banner4
03.10.2022, 13:16

DİLİN SINIRLARI VE ANLAŞILABİLİRLİK-TANRISAL GÜCÜ DİLİN SINIRLARINDA ANLATMAYA ÇALIŞMAK

            Vahyin gerek kurumsal ve gerekse de ilkesel dili olan yaşanmış öykü ve kıssalar özelinde hemen her yaşanmışlık kişisel sorumluluk ve yaşanabilirliği ifade eder. Bu yüzden, insan ve toplumların görev alanlarını merkeze alarak bazı yaşanmışlıkları örneklendiren hemen her makalenin temel konusu, Yüce Allah’ın tercihleri ile sorumlu kılınan insan ya da elçilerin görev icrasının makuliyetidir. Devamında ise diğer toplumlara anlatılan bu öykülerin her devirde yaşanılası bir sürecinin olabileceğidir. Hatta mevcut durumlardan sorumluluğu olan insanın özellikle de elçilik seviyesinde muhatap kılınan görevlilerin bazı yaşanmışlık veya kıssa olaylarını dengeli bir şekilde anlatmaya çalışmaktır.

            Hem Yüce Allah’ın irade ve kudreti ve hem de sorumlu kılınan elçilerin iş alanları ile anlama tercihlerine dokunan “Tanrısal Gücü Dilin Sınırlarında Anlatmaya Çalışmak” adlı makalenin başta Hz. Musa olmak üzere hemen her elçinin olanı anlamak ve de kavramak hususunda bazı isteklerinin olması mukadderdir. Üstelik elçilerin bu yaklaşımları onların takipçilerinin de anlama ve anlatma süreçlerine tekabül ederek, sorumluluk ilkesine dikkatlice dokunuş yapmaktadır. Bu meyanda Hz. Musa ve diğer elçilerin bazı olguları anlama konusunda merak giderici bir istekte bulunmaları son derece normaldir. Belki de anlatılan öykülerin bu minvalde olması yaşanan gerçeklikleri anlama onuşunda bizlere kaynaklık etmektedir.

            Bahsedilen makalenin ana konusu, İslâm ve Kur’an’ın olan ve olması gereken meselelere kaynaklık etmesidir diyebiliriz. Onun bu tercihi olgulara eğitilen bir bakışı ve dahi beşerin anlayış seviyesini ortaya koyuş olarak görülebilir. Öyle ki bahsedilen sorunun elçi özelinde ele alınmış olması, Allah tarafından bilgilendirilen seçkin insanların dahi anlama konusunda dirençli olduklarını göstermektedir. Bu tercihin insanın anlama gayretini somutlaştırması ise, yaşanmışlıkları somut bir hale getirerek anlama konusunda yeterli açıklamalara baş vurmasıdır diyebiliriz. Geçen zaman olgusuna aldırmadan bu gibi yaşanmışlıkların insanın örnek oluşunu merkeze aldığı kuşkusuzdur. Üstelik de bu örnekliğin sadece elçiler arasında değil insanlığın genelinde anlaşılabileceği temel esaslardan sayılmalıdır.

            Kutsal Kitaplarda bahsedilen yaşanmışlıkların kıssa özelinde güçlü bir ahlakî seçime de kaynaklık ettiği ortadadır. Peygamberlerin yaşanmışlıklarının ahlakî kazanımlarla düzenlenmesi bazen de tercihlerinin sorgulanması her daim onların insan olduklarını ortaya koymaktadır. Bu değişim ve gelişimin insan olan her muhatapta güçlü bir kazanıma işaret etmektedir. Bahsedilen konunun ise başta elçi olmak üzere öyküye yakın duran her insanın anlama çabasına bağlı bir gelişmedir diyebiliriz. Kuran kıssalarını bu yaklaşımları geçen asırlara rağmen ilkesel olarak ele alması ise yaşanabilir olan her şeyin anlaşılabilir bir versiyonu olduğunu haber vermektedir. Merkez odağı Yüce Allah, ilk muhatabı elçi ve son muhatabının insanlık olduğu bu gibi anlatılarla verilen bu haberin kıssa ve yaşanmışlık olgusuna hayat verdiği kuşkusuzdur. Hatta bu yaşanmışlıkların insan ve sorumluluk anlamına katkı sunarken insanın tercihlerine de değinmektedir.

