banner4
29.05.2020, 10:56

DARBE ZİHNİYETİ!..

-27 Mayıs acısının hatırlattıkları-

Bir çıksam buradan, bir çıksam, gitsem Çine çayının kenarına, bir gitsem, orada söğüt ağaçlarının altında derin ve deliksiz uykuya dalsam, bir daha da siyaset yapmasam...” Adnan Menderes

27 Mayıs acısı, Adnan Menderes’i (ruhu şad olsun) idama götüren ‘darbeci zihniyet’ yarası, her yıl yüreğimizi derinden kanatmaktadır...

Öyleyse darbenin ‘zihniyetini’ tanımak zorundayız:

-Ben darbe zihniyetiyim!

-Benim yasam çok açıktır: Mutlak her şeyi kontrol etmek isterim, güç kullanmak gerekirse, en büyük yasal güç sahibi devlet olarak, şiddete başvururum! Ben, ‘devletin selameti, milli birlik ve beraberlik için’ bunları yaparım. Benim meşruiyet kaynağım, ‘devleti koruma ve kollama’ görevinden gelir. Devlet, benim ‘gücümdür’ ve bu yüzden hep ‘kutsal’ kalacaktır.

-Darbeci zihniyetim sosyal, ekonomik, kültürel, tarihsel temellere dayanır ve ‘açık ya da örtülü’ bu düşünce yapılarından beslenir. Tüm darbeler, ‘tarihle’ temellendirilir ve ‘çarpıtılmış tarihten’ etkilenir. Darbecilik, ‘kutsal bir görevdir’(!) Darbe yaptıktan sonra, yönetimi başkasına bırakmam! Böyle bir fedakarlık benden beklenmemelidir! Bireysel bakılınca ‘kendi putunu yaratıp’ ona tapan ‘ihtiraslı kişilik’ halim bile vardır: Her zaman haklı olan benim, zira ‘ben Devletim’(!) Benim ‘açgözlü ve bencil’ hallerimin, tartışılması sözkonusu olamaz.

-Kendimi tehdit altında görürsem, halkım yararına (!) ‘korkuyu ve baskıyı’ seçerim. Mazlumun ve mağdurun ahı çoğalırsa, ‘sahneden çekilir gibi’ yapar ama ‘örtülü’ olarak varlığımın devamını ‘vesayetçi ellerle’ sağlarım. En yaygın halim, insanların beyinlerinde oluşturduğum,‘zihniyet diktası’dır. Toplumu ve devleti ‘kendime göre’ konumlandırdığımdan, ‘dost kalmak’ ve ‘düşman olmak’ sizin elinizdedir. Dost ve düşman olmak konusunda, sizi özgür (!) bırakır, yapacaklarınızı bu suretle sınarım.

-Benim en büyük düşmanım, özgür ruhlu, kendi kişilikleri olan ve bu sebeple özgür davranan bireylerdir. Kendi aklını kullanmaya cesaret eden bu insanları ‘ihanet eden insan’ olarak nitelendiririm. Onlar, kendi akıllarına başvurduklarından, benim ‘devlet, millet, birlik, kutsal’ gibi telkinlerimle ikna edilemezler. İdeolojimde bireye ve topluma düşen şey, ‘itaat etmektir’. Ben, ‘benim kişiliğimde var olacak’(!) insanlar arzu ederim, bu yüzden eğitimi düzenler, ‘itaatçi insanlar’ yetiştirmeyi murat ederim.

-Darbeci düşünce zihniyetimin, temeli sağlam esasları vardır, ‘şekillere’ bağlı kalamaz. Bazen açık, bazen örtülü, bazen askeri, bazen de sivil olabilirim. Darbe yaptığımda, ülkenin toplumsal dokusunu ve insan yapısını ağır bir biçimde yaralarım... Oluşturduğum ‘korku’ sayesinde, özgüven sahibi, mantıklı düşünebilen bireyler yok olurlar. Yerine ‘itaatçi hastalıklı akıllar’ gelir. Ülkeyi ‘bir savaş alanı’ gibi gösterir, insanı da ‘benim cephemde mevzi’ almaya zorlarım.

-Benim katımda ‘hakların ve hukukun’ bir yeri yoktur. Zira haklardan daha çok, devlet için ‘görev bilinci’ esastır. Hakkı ve hakikati arayanları, ‘sorunlu ve sakıncalı’ sayarım. Benim anlayışımda, ‘verilmesi uygun görülen’ haklar vardır. Bu hakların ‘neler olduğunu’ ben belirlerim. Lütuf gösteriyorsam bu banim şanımdandır(!) Kim ki ‘bana sadakat’ gösterir, makam ve menfaat ile beslerim! Kim ki ‘ehliyet ve liyakat’ ister, kuşku ile gözetlerim! Ödül ve cezaya dayalı kontrolüm ne güzeldir (!) Uyarsan abad olur, uymazsan berbat olursun! Benim ‘hukuk anlayışımın özü’ budur! Bir konunun adaletli ve hukuka uygun olup olmadığı, ‘kutsallarım’ karşısında, önemli değildir. Yasayı ‘kendi işime geldiği’ gibi düzenlerim. Kimseye de bu anlamda ‘hukuk güvenliği’ verecek değilim...

