banner4
13.03.2020, 08:41

“CEMİL MERİÇ” ÜZERİNE…

Cemil Meriç (1915-1987) tarihleri arasında yaşamış, önemli bir tenkitçi yazarımızdır. Kavramlar ve kelimeler üzerinde yaptığı müthiş savaş ile her kelimeye pasaport soran bir tercümandır. 1960’lı yıllara kadar Avrupa’nın bikri-i fikri” ile meşgul olan düşünürümüz, Hint kültürünü tanıdıktan sonra, yöneldiği Asya’nın akl-ı piranesini” birbiriyle buluşturmanın derdine düşmüş bir münzevidir.

Kitaplar onun için bir sığınaktır. Yalnızlığına dost, yazdıklarına yoldaş:"Kitap bir limandı benim için. Kitaplarda yaşadım. Ve kitaptaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim. Kitap benim has bahçemdi. Hayat yolculuğumun sınır taşları kitaplar...”

Cemil Meriç, zihinlerdeki yerleşik ‘peşin hükümlerin’, kalbe yerleşmiş ‘kör inançların’ parçalayıcısı olmuş, kalabalıkları aydınlatmak, yalanların maskesini düşürmek için çabalamıştır:”Bir çağın vicdanî olmak isterdim, bir çağın, daha doğrusu bir ülkenin, idrakimize vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek…”

1967 yılında ilk çalışması “Saint Simon” üzerinde yaptığı çalışma ile sosyolojiye katkı sunmuş, daha sonra da fikir dünyamıza en çok bilinen kitapları ile 1974 de “Bu Ülke”, 1978 yılında “Mağaradakiler”, 1980 de “Kırkambar”, 1984 tarihinde “Işık Doğudan Gelir” ve 1986 da “Kültürden İrfana” adlı eserleri sunmuştur.

Büyük düşünür, Hilmi Ziya Ülken gibi kültürün en büyük ayağını “irfan”da görmüş ve kültüre “tutku ve sevgi” ile bağlanmıştır:İrfan, kemale açılan kapı, amelle taçlanan ilim. Kendini tanımak, marifetlerin marifeti…”

Maddecilik fikrinin karşısında, felsefeye ise bazen mesafeli duran Cemil Meriç, maddeci felsefeyi, “mukaddesi olmayan, bir fikir uğrunda fedakârlık yapmak zevki tatmayan, çıkarcı bedbaht” olarak tanımlamıştır.

O da Türk aydınının yol göstericiliğine ihtiyaç duyar: ”Şahikalara ancak tırmanarak yükselinir. O zaman insan, ‘İnsan-ı Kamil’ olur. İnsan insana muhtaçtır ama saygı gösterdikçe” der. İnsanı ‘eşya yerine koyan ve maddeleştiren, araç kılan’ düşüncelere karşı çıkar: ”İnsanlar sevilmek için yaratıldılar, eşyalar ise kullanılmak için. Dünyadaki kaosun nedeni; eşyaların sevilmeleri ve insanların kullanılmalarıdır“ diyecektir. Öyleyse, önce “insan sonra aydın” olmak lazımdır. Zaten belirli olgunlaşma noktasında “insan için insanlık, bir bütün” olacaktır.

Fikrin özgürlüğünün yılmaz bekçisinden biri de Cemil Meriç’tir: "Düşünceye hürriyet, sonsuz hürriyet. Kitaptan değil, kitapsızlıktan korkmalıyız."dediği yerde, “Tabular tabular…Her adımda şuura dur emrini veren bir jandarma neferi…Her kapının arkasında, elinde bıçak, bekleyen bir harem ağası…Düşünme! Düşüneni iftiranın ve sefaletin lağımında boğduktan sonra ellerimizi yıkayıp, 'Efendim bizde filozof yetişmiyor' diye ah-u vahlar!.. Her aydınlığı yangın sanıp söndürmeye koşan zavallı insanlarım: Karanlığa o kadar alışmışsınız ki yıldızlar bile rahatsız ediyor sizi! Düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı bu ülkede, düşünce adamı nasıl çıkar?” sözleriyle, ‘şuursuzluğun ve cehaletin’ “isyan ahlakı” duyulur, Nurettin Topçu gibi yüreğinde: “İsyan bir ümit çığlığıdır... Ölü isyan edemez!..”diyerekten…

Toplumdan beklentisi, kültür ve irfanın birlikte katacağı “deniz feneri” olunmasıdır. Toplumun çoğu kez ‘yığın ve sürü’ haline dönüşmesi rahatsız eder, onu: ”Onlar sürü yavrum... Zincirlerinden başka kaybedecek neleri var… Karanlıktan geldiler karanlığa gidiyorlar, yıldızlara tırmanan merdivenden habersiz... Yürüyen, esneyen, tepinen ve öğrendiği şeyleri tekrarlayan uzviye!..”

