banner4
11.07.2021, 14:56

Besleyici ve Makbul Dindarlıkların Ruhu

Bilebildiğimiz kadarıyla insanların dünya hayatını ve buna bağlı olarak da ebedî hayatlarını söz konusu eden kurumun adına din denilmektedir. İşin bir diğer veçhesine göre din denilince, sistemsel irade Yüce Tanrı’dan, uygulama ve hayata geçirme anlamındaki pratikler ise bütünüyle insandan olmakla kalmayıp, bunun yanında görünürlüğü büsbütün beşerin tercihleriyle hayat bulan etkin bir sürecin adıdır. Yani proje ilâhî, uygulama ise beşerîdir. Projenin kendisi de beşerin kapasiteleriyle doğrudan orantılı ve de sınırlıdır. Bu noktada akıldan çıkarılmaması gereken ilk husus, dinî tutumlar söz konusu olunca onun takatini aşan projelendirmeden asla bahsedilemez.

Diğer bir ifadeyle, din ve insan yetenekleri arasında uyumsuzluk söz konusu olmamakla birlikte ve dahi her iki unsurun amaçları arasında da herhangi bir tezatlık olamaz. Yani din denilen kurumsal yapı sadece ve sadece insanın dünya hayatını tanzim için projelendirilmiş olan ilâhî bir hatırlatma mekanizmasından ibarettir diyebiliriz. Tabiidir ki dinin uhrevî kazanımları da tamamen dünya hayatındaki tercihlere bağlı olarak öne çıkacaktır.

Unutmamak lazımdır ki din, Yüce olanın insana öğüdüdür. Ve dahi ona yol göstermesidir, yaşanmışlardan tecrübe beyanıdır, geleceğe dair planlama ve öneridir, korumadır. Bunların hepsi insan tarafından zaman içinde keşfedilebilirse dahi insanı başıboş bırakmayan Yaratıcı, onun dünya serüvenine elde hazır olan hususlarla başlamasını istemektedir. O’nun planlamasına göre belki insanın yol boyunca bulabileceği her şey, her ihtimale karşı onun daha yolun başında elinde olması sağlanmıştır. Bu tercihin hem “bahaneleri ortadan kaldırma” ve hem de insana “pozitif katkı” babında ele alınması elzemdir.

 Yani bu tercihle birlikte, insanın süreç ortasında ya da sonunda vardığı nokta ile varması gereken nokta arasındaki açıklık ortaya çıkarsa bunu kendinden bilmesi öne alınmaktadır. O yüzden de insanın “yol azığı” daha başından temin edilerek kitap v elçiler vasıtasıyla kendisine yardımda bulunulmaktadır. Nihayetinde dinin bu katkısı, insanın her türlü ayak sürçmesine karşı alınan bir önlem olarak kabul edilmelidir.

Din, hayatın sağlıklı işleyişi için hayatı domine eden insanı eğitmeyi hedef alır. Bu tercih, dinin insan hayatındaki önem ve etkinliğini anlamamızın yanında, din denilen yapının amacının ne olduğunu da daha yakından anlamamıza vesile olacaktır. Bu seçeneğin bir anlamı “din-insan birlikteliği” ise de, diğer anlamı, dinin “eğitici vasfı”dır diyebiliriz. Her iki durumda da dinin muhatabı olan varlık, seçimlerimize kaynaklık eden irade yeteneğine sahip insanın ta kendisi olmaktadır. Belki insandan daha özsel yeteneği olan varlıklar var ise de, adeta sistemin direksiyonu gibi olan “bağımsız irade” sadece insanın paket değerlerine tevdî edildiğinden ötürü, insan denilen varlık dünya üzerinde dinin yegâne ve doğrudan tek muhatabı olmuştur. Bu muhataplığın önemi ve de sorumluluğu olduğunu insanların büyük bir kısmının bundan bîhaber olduğunu da söylemek lazımdır.

Ancak her durumda bunca defoya rağmen Yüce Allah’ın insandan vaz geçmemesi ve onu din denilen olgunun “doğrudan muhatabı” olarak görmesi, insanın değerini bir kez daha anlamamıza katkı sunacaktır. İşin tuhaf tarafı, bu sistemin işleyişi için ilk ve tek muhatap olan insanın kendi kalitesi ve değeri hakkında belli bir şuuru taşımasıdır diyebiliriz. Yoksa insan, bu şuurun eksikliği hâlinde hem kendine ve hem de diğer canlılara hayatı zehir edebilir.

Doğrusu din, gerek Yüce Allah tarafından kurulum aşamalarında ve gerekse de kendisine arz edildikten sonraki uygulama aşamalarda her daim “ileriye dönük” bir planlama sürecinin adıdır. Buna göre din, Tanrı ve insan tarafından hayat verilen dün, bugün ve yarının bilinçlenme hâli ve dahi olgusal tasavvurudur diyebiliriz. O açıdandır ki dini sadece geleceğe dair bir tasavvur olarak görmek, çoğu zaman doğru olsa dahi eksik bir doğru olarak yerini alacaktır. Zira din, sacayağı gibi düne ait yaşanmışlıkları değerlendirme bilinci, bugüne dair pratik tercihleri ve yarına ait tasavvur kümelerinden oluşmaktadır.

Doğaldır ki bu aşamalarda en önde olan “anın düzenlenmesi” tercihi olduğu için, din en çok şimdiyle/anla ilgili düzenleme tercihlerine önem vermektedir. Hatırlamak gerekir ki, hem geçmiş ve hem de gelecek bu tercihlerden ibaret bir inşâ olduğundan ötürü, dinin günü kurgulamak ve anı düzeltmek gibi kesif bir maksadının olduğunu akıldan uzak tutmamak lazımdır. Belki de din-gün/din-an/din-şimdi/din-eylem ilişkisinin kurulması demek, insanın adım atarken gözünü açan uyarı mekanizması şeklinde bir katkı ya da bilince sahip olmasını temin edecektir. Bize göre vahyin “takva” dediği sürecin kazanılması, büsbütün bu bilince ulaşma aşamasından sonra gerçekleşecektir.

