banner4
20.05.2021, 23:43

BİR AYDINIMIZ: FINDIKOĞLU

Osmanlı Devletinin son dönemleri ile Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk dönemlerinde yaşanan toplumsal değişim, belirli arayışları öne çıkarmıştı.

Sosyoloji konusunda Ziya Gökalp bu değişimde en etkili isimlerden biri oldu. “İlim vatan içindir” anlayışıyla sosyoloji bilimini tanıtan Gökalp, Türk sosyolojisinde bir ekol oluşturdu.

Ziya Gökalp’in izinden giden Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu (1901-1974) da “Türkiye’de yerli ve milli bir düşünce geleneği kurmak” amacıyla çeşitli bilimsel ve felsefi birikimlerle sosyolojiye katkıda bulundu.

Fındıkoğlu, Fransız düşünür Lalande’nin “metod” tanımında olduğu gibi, metodu “olaylar karşısında zihnimizi tatmin edecek hakikatlerin bulunması için sarf edilen düşünce faaliyeti” şeklinde tanımladı. Ona göre “hukuk kültürümüz” de yalnızca “davranışların lehinde ve aleyhindeki hukuk delillerini bilmekten ibaretti (!)” ve sosyal hadiseleri anlama tarzımız, dar bir anlayışa sahipti.

Türkiye’de sosyolojiye bir bütün olarak bakmak isteyen Fındıkoğlu: “Bizde, sosyoloji ancak ‘Garbı olduğu gibi nakletme ve taklit cereyanı’ şeklinde ortaya çıkmıştır” eleştirisi getirdi. Türkiye’de “İlmi ve Felsefi Hayatın İnkişafı Şartları” adlı makalesinde, Batı kültürünün kendi içinde derinleşmesinin sebebini şöyle açıkladı: “Paris’te Sorbon medresesi zamanın anlayışına intibak etmiş, hatta o anlayışı bizzat yaratmış, işlemiş ve buradan bir üniversite çıkmıştır. Kant’ın okuduğu Könisberg Üniversitesi; tarihi, Orta Çağa kadar götürülebilecek bir medrese idi. Luther’in tahsilini yaptığı Wittenberg medresesi üniversiteye dönüşmüştür. Kısacası Orta Çağ zihniyetinden asrî, müspet düşünceye geçiş kendiliğinden gerçekleşti; bizde olmayan şey budur. Tefekkür geleneğimiz, pozitif düşünce geleneğine dönüşemedi… Bunun temin edilmesinin prensibi şudur: Dinî ve siyasî ihtirasları bir tarafa bırakarak ilmi ilim olarak, felsefeyi felsefe olarak kabul etmek, ilmî ve felsefî faaliyeti başka çeşit kıymetlerle karıştırmamak gerekir.” Dedi.

Fındıkoğlu’na göre Batı medeniyeti, bilimsel ve felsefi ortamını bazı ilkelerde topladı. En başta da “bilimsel ahlak” geliyordu. Bu konuda Fındıkoğlu, Rauh’un 1903’de yazdığı “Deneyim Morali” kitabındaki “ahlâklı insan” tipinin özelliklerinden faydalanarak Türk kültür dünyasının gelişmesi için “Aydın kendini bilmeli, hasbî davranmalı, yaptığı işe gönüllü bir inanışla bağlanmalı” diyecekti. “Aldığımız ve naklettiğimiz yabancı kültürün muhtevasından ziyade, zihniyetini ve metodunu kavramaya çalışmalı, millî bir kültür muhtevası yaratmaya çalışmalıyız…” diyen Fındıkoğlu, Türkiye’de sağlam bir düşünce geleneğinin kurulmasını ve kendi kültürü içinde bunları yoğurmasını şart gördü. Düşünce faaliyetlerinin değerinin ve özgürlüğünün gözetilmesi, birincil önceliklerdendi. Bu hürriyeti sağlamak için her şeyden önce sosyal değerleri birbirinden ayırmak, her işi ehline bırakmak, bilim ve felsefe ile doğrudan doğruya ilgisi olmayan ‘siyaset ve din ihtiraslarını’ bu alana karıştırmamak gerekiyordu.

Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu birikmiş manevi bir servetin bulunmaması dolayısıyla henüz bilimsel ve felsefi düşünce geleneğinin kurulamadığı ülkemizde; tarihî, sosyal ve siyasi şartların “Bilim adamlarını, idare ve siyaset alanına kaydırdığını, ülke meseleleriyle ilgili ciddi ve bilimsel yayınların değil de günlük dedikoduların ve zevklerle ilgili yayınların rağbet görmekte” olduğunu belirlemişti. Fındıkoğlu sosyal, tarihî ve siyasî sebeplerle idare ve siyaset alanına kaymış bilim adamlarını, yeniden bilim alanına çekme idealini,“Lisanı Türk, havası Türk, düşünce ve tebliğ tekniği Türk, yerli bir fikir havay-ı nesimisini yaratmak…” sözleriyle açıkladı.

Fındıkoğlu’na göre, “kültürde âdem-i merkeziyet”, Türkiye’de fikrî hayatın canlanmasını, bilimsel ve felsefî geleneğin kurulmasını, ülkenin her tarafındaki kabiliyetlerin ortaya çıkarılıp değerlendirilmesini sağlayacak en önemli faktördü.“Ferdî çalışmalar, bir teşkilata bağlanmadıkça, kumlar arasında süzülüp kaybolan küçük sulara benzer.” Diyerek, fikir ve kültür faaliyetlerin teşkilatlanması gerektiğini vurguladı. Kültürel teşkilatlandırma işini, devletin fonksiyonları arasına aldı. Türkiye’de bilimsel ve felsefî bir düşünce geleneğinin kurulamamış olmasının sebeplerinden bir diğeri de aydınların bir araya gelip aynı çatı altında toplanamamaları, kolektif çalışma alışkanlığına sahip olmamalarıydı.

Fındıkoğlu’nun, eğitim ve öğretimde arzu ettiği temel ilkeler; şahsi teşebbüsün değer görmesi, nicelik değil, niteliğin esas alınması, öğretmenliğin değerinin yükseltilmesi, meslek kuruluşlarının oluşturulması ve eğitim ile ekonomi arasında uyumun sağlanmasıydı. “Okula bakınız, okulun sahibi olan milletin hayat ve medeniyet anlayışı, derecesi hakkında bir fikir edinirsiniz.” sözleriyle okulun, toplumsal yapı ile olan ilişkisini açıkladı. Ona göre eğitimde nitelik sorunun çözülmesi için öğretmenlere ve öğrencilere düşen iki görev vardı: “Hocalar, artık cami vaizleri olmaktan çıkarak, okuttukları talebelerin kafaları işlenecek ‘birer insan olduğunu’ düşünmeli; talebeler, sadece ‘diplomalı’ olmayı değil, fakat aynı zamanda Türkiye’nin muhtaç olduğu birer ‘şahsiyet’ olmak idealini gütmeliler.” Diyecekti.

Fındıkoğlu, birey açısından kültürü, ferde şahsiyet bütünlüğü kazandıran, fikirleri ile davranışları arasında tutarlılık sağlayan bir olgu olarak gördü.“Kültürlü insan, ahlaklı insandır; davranışları tutarlıdır ve ona güvenilebilir. Toplumsal açıdan kültür ise toplumdaki birliği ve dayanışmayı, hem de sosyal kurumların düzenli ve uyumlu bir bütün olarak işleyişini sağlayacaktır” dedi.

Fındıkoğlu, kişisel hayatında ilim adamlarına yakışır şekilde asaletli yaşadı. Gösterişsiz giyim ve kuşamı ile mütevazı oldu. İnsanlar arasında rütbe ve tabaka farkı gözetmeksizin herkesle samimi oldu. İlmi ve felsefi sohbetlerini mahcubiyet içinde sunan Fındıkoğlu, düşünce ve inanç sisteminde, kırk yıla yakın süren üniversite hocalığı müddetince esen rüzgâra göre yüz çevirme hastalığına tutulmadı. Her zaman ahlakçı, aksiyoncu ve araştırmacı bir sosyolog şahsiyet olarak kalmaya çalıştı.

Neticede milliyetçi bir Türk aydını ve düşünürü olarak Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun tüm kültür çalışmaları, Türkiye’de yerli ve millî bir düşünce geleneğinin kurulmasına, bu yolla milletleşme olgusunun tamamlanmasına, millî birliğin ve bütünlüğün sağlanmasına, Türk milletinin kültürel alanda ilerleyerek çağdaş milletler arasında gerçek yerini almasına hizmet etti.

Yorumlar (0)
12
az bulutlu