Bu sebeple “toplumsallaşma” farklıdır onun için: ”Kalabalığı sevmek kalabalıkta erimek değil çocuğum... Kalabalığı aydınlatmak... Işık olmak için yanmak lazım... Yıldızlaşmak kolay değil…”Sürüden ayrılanı, kurt kaparmış... Sürünün önüne geçmek, sürüden ayrılmak mı?..””Aydınların aydınlatılmadığı halkı, soytarılar aldatır!” ”Aydın kendi kafasıyla düşünen, kendi gönlüyle hisseden kişi. Aydını yapan; ‘uyanık bir şuur, tetikte bir dikkat ve hakikatin bütününü kucaklamaya çalışan bir tecessus…(araştırıcılıktır)”

O halde toplum “bilinçli bir kültürle irfana” yürümelidir her zaman. Zira “İzm’ler idraklerimize giydirilen deli gömlekleri…” “İdeolojilerin ışığına göz yumanları sloganlar yönetir. Karanlık, kinlerin birbirine saldırttığı çılgın sürülerin savaş çığlığıdır, slogan! İlkelin, budalanın, papağanın ideolojisidir. Düşünce ile çığlık bağdaşmaz. Şuurun sesi çığlık değildir. Yabani bağırır, medeni insan konuşur...” demektedir.

Beklenti bu kadar büyük olup da, ‘anlayacak insan bulunmadığında’ düşülecek hayal kırıklığının tarifi peki nasıldır?.. “Dante cehennemi anlayamamış dostum. Cehennem hatıraların küllenmesi, ümitlerin susması…Cehennem haykıramamak, ağlayamamak…”

Ama vazgeçmeyen bir ruh gücü ile haykırır yine de mücadele azmini: “Memlekette sağcı-solcu, ilerici-gerici yoktur, bu memlekette namuslular ve namussuzlar vardır.” “Don Kişot olun! Tek hürmet ettiğim adamdır. Kaybedilmiş bir davanın, bu kadar fedakâr bir kahramanı olabilir.Dünya Sanço Panza’larla dolu!..”“Gerçekten dürüst kalabilen, kendi kalabilen, menfaatlerin dışına çıkabilen, parmakla gösterilecek kadar az…”

Siyaset “ince düşünce ve insana değer verme” sanatı olmalı değil mi? Öyle olmuyorsa eğer, Cemil Meriç ‘itibar suikastçılardan’ elbette intikam alacaktır: “Her iktidara geçen, kendinden önce yapılanları bozmakla işe başlıyor. Maiyetindeki memurları değiştiriyor. Yükselebilen ancak dalkavuklar! Herkes devletin sırtından refah elde etmek peşinde... Emeğin hakkını vermek, memurları oradan oraya nakletmemek, halk nazarındaki itibarlarını yükseltmek lâzım.”

Adalet içinde görülen ‘adaletsizlik’ de eleştirel düşünceli Cemil Meriç’ten nasibini alacaktır. Değişmeye / yenilik getirmeye yönelik olarak: ”Kanun... Büyük sineklerin yırtıp geçtiği, küçük sineklerin takılıp kaldığı bir örümcek ağı...”

O halde, hiç durmadan “bir fikir işçisi” olarak savaşmak gerekir “bu ülkenin” her yerinde: “Düşünmek savaşmaktır. Bir nesil uğruna, bir millet uğruna, bir medeniyet uğruna savaşmak...”“Büyük adamın kaderi, put kırıcılık... Bu putlar bir dönem onun da mabudu olmuştur... Ve bilir ki yeni bir dünyanı, daha güzel bir dünyanın yolunu açmak için bu sevimli oyuncakları parçalamak zorundadır...”

Düşüncenin yolu böyledir, zorlu ve çetin bir yoldur bu. Büyük adamların rolü de bu olur gerçek yaşantı tarihimizde…”Yalnızlık ve çığlık” iç içedir, onların hal ve sözlerinde… Halkı aydınlatmak, yanlıştan kurtarmak dilekleridir. Onlar bir tek sestir aslında: Hakikat yolunun yolcusu, aydınlık geleceğin müştucusu olaraktan. Topluma katmak istedikleri, irfan, özgürlük ve adalet beklentisidir. Ulaşılırsa eğer bu hedefe, hizmetlerine karşılık, ödül beklememektir, düşünceleri… İnsan için çalışmak, insana aydınca yoldaş olmaktır, tek istekleri…Belki de bu duygu ve düşünceleri dünyanın ‘cahil güç sahiplerinin’ cezalandırmalarının geçerli(!) sebebidir…Kötülüğün, iyilik yüzünden fark edilir olmasıdır, neden…Karanlığın, aydınlığa olan düşmanlığı görülerekten: Roller, ceza ve ödül, ahiret yurdunda ise değişecektir: Bu kez Cehennem yerleşkesinde ebedi azap sahipleri, Cennet insanının ışıldayan yüzünü görünce, haset ve buhran ile “Çabuk geç, nurun ateşimi söndürüyor“ diyecektir. Ve o ışıltılı yüzler, “Selâm size! Keşke sizi uyaranları yalanlamamış olsaydınız” sözüyle karşılık vereceklerdir…

İşte fikir dünyamızda parıldayan güneşler: Cemil Meriç ve Büyük Kalpler! Fikirleri, aklımıza; düşünceleri, yolumuza ışık; sevgileri kalbimize sıcaklıktır. Hiç unutulmadan, gönülden okunması gereken, değerler…

Yorumlar (0)
12
az bulutlu