banner4
23.05.2021, 10:04

   DİN ve DİNDARLIKLARIMIZIN KİMYASI

Esasında din ve onun beşer tarafından faaliyete geçirilmiş hâli olan dindarlıkların aynı kaynaktan beslendiği söylenebilir. İnsanı besleyen bu kaynağın adı ahlâk/vicdan/fıtrat-yaratılış/insanî proje-sorumluluk/iyi hasletler/ilâhî katkı ve uyarılardan oluşan bir dizi bileşen olduğu unutulmamalıdır. İnsanın dünya serüvenini besleyen bu değerlerin yine insanı varlıklar içinde görece en tepeye çıkaracağı bilinmektedir. Varlıkların içinde bu nevi bir payeye sahip olmak, insan nesli için oldukça değerli bir aşamadır. Bu noktanın farkında olarak hayat sürmek ise, hem projeyi yapan Yüce tanrı tarafından ve hem de projeye katkı sunan insan tarafından iradî anlamda tercih edilen bir husustur.  Hatta bu denli sorumluluk sahibi kılınan insanın bu noktada sarkaç gibi gidip-gelmelere mâruz kalması dahi onun yaratılışına vasfedilen değerinden bir şey kaybettirmeyeceğini açıktan haber vermektedir.

Anlam ve içerik değeri olarak, insanın yeryüzü serüveninde uyması gereken genel kaidelerin toplamından ibaret olan din olgusu, onun kendisine sunulan değerleri işlevsel kılması hâlinde dindarlık olgusuna dönüşebilmektedir. O nedenle din ve dindarlığın yüce bir irade tarafından insan hayatına nakşedilen bir destek unsuru olduğunu bilmekteyiz. Bu desteğin varlık denilen hemen her oluşumun bekası için de son derece gerekli olduğu unutulmamalıdır. Diğer bir ifadeyle, din ve dindarlıkların proje sahibi olan Yüce Allah tarafından deklere edilen şekliyle pratiğe aktarılması demek, projenin hem doğrudan muhatabı ve hem de uygulayıcısı olan insanın ne denli etkin bir varlık olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. İşbu nedenden ötürü din ve dindarlıklarımızın belli bir ilkesel kazanımla ilâhî projeyle hem ilkesel anlamda ve hem de netice bakımından eşdeş bir sonucu deruhte etmesi beklenir. Bunun başarılması demek, her iki olgunun proje sahibi olan Tanrı’nın isteğinin hayata aktarılması anlamına gelecektir.

Yaşayan dindarlıkların farklı tonlar içermesi hususu, temelinde bu projenin sahibi tarafından istenilen bir akıbettir. O nedenledir ki, proje sahibinin varlığı besleyen katkı babında öne sürdüğü ve adına din denilen olgunun farklı dindarlıkları beslerken öne aldığı şeylerin mutlak surette “temel ilkeler” seçeneğinden ibaret olması daha bir anlam kazanmaktadır. Din algılarını besleyen kişisel ve toplumsal hazır oluşları dikkate alan bu yaklaşım, doğaldır ki her devrin insanına ilâhî katkı mesabesinde olan vahiyler aracılığıyla hayat bulmuştur. Yüce Allah’ın doğrudan ve saygın muhatabı olan beşere olan sözünün ilk taşıyıcısı olan Hz. Âdem’den son taşıyıcısı olan Hz. Muhammed’e değin temel ilkelerde bir milim dahi farklılığın olmaması gerçeği, süreç boyunca insanın ahlâklı bir varlık olması konseptinde kendisine denilen şeylerin daha bir anlamlanmasına vesile olacaktır. Hatta süreci daha anlamlı kılan ve dahi dini besleyen temel unsur olan vahyin din ve din algılarını aynı safta tutabilme kaygısının olması da manidardır.

