazıtları’nda yer alan, yaklaşık 2.000 sene kadar önce, Çinliler hakkındaki uyarıyı çağrıştırdı. Yani tatlı sözlerle, tatlı vaadlerle ve siyasi vs hediyelerle gelip yok etmek. Şimdilerde de benzeri gaflet ve ihanetler yok mu?

Geçmişte, Büyük Hun İmparatorluğuna Çinlilerin yaptığı sair entrikaları, Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde yahudi ağırlıklı devşirmeler yapmıştır. Sarayda çöreklenen bu masonik örgütlenmeler, yönetimi sürekli yanlış yönlendirmiş, yöneticiler zamanında uyanamamış, yıllar içerisinde de bunlar sahte Türk ve Müslüman isim ve kimlikleriyle yani kendilerini gayet güzel gizlemek suretiyle ve yönetimde de doğrudan bizzat yer aldıklarından, devletin çöküşünü hızlandırmışlardır.

Abdülhamid’in azledildiğinde söylediği nakledilen o meşhur sözü hâlâ akıllardadır: “Bu memleketi benden sonra 10 sene idare etsinler, 100 sene idare etmiş sayacağım.” Abdülhamid’in tahtan indiriliş tarihi Nisan 1909’dur, Osmanlının bitiş tarihi ise Mondros Mütarekesinin imzalandığı tarih olan 31 Ekim 1918 kabul edilir. Yani Abdülhamid’ten sonra Osmanlı İmparatorluğu sadece 9,5 sene ayakta kalabilmiştir.

Bütün bunların özeti bize gösteriyor ki, örf âdet gelenek ve göreneklerin yani kısaca törenin zayıflatıldığı, ilimden ve bilimden uzaklaşıldığı, yönetimde zaafiyet, korkaklık veya şahsi menfaat temin etme emelleri olduğu, ya da gaflet ve dalalet başladığı ve birlik-beraberlik de zayıfladığı zaman, yıkılışa giden süreç de hızlanıyor.

Ancak, yönetimde zaafiyet olmadığı, adil bir yönetim olduğu, yönetimin adil olmasının yanında basiretli ve cesaretli de olduğu, milletin birlik ve beraberliğinin devam ettiği, ilime ve bilime önem verildiği, örf ve âdete bağlı kalındığı, devlet ciddiyetine riayet edildiği sürece de güçlenerek yolunuza devam ediyorsunuz. 

Şimdi de yakın tarihimize bir bakalım:

Her türlü olumsuzluklara rağmen ve binbir güçlükle 1923’te yeniden var olduğumuzdan bu tarafa yaşanan birçok olumsuz olay, ayrı ayrı ibret vesikasıdır.

Bizi tekrar yıkmak için genelde 2 faktör kullanılmıştır hep: Bunlardan birisi din ve mezhep faktörü, diğeri etnik ayrımcılık faktörü. Ve ne yazık ki biz hep bu tuzaklara düşmüşüz. Bu tuzaklara düşen toplum da bırakınız ilimde-bilimde teknolojide ve ekonomide ilerlemeyi, yerinde bile sayamaz.

Kimi zaman dini duygular tahrik ya da istismar edilerek veya mezhepçilik fitnesi pompalanarak birbirimize düşürülmüşüz; kimi zaman laiklik elden gidiyor diye tahrik edilmişiz; kimi zaman da etnik ayrımcılık yaptırılarak birbirimize düşürülmüşüz ama bu tezgahları bir türlü anlayamamışız.

Dinin, Yaratanla yaratılan arasında olduğu ve hiç kimsenin (diğerine saygı göstermekten başka) bir zorlamasının doğru olmayacağını anlayamadık, kabullenemedik. Oysa Bakara Suresinde (Ayet: 256) Cenab-ı Allah’ın “dinde zorlama yoktur” buyruğunu ya bilmemişiz ya da gözardı etmişiz. 

Kaldı ki, müslüman olmak da, müslüman olduktan sonra islamı hakkıyla yaşayabilmek de bir anlayış yani nasip meselesidir. Kişinin nasibi yoksa ne yapabilirsiniz ki?

Etnik köken de böyle; hiç kimseye dünyaya gelirken hangi uyrukta yani etnik kökende doğmak istersin diye sorulmadığı ve bunun tamamen yaratıcının bir takdiri olduğu halde, bunu bir üstünlük ya da eziklik gibi görmüşüz. Oysa Cenab-ı Allah Hucurat Suresi 13’üncü ayette “Ey insanlar! Sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık. Hem de sizi tanışasınız diye  kabile kabile, kavim kavim yarattık. ..” buyurduğu halde, bu emir ve takdirden kimimizin haberi bile yoktu, kimimiz de görmezden geldik.

Hâl böyle olunca, bizim bu zaafiyetimizi bilen dış mihraklar ile, içimizdeki bizden zannettiğimiz ancak dış mihrakların (para-pul, makam-mevki beklentisi ya da zaten onlardan olan ajan provokatörlük misyonerleri, vs vs gibi sair nedenlerle) uşağı olanlar da bu zaaflarımızı sonuna kadar kullanmışlar, ama biz bir türlü uyanamamışız.