            Tarihsel bildirimler, fiziksel değişimler ve insanın olgunluk seviyesine katkı sunmaların insan ve sorumluluk ilişkisini daha bağlayıcı ve anlaşılır bir konuma getirdiği şüphesizdir. Hatta tarihsel bildirimlerin kendi devri için olması gereken bir gerçeklik olması, din denilen olgunun tedariğinden sonraki adım olan sonradan ders alanlar için olabilecek bir tercihe ışık tuttuğu açıkça söylenmelidir. Belki de Kur’an’ın temel anlatım ölçülerinden olan kıssaların genel niteliği yaşanabilir olanın sorumluluk merkezinde hayli tercihe şayan oluşudur. Yaradılışın ana konularından olan bu vasıfların hem yaratan tarafından ve hem de sorumlu kılınan bakımından tercih edilerek anlaşılabilir bir seviyede olması muhtemeldir.

            Kur’an’ın muhatap alınan insanı eğitici duyurularının aynı zamanda yaşanabilir bir sürece işaret ettiği açıktır. Görüldüğü kadarıyla bu işin sorumluluk esasları üzerinde inşa edildiği de açıktır. Konu hakkında elçilerin tercih edilmesi ise, iki taraf özelinde anlatılan şeylerin anlatan tarafından yaşanılır olmasına değindiği söylenmelidir. Hz. Musa’nın başına gelen bu yaşanmışlığın sıradan insanların anlama ve kavrama süreçlerine de katkı sunduğu görülmektedir. Üstelik sorumluluk alanının en değerli muhatabı olan elçiler ile onların muhataplarının bu yaşanmışlıkları anlama konusunda dirayetli olmaları istenmektedir. Hatta bu gibi yaşanmışlıkların bazen insan ve Tanrı arasındaki bir anlatım ve anlama tercihi olması da muhtemeldir. Galiba kıssa denilen eğitim aracının bu gibi seçimleri muhatabın sorumlu kılınmasının en değerli unsurudur.

            Kur’an kıssalarının görülen ve yaşanan gerçeklik üzerinde temellendirildiği rahatlıkla söylenebilir. Hem bahsedilen kıssanın sadece elçi özelinde dile getirilmesi de mümkün değildir. Hatta dünün olgusallığının elçi ve muhatapları üzerinden ele alınması, yaşanabilir olgunun yaşanmışlığına işaret etmektedir. Bu yüzden de insan merkezli bir hayatın temel değerleri üzerinden değişik bir adımın atılması beklenmemelidir. Anlatılan kıssanın özellikle ilk tarafının Yüce Allah’ın kendisi için belli bir kazanıma işaret ederek muhatap olan insanı kendi sınırlarında düşünmeye sevk etmesi de normalitedir. Hatta vahyin kıssa anlatımlarının hepsi de yaşanan ve yaşanabilen her durumun kendi özel şartları dâhilinde anlaşılması ve gerekse de kendi devrinden taşınması anlamına gelmektedir. Bu gibi yetiştirme ve muhatap kılma olgularının kıssa özelinde dile getirilmesi ise mümkün bir anlatımın hayat bulmasına işaret etmektedir.

            Vahyin kıssa anlatısı gömülen gerçekliğe değil, yaşanmış örnekliğe işaret ederek hayat bulmasına neden olmaktadır. Dünün olgusallığına işaret eden bu yaklaşımın bugün için realiteye de işaret ederek insanı eğitimli muhatap ve güçlü sorumluluk bireyi olarak tanımlamaktadır. İlk muhatap olan elçilerin dahi bu yolu izlemesi demek yaşanan hayatın mümkünatına değinmektedir. Hatta dünün olgusallığı, bugünün yaşanmışlığı ve yarının anlaşılabilirliğine işaret eden bu kıssaların insanı eğiten ve yaşanmışlıkları örneklendiren bir kazanım olduğu unutulmamalıdır. Bu gibi temel öğütlerin yaşanmışlık üzerinden yarının dünyasına da belli bir ışık tuttuğu akıldan çıkarılmamalıdır.