Gelinen bu noktada denilmelidir ki, küresel ya da evrensel bir dinsel yaşam pratiğinin olmaması, bütünüyle insan faktörünün devreye girmesiyle dikkate alınmış olan bir gerçekliktir. Her türlü dindarlık pratiğinde devreye girmesi gereken insanın temel değerleri olgusu, yaşayan dindarlıkları tasnif etme noktasında ilkesel esasları konuluş amaçlarına uygun bir tarzda işleyen kanaviçe ustası gibi bir tercih hakkı olmalıdır. Nitekim kültür, coğrafya, eğitim, anlayış ve diğer kurucu öğelerin dindarlıkları besleyen unsurlar olması, dünyanın her köşesinde aynı değerlerle beslenen farklı dindarlıkların olduğu gerçeğiyle yüzleşmemize vesile olacaktır. Bu durumun insanlık için ne denli bir zenginlik olduğu ve din olgusunun olası pratiğini ne derece imkânlı hâle getirdiğini akıldan çıkarmamalıyız. İşte tek tip dindarlıkları isteyen kişi kurum ve kuruluşların ne denli sakıncalı bir iş yaptığını, işbu açıklamalardan sonra daha bâriz bir şekilde anlayabiliriz.

Din olgusunun psikoloji ve sosyolojiden bağımsız yaşama şansının olmadığını bilmek gerekmektedir. O sebeple Yüce Allah, insan denilen varlığın hem psişik yapısını ve hem de sosyal kazanımlarını dikkate alan bir sunum ve bu sunumu aktif kılan etkin bir sistemi hayata geçirmiştir. Buna göre dinin yaşama ortamı olan sosyolojinin önemi daha bir belirginleşmekte ve sosyolojisi olmayan dinin de yaşama tutunamayacağı gibi, bu olguyu dikkate almayan dindarlıkların da olamayacağı kuşkusuzdur. Benzer şekilde insanın hayatını kuşatan din olgusunun onun tarihsel birikimini, ontolojik yapısını ve dahi toplumsal basamaklarını dikkate alarak bazı isteklerde bulunması son derece anlamlı durmaktadır. İlkel ya da ilâhî olsun fark etmeyecek şekilde insan ve din olgusunun bu iç-içe girmiş hâli düşünülürse, bireyin eğilimlerini dikkate almayan bir dindarlığın yaşama şansını daha baştan kaybettiği söylenmelidir.

Belki de sırf bu yüzden din olgusunun psikoloji, sosyoloji, ontoloji ve epistemolojiyi dikkate alan bir tarih ve geçmiş sunumu yapması anlaşılabilir bir şeydir. İnsanın aynı zamanda insanlığın devamı olması hasebiyle, bahsedilen kapsama alanının vahiy ve akıl aracılığıyla insana sunulması ise, hedeflere ulaşma adına işin rasyonalitesine dikkat edildiğini göstermektedir. Mamafih Yüce Allah’ın boş iş yapmadığı ve dahi insana itiraz edeceği haklı gerekçe bırakmadığını bilirsek, din ve dindarlıkların reel değerleri ne denli dikkate alması gerektiğini daha yakından anlayabiliriz.

Din olgusunun dünya ve içindeki kurgusal oluşumlarla ilan ilişkisi olduğu kadar, öte dünya ve içindeki olgusal durumlarla da ilişkisi bulunmaktadır. Denilebilir ki bu ilişki, bir öncelik-sonralık ve geçicilik-kalıcılık perspektifi sayesinde insanın anlam dünyasına yaslanmıştır. O amaçla “gerçek din” olgusu ile “sanal din” olgusu kavramları insanın gündemini meşgul etmektedir. Buna göre temel değerlerden beslenen din olgusu, gerçeklik bakımından kendisini eleştiriye mâruz bırakmayan kazanımları içerdiği hâlde, buna karşılık olarak, temel değerlerden yoksun bir şekilde bazı kesimlerin menfaatlerine yaslanan dinlerin ise sanal din kategorisinde adlandırılması lazımdır. Dinin çeperlerinde yaşayan insana kıpırdama imkânı vermeyen bir gerçek din olgusu mümkün olmadığına göre, insanın her anını kuralcı bir edayla betimleyen dinlerin ancak kurgusal, beşerî ve sanal din olması mümkün olabilecektir.

