banner4
23.07.2020, 23:59

‘DİN AFYON’ MUDUR?..


Bugüne kadar İslam dünyasının geri kalmışlığı üzerinde bir çok yorum yapıldı. Avrupa, Rönesans ve Reform hareketleri ile aydın düşüncenin yolunu açıp, dini taassubun tekelinden kurtulunca, ortaya büyük fikir akımları ve bilim adamları çıktı. Bu süreçte İslam dünyası ise merak duygularını kamçılayacak seviyede, ilmi talep ederek soru sorma, öğrenme, eleştirme ve itiraz etme düşüncesinden ve davranışlarından uzak kaldı. Mevcut düzeni kutsayarak, itaati öğütleyerek, görülen yanlışlarda ‘bir hikmet bulunduğu’ zannını kendine rehber yaptı. Bu haksız kutsamalardan en çok da din nasibini aldı. Öyle ki dinin hak ve hakikat pırıltıları arasına, yanlış inanışlar (bit’at) katıldı. Doğu toplumlarında, bataklığa saplanmış skolastik düşünce ve belirli inanış tekrarları yüzünden, batıl inanışlar dogmatik kalıp haline dönüşerek, eleştirel düşünce veya itiraz ile sınanamadı. Kültür aktarımı ile edinilmiş değerlerin (dinin) doğruluğunun tartışılamadığı ortamlarda, felsefik ve sosyolojik derinlik bulunmayacaktı. Bilinmeli ki felsefe ve sosyoloji, değerlerin sorgulanmasını, doğru ise hakikat değerinin ortaya çıkarılmasına katkı sunar. Bu sorgulamaların ve eleştirmelerin olduğu toplumlarda  yanlış anlayışlar yıkılır, statükonun sırrı açığa çıkar ve kutsanmış fikirlerin büyüsü bozularak gerçekler görünür hale gelir. Zira felsefik veya sosyolojik bakış, düşünce derinliğine bağlı olarak kişilerde, topluma karşı sorumlu davranma, dikkatli söz söyleme ve sosyal gerçeklikle ilgili doğruları söyleme yaklaşımı kazandırır. Ancak Doğu toplumlarında Batı benzeri bir “aydınlanma dönemi” henüz yaşanmamıştır. Bunda entelektüel olanların cesaretsizliği kadar, yöneticilerin halkın var olan batıl inanışlarını sürdürmesine yeterince karşı çıkılmayarak, gönüllerini kazanıp, iktidar olma isteklerinin payı büyüktür.
Şimdi ‘taassup kültüründen’ uzaklaşmaya vesile olacak bir kitaba, Ali Şeriati’nin “Dine Karşı Din” kitabına bir göz atalım: Hiçbir millette, hiçbir dönemde, toplumsal değişimlerin hiçbir aşamasında ve hiçbir yerde, “dinsiz insan olmadığı” gerçeğinden yola çıkan düşünür, küfrü, dinsizlik değil, ‘dinli olmak’ görmüş, küfre olan savaşı,‘başka bir dinin ikame edilmesi’ olarak değerlendirmiştir. Şirk ve putperestlik(severlik), bir heykele ya da eşyaya kutsallık atfedilmesinin ötesinde,“tapınma biçimini ifade eden genel bir ilke” olarak görülmelidir.
Ali Şeriati’ye göre “Tevhid dini; İnsanlığı Allah’a teslim olmaya ve O’nun dışındaki her şeye isyan etmeye çağırırken; Şirk dini, İslâm’a isyan etmeye” davet eder. Allah dışındaki yüzlerce güce teslim olma ve kulluk yapma çağrısında bulunan Şirk dininin amacı, statükoyu savunmak ve muhafaza etmektir. “Bazı kimseler, kendilerine hukukî, iktisadî ve sosyal imtiyazlar tanırken, kendileri dışındakileri de bu haklardan mahrum bırakırlar. Ancak bu imtiyazları muhafaza etmek zor olunca; şirk dini devreye girer ve statükoyu muhafaza görevini üstlenir. Şirk dininin buradaki görevi, insanları, kendilerine sunulan ve dayatılan her şeyin, ‘Allah’ın iradesinin tecellisi’ olduğuna ikna etmek ve bu duruma teslim olmalarını sağlamaktır. Şirk dininin ana unsurları, cehalet, korku, ayrımcılık, sermayedarlık(kapitalizm) ve bir sınıfın insanlarını diğer insanlara karşı üstün tutmaktır.” 
