banner4
27.09.2020, 13:31

BDP’nin Kapatılması AK PARTİ'ye Yaramaz   

 

Yurttaşların 3 kasımla başlattığı, 22 temmuzla bir kısım Kürdleri de parlamentoya dâhil ederek sürdürdüğü barış ve demokrasi yürüyüşü şimdi tehlikede. Siyasilerin, irili ufaklı tüm değişimleri değerlendirerek, demokrasi ve barış için bir araya gelecekleri beklentisi oluşmuştu. Ergenekon davasının başlamasıyla kitleleri karmaşık da olsa bir değişim umudu ve heyecanı sarmıştı. Ergenekon davasının; 1 Mayıs, Susurluk, Yüksekova, Şemdinli davaları gibi demokrasiyi frenlememesi için, her kesimin sorumluluk alacağı düşünülmüştü. Ancak siyasilerimiz, siyaset üreteceklerine mahalleli ağzıyla dedikodu ve iftira üretiyorlar.

Yeni komuta kademesinin yaptığı klasik driplingleri kendilerince yerinde gören ulusalcı sol zihniyete söyleyecek çok şeyimiz yok. Onlar, zaten suçluyu güçlünün kucağında görmeye ve sevmeye alışmışlar. Peki, askerin sivil yaşama müdahil olarak yeniden toparlanma işaretini ve pratik yaklaşımını ‘sivil’ demokrasimize, Kürd haklarına, AB ulusal programına ve en önemlisi toplumsal barışın ‘hayrına alamet’ görmeyenlerin birbirlerine sataşmalarına ve ortak politika üretmeye yanaşmamalarına ne demeli?

KENDİNE DEMOKRATLAR DA ULUSALCIDIR 

Şüphesiz her siyaset varlık gerekçeleriyle kendini az ya da çok haklı bulabilir. Bu sisteme rağmen bir adım öne çıkıp kendi doğrularına sarılanların, sistemin antidemokratik ve adaletsizce yüklendiği kesimlerle demokratik dayanışmayı unutanların, arada bir hamasi nutuklarla kendilerine yer ve yol açmaya çalışanların ve nihayetinde yalnızca kendini sağlama almakla meşgul olanların yakınmacı sesleri ve bireysel çırpınışları anlaşılır değil. Aidiyetleri ne olursa olsun, yalnız ‘kendilerine barış ve demokrasi’, isteyen bu fırsatçı siyasilerin ulusalcılardan farkı ne?

Bir ülke düşünün. Genelkurmay başkanı, anayasasını, sivil yargısını ve idare hukukunu ne postalla ne de e-postayla, dosdoğru hapishane kapısından içeri girerek, yasaların yurttaşlara verdiği hak eşitliği ilkesini –bakan yetkisiyle olsa bile- ihlal ederek, sanık arkadaşlarını ‘insani duygularla’ res’en sahipleniyor ve hiçbir sivil siyasi yetkilinin gıkı çıkmıyor.

Kendilerini Cumhuriyetin varisleri olarak görenler, ne yaptıklarını bilecek kadar, rahatlar. Onlar, toplumun aradığı hukuk devleti yerine, sadece eskiyen yasa devletinin henüz eskimediğinin psikolojik hatırlatmasını yapıyorlar. Onlar, 82 Anayasası’nın bu hakkı onlara ‘paşa paşa’ verdiğinin bilinciyle konuşuyor, yazıyor ve uyguluyorlar. Bu Anayasanın yetkileriyle devletin sınır güvenliğinden sorumlu olanlar, aynı zamanda ‘ülke iç güvenliğini kollamayı’ ilelebet yetkilerinde ve akıllarında tuttuklarından, her türlü ‘durumdan vazife’ çıkarmayı bir ‘andıç’ kadar kolay görüyorlar. Onlar, bütünün parçaya sığmayacağını bildikleri halde, durum oluştuğunda; devletin çok boyutlu kısmi güvenlik yapısına devletin bütününü sığdırmaya çalışır, baskılamalarla sivil erkte ve yönetilenlerde oluşacak bireysel ve toplumsal tahribata, acıya ve dağılmaya aldırmamaları gerektiğini biliyorlar. Onlar bu gücü, yürürlükteki bu Anayasa’dan alıyorlar ya siz, sayın siyasetçiler.  Sizler nerelerdesiniz?