Zira gerçek din, inanı ve onun yaşadığı zamanı dikkate alarak sadece temel esaslar üzerinden bir sunum gerçekleştirir. Onun bu tercihi zamanın değişme ihtimaline karşı dindarlıkların da değişebileceğine olan inancıdır. Yaşayan gerçeklik olan sünnetullah ve din olgusunun bu pencereden yeniden görülmesi ve zamanı kuşatan dindarlıkların sadece kendi zamanında ortaya konulabileceği yani yaşanılır olacağı akıldan çıkarılmamalıdır. Geleneksel dindarlıkların bu şıkkı atlayarak modern insana yüzyıllar öncesinin dindarlıklarını sunması, elbette ki her geçen nesil özelinde dinin yaşanabilir formuna olan güveni sarsmakta ve yeni nesli güncel dindarlıkların üretimi işinin büsbütün dışına taşımaktadır. Haddizatında günü ıskalayan dindarlıkların dünden beslenmesi gerçeği, güne sözü olmayan dindarlıkların olmasını tazammum eder.

Bu noktada sorulması gerekir ki, mutlak manada literal kurallarla işleyen bir dindarlık ve dahi dinsel gerçeklik olabilir mi? Yani herkes, her yerde, her zaman dinden aynı şeyi mi anlar, anlamalıdır? Bunun imkânı var mıdır? Dindarlıklarımızın kalıbını besleyen farklılık olgusu gerekli mi, zorunlu mu, yoksa iradî midir? Hatta kendi zamanında yaşayan dindarlıkların zamanla uyuşan değerleri besleyen bir yapısının olması gerekmez mi? Dinin farklı coğrafyalarda üretim ve sunum aşaması, her daim tek merkezden mi idare edilmelidir? Yine dinin farklı kültürlerdeki beslenme şansını nasıl görmeliyiz? Zengibar insanı ile ABD halkının dindarlıkları şekilsel olarak mı yoksa değersel olarak mı benzerlik göstermelidir? Benzer şekilde, dinin ilk temsilcilerinin bedensel ve giysi tercihleri “makbul dindarlık ölçüsü” olarak sunulabilir mi? Müslüman olan yabancıların öncelikle kendi kıyafet ve kültürel kazanımlarını değiştirmesi ne anama gelmektedir? Bunu isteyen bir din mi bulunmaktadır? Misal olarak bir Japon’un Müslüman olması hâlinde geleneksel giysilerini bırakıp cüppe ve sarığa bürünmesi nasıl bir dindarlık sunumudur?

Mamafih dinin farklı birey ve toplumsal kesimlerde sunumuna nasıl bir katkı verilmelidir? Bu gibi soru ve sorunların uzun süredir sığ bir dindarlık tebliği aşamasında dinin aleyhine gelişen gerçeklikler olduğu unutulmamalıdır. Venedik’te Müslüman olan bir kişinin kendisini dine dâvet eden Araplar gibi kisveye bürünmesi, Balkanlarda dine dâhil olan Bosnalı’nın sakal bırakmaya zorlanması, nasıl bir dindarlık ölçeğidir? Giysi ve sakal dinsel dâvetin neresinde durmaktadır? Hâsılı, din ve dindarlıkları besleyen ve adına işin kimyası denilen her değerin sadece ve sadece temel ilkeler bağlamında ele alınıp farklı kültürel ortamlar için kendi içinde yaşayabileceği dindarlık sunumlarının yapılması, istenilen değerde Müslümanlıkların elde edilmesi noktasında aciliyet bekleyen işlerimizdendir.