Haddizatında din, insanın aşkın olan varlıkla “orta değerler” üzerinde birleşebilmesidir. Hem, insanın çapı ve kapasitesi gereği onun yapabileceği değerler her daim yapılabilir olan kolay tercihler üzerinden hayat bulmuştur. Bu demektir ki insanın değer alanı en üst ve en alt değer kümesinden tercih edilmemekle, dinin insana olan katkısı onun yetenekleriyle doğru orantılı kılınmıştır. Onun tercih ve zorunlulukları, Tanrısal değer anlamındaki üstün değer kümesi ile şeytanî değer kümesi denilen alt değerler kümesinden değil, insanın kapasitelerini hayata taşıyan ve ilgili değerlere hayat veren orta değerler kümesinden tercih edilmektedir. Belki de insanın eşref-esfel arasında git-gelleri bu tercihlere bağlı olarak değişecektir.

Kanaatimizce insanı günâh-tövbe sarmalından çıkarıp sadece yücelik makamına taşımak yanlış olduğu kadar, onu sadece günâh kategorisinde de tarif etmek aynı derecede yanlış bir tutum olacaktır. Bu aşamada denilmelidir ki, insanın günâh, suç ve hata yapmasını istemeyen bir Tanrı olsaydı, ona bu yetenekleri asla bahşetmezdi. Ve yine insana yücelik makamındaki eylemleri bilme ve tanıma erdemi verilmeseydi, onun tercihle değil, varlıksal yaratımla farkını öne alan melekleşmesi sağlanırdı. Bunların olmaması demek, insan-emek neticesinde gelişen Müslümanlığın ne derecede kıymetli bir süreç olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Seçilmiş elçilerin işledikleri hata, günâh ve suçların vahiyle deşifre edilmesi ise, bizleri bu noktada sürekli olarak eğiten en değerli yaşanmışlık olarak karşımızda durmaktadır.

İnsanı eğiten sürecin takibinden kolaylıkla anlıyoruz ki, din, bütün öneri paketinin varlık için pozitif uğraş hâline geldiği bildirim kümesidir. Bu kümenin insana yol gösterdiği, ancak yapıp-etmelerine fiilî bir müdahalede bulunmadığı aşikârdır. Hem, öyle bir müdahale alanı olsaydı, sorumluluk sahibi olan insandan bahsetmek mümkün olmazdı. Doğaldır ki insanın dinle olan ilişkisi öneri/tavsiye ve icra/yapım ilişkisinden ibarettir. Buna göre din denilen kurumsal yapı, tek muhatabı olan insana yapabileceği ve kendi lehinde olan bazı önerilerde bulunarak insanı haberdar kılmaya çalışmaktadır.

Kendisinde hazır olan yetenekler üzerinden bunlara anlam veren insanoğlu, tercihlerine göre dine yakın ya da uzak bir mesafeye yerleşmektedir. Üstelik onu bu seçimleri, insanın paket değer dediğimiz yetenekleriyle ilişkilidir. Ancak teknik anlamda nötr durumda olan bu yetenekleri harekete geçiren unsur, insanın iradesi olduğundan ötürüdür ki, din, insanın bedenini değil bedeninin direksiyonu mahiyetindeki iradesini önemsemektedir. Bizim; “din, bütünüyle irade eğitimidir!” dememizden kasıt da budur.

Din, kanaati değil, tecrübe ve gerçeklikleri hedef alan rasyonel tutumun adıdır. Bu tutum, insanı eylem ve tercihleri üzerinden belli bir noktaya getirmeyi öne almaktadır. Yine bu ön alışın insan ve diğer varlıklar için sağlıklı bir yaşam alanı oluşturacağı hedeflenmiştir. Her ne kadar insanın yapıp-etmeleri ilk aşamada kendisine yarar sağlasa da, bir süre sonra diğer bütün varlıkların ondan yararlanıp güven içinde bir hayata kavuşacağı söylenmelidir. Dediğimizi bir örnek üzerinden ifade edecek olursak, dünyanın en vahşi hayvanı bile tok olduğunda saldırmayı pek tercih etmez, hatta onlar bir ırkın bütünlüğü hedef almazlar.

Buna karşılık olarak insanoğlu, kitlesel yok edişleriyle bilinmektedir. Üstelik insan, vahşi dediğimiz canlılarda olduğu gibi karnını doyurmak saikiyle değil, bazen kendi kendine geliştirmiş olduğu tuhaf ölçülere göre zevkine dair katliamlar bile yapabilmektedir. İşte, insan ile diğer varlıkları kıyaslamaya vardıran bu gibi tutumlar, insanın bazı gömülü değerlerini eğitmeyi hedef edindiğinde yahut da insandaki yıkıcılığın öne alınmadığı ve gömülü kaldığı hatta eğitildiği bir dinleşme/dindarlaşma sürecinin olduğu her aşamada kalıcı, tercih edilebilir ve yaşanılır dindarlıkların insana ne denli katkı yaptığını görmek bizleri sevindirecektir. Maalesef ki, insanlık tarihi, dindarlık biçimlerinin insana yapılan soykırım ve katliamları meşrulaştırdığı tuhaf bir yaşanmışlık örnekleriyle doludur.

Yorumlar (1)
Muharrem Demircan 3 yıl önce
Bilgiler paylaşınca faydalı olur, satırlara aktarilmayan bilgilerin faydası olmaz...
Tebrik ederiz
12
az bulutlu