AK PARTİ VE DTP’YE NİYE OY VERİLDİ

Evet, Asker Cumhuriyetimizin sivil-asker statükocuları, Anayasal statükolarının bozulmasını istemiyor olabilirler. Son modern kaleleri olan yargıyı da şoven ulusalcılığa yönlendirerek demokrasiyi ve siyasi iradeyi ipotek altında tutma eğilimini, bu ülkenin parlamentosu açık olsa da, bu anayasayla dayatabilirliği var denilip geçilemez. Bu anayasayla, bu anlayışla, bu ülkede ne kamuoyu ne sivil demokrasi ne barış ve ne de siyasi liderler yaşayabilir. Askerin, AB ilişkilerine, toplumunun ezici çoğunlukla sandıktan çıkardığı iki siyasi eğilime bakışı ve onları yok sayacak derecede, demokraside var olan kimi hakları geri iten açıklamalarını sesli dile getirmelerini kimse demokrasi ile ilintileyemez. Çok şükür ki, bu açıklamalara karşı, siyasi liderlerimiz önde, biz yurttaşlar arkalarda genleriyle oynanmış koyun gibi üç maymunu oynuyoruz. Oysa güzelim ülkede daha dün, kahır ekseriyetimiz 2007 seçimlerinde AK Parti’ye ve DTP’ye sandıkta gösterdiğimiz teveccühün bizlere ekonomik, demokratik ve barış olarak döneceğini sanıyor ve yeniden yaşama sarılacağımızı umuyorduk. 

Bu siyasi eğilimlerden birincisine, yani AK Partiye kapatma davası açıldı ve sonuçlandırıldı. Anayasa Mahkemesi’nin iktidar partisi hakkında açtığı davanın gerekçeli kararının anlamı; tek başına iktidar olsan da ulusal laiklerce ve müesses nizamca hazmedilmediğini bil! Ayaklarını uzatırsan tüccar medya muhalefeti ile başlatılan yıpratma sürecinde başına iş getirilir’ ikazıydı.

İKİ PARTİ NEDEN BİR ARAYA GELMİYOR

İkinci eğilimin ise DTP olduğu ve en az birinci eğilim kadar ülkenin demokrasisi ve barışı için önem taşımakta. Anayasa Mahkemesi’nde görülmekte olan ve karar aşamasına gelinen DTP davasında beklenti HAK-PAR davası gibi olumlu değil, muhtemelen ‘malûmun ilamı’ düşüncesi hâkim.       

Kürdlerin toplumsal barış adına işsizlik ve kuraklığı unutmaya çalıştığı seçim sonrasında, sınır ötesinde ve berisinde gencecik ölümlerin artması, ‘olağanüstü hal’vari alt üst oluşlarla yeniden karşılaşmalarının ne demek olduğunu ancak onlarla beraber yaşayanlar bilir. Bölge yeniden ulusal alegorik duygular anaforunda. Kürdler yeniden kimine göre hain, kimine göre evinde ulusal kahraman kıskacında. Aşını, işini, onurunu, toplumsal kırılganlığını umursayan yok. Kim ne derse desin; Kürdlerin hak ve özgürlükleri konusunda, AK Parti ve DTP’nin ertelenmez siyasi sorumlulukları vardır.

Sıradan her yurttaş artık biliyor ki; AK Parti’nin hedeflediği İslami bir rejim değil. DTP’nin, hatta ardılının da hedeflediği ayrı bir ulus devlet değil. Her iki siyasi parti de üniter devleti savunurken yeri göğü inletiyorlar. Üstelik demokrasinin bu en yakın iki katalizörü aynı parlamentonun çatısı altında olmalarına rağmen, henüz, bilmediğimiz bir şark kurnazlığıyla, bir araya gelemedikleri, getirilmedikleri görülüyor.  DTP’nin taleplerine bakıldığında; yaşayan dillerin eğitimi, öğretimi, kültürü ve kimlik talepleri nedeniyle PKK’nin ardılı olarak görülüp kapatılmaya çalışılıyor. Oysa bu talepler, AB’de ve dünyadaki tüm ulus devletlerde doğal demokratik haklar olarak bilinenlerdir. Ulus devlet yapısına imrendiğimiz Fransa Parlamentosu, geçen hafta ülkesinde yaşayan halklara 75 dilde anayasal özgürlük tanıdı. Bizim ABD ve AB destekli muhafazakâr iktidarımız, bu özgürlükleri ve lahutî (ilahî) inanç açılımlarını utangaç bir şekilde şurada burada dile getirmeye çalıştığı için, tüm ardıllarıyla beraber hâlâ ‘sakıncalı iktidar’ olarak görülüyor.  Partilerimiz demokrasiyi nasıl koruyacaklarından ziyade kendilerini nasıl koruyacaklarının derdindeler.