Bütün bunların sonuçları olarak da, uçak fabrikası kuranlarımız iflas ettirilmiş, silah-mühimmat fabrikası kuranlarımız fabrikasıyla beraber havaya uçurulmuş, tarım ve hayvancılık batırılıp bitirilerek ABD’den ne idüğü belirsiz süt tozu ithal edilerek büyüme çağındaki ilk okul çocuklarımıza içirilmiş, ABD’den gemilerle buğday ithal edip bir de üstüne üstlük gemileri limanlarda şiirler şarkılarla alkışlarla karşılamışız, araba (devrim arabaları) yapmışız ama sudan bir bahaneyle devamını getirtmemişler, cep telefonu üretmişiz ancak sahip çıkılmadığı için batmış, vs vs.

Bu güzel vatanımızda, sadece son 40 yıl içerisinde pkk terörüne binlerce şehit vermemizin yanısıra, takriben 400-500 milyar dolara yakın teröre para harcadık. Terör yüzünden Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizde başta olmak üzere, tarım ve hayvancılığımız bir dönem bitme noktasına kadar gelmedi mi?

Masum bir gerekçeye sığınıyorlarmış gibi ve ağaç katliamlarının önüne geçmek istiyoruz denilerek adına “gezi olayları” denilen olaylarda, insanların polis araçlarının, belediye otobüslerinin üzerine çıkıp tepindiğini, çok sayıda aracın ve hatta iş yerinin yakıldığını; olayları önceden bildikleri ortaya çıkan yabancı bir kısım TV kuruluşlarının Taksim’den canlı yayın yaptıklarını; gezi olayları bahanesiyle yabancı yatırımcıların ülkemizde yapacakları milyarlarca dolarlık yatırımdan vazgeçtiklerini; ülkemizden çıkarılan para miktarının milyarlarca dolar olduğunu; 1,70-1,80 bandında seyreden doların neredeyse 2 katına çıktığını; % 4,61 olan tahvil faizlerinin bu süreci müteakip 3 ayda % 9,25’e kadar yükseldiğini hep birlikte gördük yaşadık. Tüm bunların ülke ekonomisine maliyetinin 200 milyar dolar civarında olduğu açıklandı. 

İşin dikkat çekici noktalarından biri de, 2000 yıl önceki Göktürk Yazıtları’nda olduğu gibi, Sultan Abdülaziz’in ve Sultan Abdülhamid’in azillerinde olduğu gibi, 27 Mayıs 1960,  12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 ve 15 Temmuz 2016 darbelerinde veya darbe girişimlerinde olduğu gibi, söylemler çok özenle seçilmiş sempatik ve sanki (güya) çok haklı ve çok masum söylemlerdi. Söylemler “özgürlük”, “demokrasi”, “Barış”, “insan hakları” vb içerikli idi. Yani söylemlere bakarsan, herkesin istediği şeylerdi bunlar zaten. Ama işin esası, yani güdülen amaç bumuydu gerçekten?

Aylar öncesinden “ayağa kalk, dans et, diren” “kentine ve parkına sahip çık” sloganıyla insanlar örgütlendi. Yani devlet ve millet yine tatlı sözlerle kandırılarak zaafa düşürülmeye çalışılıyordu. İstanbul Taksim Meydanı, Mısır Tahrir Meydanına benzetilerek, îmâlı atıflar yapılıyordu. Ama bu sefer hem millet ve hem de devlet kararlı ve tecrübeli olduğundan, çok şükür ki tutmadı. Tutmadı ama, yine de devlete 200 milyar dolar zarar verdi.

Bilerek ya da bilmeyerek kullanılanların ve ekonomiye 200 milyar dolar zarar verenlerin, daha sonra dönüp ülkede fakirlik var, işsizlik var demeye ne kadar hakkı vardır? Yani bu bir çelişki değilmidir?

Benim kanaatim, bu olaylara katılanların en az 90’ı, masum duyguları istismar edilerek kullanılmışlar, ancak bu insanlar kullanıldıklarının farkına bile varamamışlardır.

Aradan yıllar geçti, bugünlerde sözüm ona özgürlükler ülkesi ve hamisi ABD’nin halini de, özgürlüğünü de görüyoruz. İbretlik.

Aradan sadece 3 yıl geçtikten sonra bu kez, dini bir cemaat görülerek, masum halkın dini duygularından, hassasiyetinden, kimi zaman da fakirliğinden faydalanılarak sempati kazanan, Anadolu’dan gelen temiz-masum Anadolu çocuklarının (en azından önemli bir kısmı açısından) sırf maddi imkansızlıklar nedeniyle evlerinde yurtlarında kaldığı, sonra bu çocukların adeta mankurtlaştırılarak devlet aleyhinde onlara hissettirmeden kullanıldığını, toplumumuzun bir kısmının da olsa (o dönemlerde) sevgi-saygı ve sempati beslediği bir topluluğun CIA ve MOSSAD güdümünde sinsi bir terör örgütü olduğunu çok yıllar sonra, 15 Temmuz 2016 darbe girişimiyle öğrenebildi insanımız.