-Benim zihniyetimde ‘tek doğrular’ vardır. Çoğulculuk kötü, ‘tek biçimlilik’ esastır. Bana ait doğrularımın ‘felsefesi yapılarak’ sorgulanmasını engellerim. Bu yüzden, benim zihniyetimin egemen olduğu devlet yapısında, toplumsal veya siyasal hayatın her alanı ‘kutsallarla’ çevrilir. Felsefeciler bunlara ‘tabu, mitos’ derler. Ben kutsallarımla insanlara egemen olmaya çalışır ve insanları bunlara inanmaya zorlarım. Bunlar ‘benim ülkeyi daha kolay yönetmek için türetmiş olduğum kutsallar’ da olabilir. Ama benim kutsalıma dokunanı, elbette ki gücümle ‘yakarım’!

-Toplumsal dünyayı ve sosyal olguları, sadece ‘kendi kabullerime’ göre algılar ve sizlere de ‘medya gözünden’ böyle algılatırım. İdeolojime aykırı olan her şey, ülkeme kötülüktür (!) İktidarı kendimle bütünleştirir ve kendimi ‘devletin asıl sahibi’ sayarım. Benim aleyhinde olan görüş ve eylemler, yanlıştır ve aynı zamanda ‘suç’ olur! Gerçek, benim gerçeğim; doğru, benim doğrumdur. Benim düşüncelerime muhalefet etmek ve karşı çıkmak, ‘düşmanlık’ anlamına gelir. Zihniyetimin değiştirmeye kalkanlara, ‘siyasi kurnazlıklar’ yaparım. Zira elde tutmak istediğim güç, ‘devletin kurtuluşu’ içindir, bu noktada erdem ve ahlak, asla kriter değildir. Toplumsal değişim taleplerini de uygun görürsem, zaten ben uygulatırım. Benim zihniyetimi, kimisi tutucu ve muhafazakar görebilir. Onları da bu sebeple ‘düşman’ olarak kodlarım.

-Düşünceye darbe vuran, yıkıcı zihniyetim yüzünden, siyasal sistem altüst olur. Temel hak ve özgürlükler, mevcut esnek yaşam düzeni, ümitli gelecek beklentisi, hoşgörülü dünya algısı, toplumsal güven ortamı tümden sarsılır... Modern dünya, benim anlayışımı ‘zorba’ olarak görse de ‘siyasal otoritenin kurucusu’ unvanı ile yeni bir düzen kurmaya çalışırım. Onlarca yıllık hukuk ve kültür birikimini kaldırır, mevcut toplumsal dinamikleri gerekirse yok sayarım.

-Toplumda belli kesimlerin, ülke nimetlerinden ‘ölçüsüzce pay almasına’ imkan veririm. Menfaat sağladığım bu ‘ayrıcalıklı sınıflar’, beni her yerde destekler ve böylece güçlü kalırım.Diğer insanlar, ellerinden bir şey gelmeyeceği için ‘korkarak,’ haksızlıklara ‘kayıtsız’ kalmayı ya da ‘sarhoşça hayattan zevk almayı’ tercih ederler...

-Adaletsizlik döngüsü ve yoksulluğun devam etmesi, ülkenin genel bir sorunudur. Kurucu iktidarlara ‘sorumluluk verilmesi’ düşünülemez... Ayrıca halkın zenginleşmesi, eğitim seviyesinin yükselmesi çok da iyi görülemez. Çünkü zengin ve eğitimli insan, daha özgür kararlar verir. Yönetimin bazı sebeplerle elimden kaymakta olduğunu görürsem, cahil kalan halkın arasına ‘fitne atarak’ toplumsal ayrışmayı körüklerim. ‘Tavşana kaç, tazıya tut’ yöntemiyle, ‘insanı, insana kırdırıp’ iktidarımın sürekliliğini sağlarım. Bu zihniyetim yüzünden, toplumun geleceği kararırsa, bunu millet yaşar ve bedelini de onlar öder...

-Benim zihniyet kültürüm, ‘milletin mayasından’ öyle kolayca sıyrılıp atılamaz. Bireylerin ve toplumun tüm eylem ve düşüncelerini belirler...Siyasal hayatın tümünü kuşatır…Toplum  demokratik bilince kavuşur da, Cumhuriyet gerçek manada yaşanırsa eğer, bu durum kutsal saydığım ‘devlet güvenliği’(!) anlayışımla çelişirse; değişmeyen zihniyetle, ‘devleti’ korumak ve kollamak, yine benim vazifemdir!..

----

Şimdi darbecilerin ‘zihniyetini’ tanımış olduk...

Sizi bilmem ama doğrusu ben, 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül darbe mimarlarını (!) ve onların ‘dalga etkisinde kalanları’ tanıdığıma memnun olmadım!..

Faydalanılan Eser: Devlet ve Siyaset/ Prof. Dr. Milay Köktürk (2009 yılı Türk Yurdu dergisinde yayımlanan, eleştirel yazılar/ Ötüken Yayınları, Baskı Yılı 2017)

Yorumlar (0)
12
az bulutlu