Ali Şeriati buradan hareketle şu tespitlerde bulunur:“Tarih boyunca din, dinsizliğe karşı değil, dine karşı olmuş ve dinsizlikle değil, din ile savaşmıştır. Bilgi, basiret, aşk ve insanlığın fıtrî adanmışlığı üzerine kurulmuş olan tevhid dini, cehalet ve korkudan doğmuş olan şirk dininin karşısında yer almıştır. İnkılabî bir din olan tevhid dini daima, sahih inançları tahrif etmek ya da sahte inançlar ve tanrılar üretmek suretiyle statükoyu koruyan tağutperestliğe karşı çıkmıştır.” 
Düşünüre göre, şirk dininin sahipleri“tağuta tapanlar, açgözlü oburlar ve her yetkiye sahip olup hiçbir sorumluluğu olmayan kimseler”dir.
Onun düşüncesinde “Tevhid dini, insanı, kâmil hale getiren bilgi, sevgi, yüce kudrete kulluk ve bilinç dinidir. Ne yazık ki, tarihe ve mevcut duruma karşı eleştiri ile ortaya çıkan tevhid dini, tarihte hiçbir zaman tam olarak hayata geçememiştir. (Yazar burada sadece Peygamber döneminde, sadece kısa bir süre Tevhit dininin yaşandığı tespitinde bulunur.) Tağuta tapınmayı öneren muhafazakâr ve uyuşturucu şirk dini ise her zaman var ve egemen olmuştur. Dolayısıyla da mücadele, toplumun ve zamanın dinine karşı yapılmıştır“ demektedir.
Şimdi ise ‘Din afyondur’ sözü üzerinden, birkaç değerlendirme yapmalıyız: Bilindiği gibi K.Marx'a göre din ‘halkın afyonu’, Engels'e göre ‘kitleleri köleleştiren araçtır’. Marx, dini insanoğlunun acı ve sıkıntısına karşı bir dayanak, acısını hafifletme veya eşitsizlikleri meşrulaştırma aracı olarak ‘halkın afyonu’ olarak görmüştür. Marx’ta din, mülkiyeti ve üst sınıfların çıkarlarını meşrulaştırarak, alt-sınıfların sosyal yapıyı sorgulamalarını önleyen araçtır. Onun gibi düşünen Batılı aydınların söylediklerinin bir kısmı gerçekçi bakışla doğrudur. Bazı dinler veya bazı din anlayışları‘bir afyon, aldatmaca,yabancılaşma’ rolündedir. İslam dininde de Kur'an'da önemle “Sizi Allah ile aldatmasınlar” ikazı gibi insanları uyuşturmak için istismar aracı yapılabileceği vurgulanmıştır. Ne var ki genellemeye gitmek, bütün dinler için aynı hükme varmak, doğru bir değerlendirme değildir.
Ali Şeriati, konuyu şu şekilde açıklar: “17, 18 ve özellikle de 19. yüzyılda ‘Din, halklar için bir uyuşturucudur’ diyen aydınlara hak vermek gerekir. Çünkü onlar, tarihte var olan bir dinden söz ediyorlardı. Tarihe egemen olan dine bakıp inceledikten sonra görmüşler ki din, gerçekten insanları uyuşturuyor. Dolayısıyla ‘Din, ekonomik ve sosyal bakımdan, azınlığın çoğunluk üzerinde tahakküm kurmasını sağlayan bir araçtır.’ diyen bu kimselere hak vermek gerekir.” 
Düşünür, kendi doğduğu ülkesinin din anlayışından örnek verir:“Bunun örneklerinden biri İran’dır. Sasanîler dönemindeki Zerdüştî din adamları, dini kullanarak, insanları bölmenin ve toplumu sınıflı hale getirmenin öncülüğünü yapıyorlardı. Şu öğütlerle insanları uyuşturuyorlardı: Sizin bir sorumluluğunuz yoktur, çünkü her ne oluyorsa tanrının iradesi ile oluyor! Yoksulluğunuzdan şikâyet etmeyin, çünkü diğer dünyada, çektiğiniz sıkıntıların karşılığını alacaksınız! Öyleyse bu dünyadaki eksikliklerinizden söz etmeyin, çünkü diğer dünyada onların on misli size verilecektir!..”
Bu noktada Ali Şeriati, hak ve hakikat dini olan İslam’ın niteliklerine dikkat çeker:“Çoban ve emekçi olan tevhid dininin Peygamberleri, baştan sona egemen sınıfın yani keşişlerin, Zerdüştî rahiplerin, büyücülerin, açgözlü oburlar ve her yetkiye sahip olup hiçbir sorumluluk almayan kimselerin yapımı olan dinin karşısında yer almışlardır. Tevhid ve insan düşmanı olan ve tarihte sürekli olarak hüküm süren tağutperestlik/şirk dini ise her zaman, hiçbir şeyi olmayan bir tabakaya zulmeden, onları kandıran, susturan ve her şeye sahip olan tabakaların kullandığı bir araç olmuştur!”