Tüm bunların yanında, son zamanlarda, iç ve/veya dış mihrakların kullandığı sinsi 2 ayrı taktik daha var: 

Bunlardan birisi: tarihimizi ve tarihten bugüne kadar gelen devlet adamlarımızı kötüleyerek, bu suretle bizi tarihimizden ve ecdadımızdan koparmak. Yani, “Tarihimizi ve Devlet Adamlarımızı İtibarsızlaştırma Projesi”. Bir diğeri de, bu milleti milli-manevi değerlerinden uzaklaştırmak. Yani “Sorunlu, Sorumsuz ve Amaçsız Bir Nesil Yetiştirmek.” Bu suretle de bu milletin içine din ve etnik köken ayrımcılığından başka, ilaveten bir de bu fitneleri sokmak istiyorlar.

Peki bütün bu tespitlerin yanında, bizim yani yönetimlerin ve halkın hiç mi hatası suçu olmadı? Elbette ki oldu. Makalemizde örnekler verdiğimiz Büyük Hun İmparatorluğundan bu güne, açık ihanet edenlerin yanısıra, gaflet suretiyle de zarar veren bir çok aymaz yönetici, yönetimde söz sahibi olan veya sair kademelerde ve sair ünvanlarda görev yapmış, belki binlerce idareci ve bir o kadar da sade vatandaş vardır. Tarih bunların örnekleriyle doludur.

Vatan sevdalısı ve dürüst sanılan bir çok sadrazam, kazasker, vali, komutan, bürokrat, amir, memur vs vs. bazılarının gaflet ve aymazlık, bazılarının ise sinsi bir ihanet içinde oldukları çok çok sonradan anlaşılmıştır. Tarih bunun örnekleriyle de doludur.

Diğer taraftan, dış güçlerin tahrik ve istismarı sadece bizim açımızdan değil tüm dünya için de geçerlidir. Çünkü, gerek kişiler ve kurumlar arasında ve gerekse ülkeler arasında, en güçlü olmak ve diğerlerini yönetmek heves ve idealleri her dönem için vardır. Bu, her türlü acımasız rekabeti ve hatta entrikaları tertiplemeyi de beraberinde getirir. Bu durum, maalesef dünyanın bir gerçeğidir. Bu gerçek dün de, bugün de ve yarın da geçerlidir.

Bu gerçeği kabul ederek ve bu çerçeveden bakınca da, mesela ABD için Çin ve Rusya bir dış güçtür; Çin için ABD ve Hindistan dış güçtür; Avrupa Birliği için ABD ve Rusya dış güçtür; Rusya için ABD ve Avrupa Birliği dış güçtür; İngiltere için Almanya, Almanya için İngiltere Fransa, Fransa için diğer ülkeler dış güçtür. Vs vs. Yani bu dış güçler sadece bizim açımızdan değil, her ülke ve uluslararası kuruluşlar için de geçerli bir faktördür. Dolayısıyla herşeyi dış güçlere bağlamak, herşeyden önce akla ve mantığa uygun olmadığı gibi, bilimsel de değildir. 

Neticede, ülkelerin gelişmesinde veya çöküşlerinde dış güçlerin varlığı ve etkisi elbetteki vardır ama tek sebep bu değildir.

Siz kendi içinizde birlik beraberlik içerisinde, “mış”lara “muş”lara değil, bilime, teknolojiye, tarım ve hayvancılığa yani kısacası ekonomiye, üretime ağırlık verirseniz, bunları yaparken milli ve manevi değerlerinize de tarihinize de sahip çıkarsanız, dış güçlerin yapabileceği pek birşey yoktur.

“Âlemde Şer, Oğuzda Er Tükenmez.” atasözü boşuna söylenmemiştir.

O halde, afedersiniz “kış kışlığını ...” yapacağına göre, ve bu tür entrikalar bundan bin sene önce bile var olduğu anlaşıldığına göre, yapılacak olan nedir? Herşeyden önce yönetimlerin her zaman dürüst, adil, cesur ve vizyonist olması; milletin de dürüstçe ve mertçe devletinin arkasında durması gerekir. Aslolan budur.

Bu vatana ihanet etmeyen; vatanın kalkınması, gelişip büyümesi için canla başla, dürüstçe-mertçe çalışan; insanların dini, siyasi ve etnik kökenine saygı duyan; tahrik, tahrip ve sinsi hareketlerden uzak duran; devletine-milletine, milli ve manevi değerlerine saygılı olan; gelenek-göreneklerine, örf ve âdetlerine yani töresine de sahip çıkan herkes bu ülkenin gerçek sahibi ve benim de samimi arkadaşım ve vatandaşımdır.

Selam, sevgi ve saygıyla!..

Yorumlar (1)
Basri GENÇ 4 yıl önce
Teşekkür müsteşarım kalemine ve emeğine sağlık
12
az bulutlu