            Hz. Musa’nın hayatının bir bölümünü merkeze alarak sorumluluk ve ilkesel kazanıma işaret eden bu kıssanın, sözün olası etkileri hatta sözün detayı konusunda da belli bir kazanıma işaret etmekte olduğu realitedir. Yaşanan hayatı muhatap alan Yüce Allah için mevcut durumun anlaşılmasına da katkı sunan bu kıssanın söz ve olgu ilişkisi üzerinden bir anlatımı tercih etmesi ise son derece önemlidir. Ledün ilmi denilen bu adımların muhatap elçi için bilme sınırlarına, Allah için ise anlaşılır örnekliğe değindiği kuşkusuzdur. Bu anlatıları temel ilkelerle uyumu ise öykü ve gerçeklik olgusunun anlaşılma imkânlarını öne aldığı kuşkusuzdur. Yaşanan gerçekliğin insan özelindeki farklı detaylarının da Yüce Allah’ın anlatımlarıyla detaylandırılarak daha yakından anlaşılması ise, kıssayı anlamak zorunda olan insan için son derece anlamlı durmaktadır. Hatta görüş ve anlatıların da bu yaklaşımları sorumluluk bandı içinde ele almış olması, insanı doğrudan muhatap alan bu gibi tebliğ sürecinin yaşanılır kılındığına açıkça işaret etmektedir.

            İnsanın yaşanılır hayatına değinen her örnekliğin veya kıssanın güç, olgu, imkân ve olasılık üzerinde durduğu unutulmamalıdır. Belki de sırf bu nedenle imkânlı ve imkânsız olasılıkların insanı muhatap alırken yaşanabilir örnekliklere açıkça işaret ettiği bilinmelidir. Bilge kul denilen kişilerin bahsedilen örneklemeler üzerinden Yüce Allah’ın bir işlemine dokunduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Mamafih Yüce Allah’a teslimiyeti merkeze alan bu kıssaların elçi ve insan örneklemleri üzerinden yaşanılır olan bir sürece de işaret etmektedir. Hatta anlatımın bu denli detaylı olması ise, anlaşılmanın mümkünatına dokunarak insanı dün, bugün ve yarın için bilinçlendirdiği de ortadadır. Netice olarak, hakikatin anlatım tekniğiyle anlaşılma süreci hatta yaşanılır kapasitesine dokunan bu gibi kıssaların özelde elçiyi genelde insanı sorumlu tutması tercihler özelinde unutulmamalıdır. Bu gibi durumların ortam, kişi ve toplumu da dışlamayarak Yüce Allah’ın mümkün taliplerle detaylandırdığı ise yaşanan hatta yaşanabilen gerçeklikler olarak anlaşılmalıdır.

Yorumlar (1)
İskender 1 yıl önce
Vasatın çok altında bir yazı. Öncelikle yazar daha ilk cümlede tüy dikmiş. Şu cümleye bakar mısınız? "Vahyin gerek kurumsal ve gerekse de ilkesel dili olan yaşanmış öykü ve kıssalar özelinde hemen her yaşanmışlık kişisel sorumluluk ve yaşanabilirliği ifade eder." Vahyin kurumsal dili mi? Tahkiye diyemediği için "öykü" demiş. Madem vahyin ilkesel dilinden bahsediyorsun o enfes dilden biraz örnek verseydin. Mesela Rabb'im Meryem Suresi'nin daha ilk ayetinde neden Hz. Zekeriya'dan bahseder. Öykü dediğine göre Allah bize kurmaca bir metin mi gönderdi? Sonra Musa Peygamber'e "Elindeki nedir?" derken hâşâ Musa Peygamber'in elinde tuttuğunun âsâ olduğunu bilmiyor muydu? Sonra dil diyorsun lâkin dilden haberin yok. Gereksiz bağlaç kullanımları, bol ifade yanlışları kafanın çok karışık olduğunu gösteriyor. Başlığı görünce orjinal bir metinle karşılaşacağımı umarak hevesle geçtim ekran başına; ne ki hevesim kursağımda kaldı. Önce dilini öğren ki dinini iyi anlayasın. Hiç değilse meramını doğru ifade edersin. O kadar sel' li sal'lı kelimelerin arasına "mamafih" eklemen de gözümden kaçmadı. Senin bu metnini okuyan onu hiç anlamaz, zira o kelimeyi senin dahi özel hayatında kullandığını düşünmüyorum. Hülasa: biraz dil öğrenmek lazım azizim. Şu güzel duayı da önerebilir. "Rabb'im rahli sadri ve yessirli emri, vahlül ukdeten billisâni yefkahu kavli..." Vesselam...
12
az bulutlu