DTP’NİN KAPATILMASI AK PARTİ’YE YARAMAZ

Anayasa Mahkemesi’nin DTP’yi kapatması siyasi ortamın gerilmesine, iktidarın zayıflamasına yarar. Kapatma kararı bölgede AK Parti’nin siyasi konumunu ve psikolojisini zora sokacağı gibi, DTP’nin ‘iktidarın askerle uzlaştığı ve kirli savaşı savunduğu’ toptancı tezini kolaylaştırır. Ulusalcı laikler yargı üzerinden ülkede DTP’yi, bölgede AK Parti’yi bu argümanlarla dar alanda siyasete mahkûm etmeye çalışıyor. Anayasa Mahkemesi’nin ölümle korkutup sıtmaya razı ettiği AK Parti’yi DTP davası üzerinden; sandıktan önce sokakta çatıştırmaya ve tarafları germeye kapı açar mı? Bu anlamda; Doğu ve Güneydoğu illerini zor bir yerel seçim süreci bekliyor. Stepnesi hazır olsa da DTP’yi kapattıkları gün ortaya çıkacak olan, parlamento dâhil, duygusal sokak siyasetinin sertleşeceğidir. Sistemin bu iki ‘mağdur-müşteki’ partisi barış ve demokrasi için bir araya geleceğine, ‘derin güçlerce’ karşı karşıya getirilerek ‘bir taşla bir kaç kuş vurma’nın denenmeyeceğini kim garanti edebilir?

TÜM KÜRD MİLLETVEKİLLERİNE

Bu ülkenin bulunduğu kapsama alanının, görüp geçirdiklerinin çok gerisinde kaldığını fark edenler, tüm demokratik değişimleri talep edenlerin başında gelen Kürdler, kısaca demokrasiyi koruyup kollaması, asgari ortak paydada buluşması zorunlu olanlar neredesiniz? Sizler; Küçük Muhammed (Mehmetçik) in ve özgürlüğünü kullanamayan Azad’ın kanı üzerinde parlamento çatısı altında bulunanlar, sivil ve demokratik örgütlerin başında bulunanlar, yurttaşlarınızın toplumsal barış, özgürlük, inanç ve kimlik haklarının tadını, dara düşen demokrasiyi, kendi bireysel çıkarlarınızın tadı kadar cesaretle öne almayı ne zaman düşüneceksiniz?

Bu ülkede seçimle gelen herhangi bir lider veya parti; demokrasi dışı uygulamalarla karşılaştığında, arkasında demokrasi için direnen bir kamuoyu veya kendi seçmen kitlesini niçin bulamadığını içselinde sorgulamadıkça, ülke postallı veya e-postalı darbe tehlikesinden, demokrasisi de vesayetten kurtulamaz. Liderine oy veren ama onun için direnmeyen bir lider-seçmen anlayışını neyle izah edilebilir? Arkasında demokrasi için direnebilecek, heterojen bir kamuoyu bulamayan siyasi liderlerimizin ve organlarının bu zayıf damarını statükocular onlardan iyi biliyor ki, 82 Anayasası’ndan aldıkları anti demokratik güçle klasik ulus devleti sahiplenmeye devam ediyorlar. Yıllardır ‘böl ve yönet’ in fildişi kulelerinden bir türlü inmeyen, indirilemeyen statükonun ‘ayrılıkçılar’ı, devletin bilinen/bilinmeyen ‘ehli beyti’ olarak halkın tepesinde “Demokles’in Kılıcı” olarak durmaya devam etmelerinin sebebi hikmeti; siz sandık sonrası kamuoyusuz siyasetler değil misiniz?

Bu köşe yazım 23.09.2008- Taraf - Istanbul -gazetesinde yayınlanmıştır. 

Son günlerde HDP ile ilgili medyatik siyasi salvolar 12 yıl önceki bu yazımı hatırlattı. 

Hiç dokunmadım. Biz- Ülkemiz- Demokrasimiz-Huzurumuz arayışımız...

Yorumlar (1)
EMRE BARAN KILIÇ 4 yıl önce
DEMOKRASİYE VE HUKUKA ÖZLEMLE. SAYGILAR ÜSTADIM.
12
az bulutlu