İşin tabiatı gereği, dinsel bildirimlerle muhatap olan hemen herkesin dinden aynı/benzer şeyi anlaması mümkün gözükmemektedir. Hem tarih boyunca böyle bir kazanım da bulunmamaktadır. Ve dahi böyle bir anlama işi olmalı mıdır? Eğer ki olursa, zenginliklerimize ket vuran tekdüze bir oluşum ortaya çıkmaz mı? Oysaki din denilince onu hayata taşıyan değerlerin asgari olarak tevhid/temel inançlar, ahlâk/değer uyumu ve ibadet/davranış formu olması mümkündür. Bu kazanımlar üzerinden hayata tutunan adalet ve siyasetin kişi ve toplumların dindarlıklarıyla birlikte insanlıklarını da besleyen temel değer olması gerekmektedir.

Diğer bir ifadeyle, din denilen oluşum, yeryüzündeki hayatı ve dahi düzeni kalıcı hâle getiren adaletin temini için bazı temel değerleri insanın eğitiminde öne almaktadır. Dindarlaşma denilen şey ise bütünüyle bu eğitimin adıdır. Haddizatında hayatı anlamlı kılan değerlerin uygulama aşaması ve noktası olan âdil bir sistem ve hak-hukukun korunduğu bir yaşam alanı, dinin öncelikli hedefidir diyebiliriz. Kim ve ne olursa olsun, hatta dinin öğretmeni olan elçiler dahi olsa, bu noktadan geriye dönüş olmayacaktır. İlâhî nizamın adalet ve ahlâk üzere kurumsallaşması demek, inanç ve ibadet değerlerinin büsbütün bu hedefi sağlayan bir yapıya büründürülmesi anlamına gelmektedir. Buna göre, çoklu tanrı anlayışıyla müptela olan dindarlıkların tevhidin sağlayacağı adalet ve eşitlik kurgusundan haberdar olamayacağı açıktır. Belki de sırf bu yüzden tevhidî değerler ile adalet değerleri aynı dindarlığı besleyen bir yapı icra etmektedir. Akıl sahibi inana kalan şey ise, bunun ayırdına vararak gerekli adımları atmaktır.

Yaşayan dindarlıkların temini adına din olgusunun tekdüzeliği seçeneğinin asla ve kata çare olarak görülmemesi gerektiği ortadadır. Bilakis din olgusunun zenginliği demek olan, farklı platformlardaki uygulama biçimleri, onun yeknesak bir kişilik oluşturduğu gerçeğini izale edebilecektir. Diyebiliriz ki, dünyanın hemen her yerinde tek tip/benzer dindarlıkların olması demek, dinin farklı ortamlarda yaşanabilir olmadığı anlamına gelmez mi? Böyle bir din sunumunu binlerce yıl tekrarlanan ve karakter hâline getirilen kültürlerle çatışması mümkün görülmektedir. Belki de bu sebeple eski medeniyetlerin yeni din sunumlarına uzak durması, bu değişimin köktenci karakteriyle ilgilidir. Kültürel kazanımların bekasına dokunmayacak zengin ve seçenekli bir dindarlık sunumu, herhâlde muhatapların kuşkularına daha kısa sürede çare olacaktır.

Mısır Müslümanlığı ile Endülüs Müslümanlığı hatta Türk dindarlığı ile İran dindarlığının temel değerler dışındaki gelişim süreçlerine bakılırsa, dediğimiz yapısal sorunun devam ettiği daha yakından görülebilir. Benzetme babından ifade edebiliriz ki, dindarlık sunuları, adeta market edasıyla zengin seçenekler bağlamında eda edilmelidir, aksi hâlde bakkal sunumuyla yapılan dindarlıkların seçenek bakımından oldukça zayıf olacağı kuşkusuzdur. Tabiidir ki bu sunumların düzeltilebilen, değişmesi gereken ve değişmesi mümkün olmayan değerleri hesaba katarak ilerlemesi tercih edilmelidir. Yoksa tarihte olduğu gibi, değişime mâruz kalan muhatap kitle, yüzyıllık geleneklerini isim ve form değişikliğiyle devam ettirmeye meyyal bir kazanımı tercih edecektir.

Yorumlar (0)
12
az bulutlu