Gerçeği ortaya çıkarmakla gösterdiği aydın cesareti, Şeriati’nin hayatını tehlikeye atmıştır (Sonra şehit edilecektir):“Açık olan tağutperestlik ile mücadele etmek kolaydır. Ancak tarihte olduğu gibi, tevhid adı altında faaliyet gösteren ve tağuta ibadeti ‘Allah’a ibadet’ adı altında gerçekleştiren ‘gizli şirkle’ mücadele etmek oldukça zordur. Bu dönemde şirk ne yapmaktadır? Cihada gitmekte, İslâmî fetihler yapmakta, mihrabı vardır, görkemli camiler yapmakta, bu camilerde cemaatle namaz kılmakta, Kur’an okumakta, bütün âlimler ve kadılar kendisine tabidir ve Peygamber (s) dinin savunucusu ve yücelteni olarak gösterilmektedir. Oysa içi şirktir…Hz. Ali bu şirk dinini ‘ticaret dini’ ve ‘korku dini’ olarak nitelendirmektedir. Hak dindeki kulluk, özgürlükten, yüce kudret sevgisinden, adalet arzusundan, insanî amaçlardan, birlikten, adaletin dünyada sürekli hale getirilmesinden ve bütün kötülüklerin yok edilmesinden doğmaktadır. İşte bu din, şirk dinine düşmandır! Şirk dini ise, tarih boyunca fakirliği, esareti ve köleliği savunmuş ve halkları zorbaların çıkarları için susturup uyuşturmuştur!”
Tüm bu açıklamalar birlikte düşünüldüğünde Yeniçağ aydınlarının, bozulmuş dinlere karşı yapmış oldukları karşı çıkışlarda, haklılık payı vardır: “İnsanların, perişanlık, sıkıntı, zillet, zaaf içinde ve iradesiz bir şekilde yaşamalarına neden olan ve halkı ırklara, gruplara ve tabakalara ayıran yapıyı muhafaza eden dinle mücadele etmiş” Batılı reformcular,“Bu din (Hristiyanlık), insanların ilerlemesine, özgürlüğüne ve birlikteliğine karşıdır, şeklindeki görüşlerinde haklıydılar” der Ali Şeriati...Ancak burada ‘yiğidi öldür, hakkını yeme’ dercesine sözüne şöyle devam eder:“Özgürlük isteyen bu aydınlar, insanın, hurafelerden, zilletten ve din adıyla ortaya çıkmış olan bu zehirli uyuşturucudan kurtulması için mücadele ediyorlardı. Ancak bu aydınlar, biz din mensupları gibi, bir noktada yanılıyorlardı: İslâm, inkılabî bir dindir ve şirki kabul etmemektedir. Dolayısıyla da tevhidin, tağutperestlikten farklı olduğu gözetilmeli, şirkin ‘tevhid örtüsünü yalandan yüzüne örttüğü’ anlaşılmalı ve bu örtü paramparça edilmelidir. Ta ki insanlar, materyalistlerin doğru bir şekilde ifade ettikleri gibi, cehalet ve korku ürünü olan dinden kurtulup gerçek bir dine kavuşsunlar” demeyi ihmal etmez.
Sonuç olarak, Ali Şeriati’nin dediği gibi“Eleştirinin bittiği yerde, putçuluk başlar”. Öyleyse “Bir din nasıl afyon olmaz?” çıkarımı üzerinden, kendi kültürümüzde Mehmet Akif Ersoy, Nurettin Topçu ve Cemil Meriç gibi eleştirel düşünürlerimizin yolunda ilerleyerek, İslam dinini kendi asaletli konumuna yerleştirmek, hiçbir şeye araç yapmamak, haksızlıkları meşrulaştırmak için kullanmamak, bütünüyle samimi olmak zorundayız. Ali Şeriati’nin temennisiyle sözümüzü bitirelim:“Peygamberlerimiz her zaman, taşlaşmış, bozulmuş, insan ve insan hakları düşmanı olan dine karşı mücadele etmişlerdir; uyuşturucu ve aldatıcı şirk dininin putlarını ve bütün sembollerini yok etmek için çalışmışlardır. Bunu sürdürmek, her zaman hak dinin mensupları için bir görev olmuştur ve olacaktır. Bizim amacımız, geriye gitmek değil, hak peygamberlerin yolunu takip etmektir.”

Yorumlar (0)
12
az bulutlu