banner4
17.04.2023, 03:19

AZİZ MAHMUD HÜDAYİ HAZRETLERİ

1541 yılında Ankara/ŞerefliKoçhisar’da doğmuş, çocukluğu Sivrihisar’da geçmiştir.

O, 87 yıl ömür sürmüş ve sekiz pâdişah devrinde yaşamış bir gönül sultânıdır. Asrında, gerek eserleri, gerekse sohbet, irşad, vaaz ve nasihatleri ile ümmet için bir feyiz kaynağı olmuştur.

Osmanlı’nın yükselişten duraklamaya doğru seyir takip eden bir devrinde yaşayan Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri, bir yandan sultanların âdil, gayretli ve mâneviyat bakımından güçlü ve zinde olmaları için büyük gayretler sarf etmiş, bir yandan da birtakım kargaşadan bunalan devlet ricâlinin ve halkın gönül yaralarını âdeta manevi bir hekim gibi sarmasını bilmiştir.

Aziz Mahmud Hüdayi’yi Aziz Mahmud Hüdayi yapan kendisi Bursa Kadısı iken yaşadığı bir olaydır:

Yıllardır Hacca gitmeye çalışan ancak maddi imkansızlıklarla bir türlü gidemeyen yaşlıca bir adam, eşinin kendisine “sen hacca falan gidemezsin, biz fakiriz, artık şunu söyleyip durma” deyince hiddetlenip, hanım bu sene de gidemezsem benden boşanabilirsin anlamında bir cümle söyler.

Hac mevsimi yaklaşmaya başlar. O yıllarda Hacca develerle, atlarla gidilebilmekte, hac yolculuğu 3-4 ay sürmekte, civar beldeler bir araya gelip kervan oluşturarak birlikte hacca gidip gelmektedirler.

Hac zamanı yaklaşmış, kervanlar çoktan yola çıkmış, aradan 2-3 ay geçmiş, ancak bu amca yine hacca gidememiştir. Taaki hacca birkaç gün kala birden ortadan kaybolur ve hac bitiminde daha o beldeden kervanlarla hacca gidenler geri dönmelerine aylar varken, o haccın bitiminden birkaç gün sonra evine gelerek eşine “Hanım müjdeler olsun, Hacdan geliyorum, hem Hacı oldum hem de bizim boşanmamıza gerek kalmadı” der. Ancak karısı sen yalancılığa da mı başladın, bu dediğin mümkün olabilecek birşey mi diyerek Bursa Kadısı Mahmut Hüdayi’ye giderek durumu anlatır ve boşanmak istediğini söyler.

Bunun üzerine Bursa Kadısı Mahmud Efendi kadının kocasını çağırtıp karısının anlattıklarını ve yaşananları sorar. Adam evet eşimin anlattıkları doğrudur, ben aynen bunları söyledim ve bu anlattıklarım doğrudur deyince, Kadı Mahmud Efendi peki bu anlattıklarının şahidi var mı diye sorar. Evet var, Hacc’da bizim mahalleden falancalar, komşu beldeden filancalar var, onlarla haccda beraberdik. Hatta onlarla bir kısım hediyeler de alıp falancaya gidince verirsiniz diyerek Mekke’de bizzat kendilerine ben elimle teslim ettim deyince Kadı şaşırır ve bu işin nasıl olduğunu sorar.

Adam, hacca yine gidemeyeceğini anlayınca, çok üzüntülü ve düşünceli olduğu birgün, birisinin kendisine yörede Eskici Mehmet Dede olarak tanınan Allah dostuna gidip durumunu anlatmasını tavsiye ettiğini, kendisinin de gidip detaylıca anlattığını, onun sen yarın kimseye birşey bahsetmeden abdestini al, duanı et, gel dediğini, ertesi günü gittiğinde, elimi tuttu şimdi gözlerini kapat ve Allah’a teslim olmuş bir şekilde dua et dediğini, birkaç saniye sonra gözlerini aç deyince açtığını ve Eskici Mehmet Dede ile birlikte kendisini Kâbe’de bulduğunu söyler. Kadı daha da şaşırır. Bahsedilen Eskici Mehmet Dede’yi huzuruna çağırtır. Ondan da aynı şeyleri dinleyince, “bu nasıl olur, akla mantığa uygunmudur, sen ne saçmalıyorsun” deyince Eskici Mehmet Dede, “Kadı Hazretleri Allah’ın lanetine uğramış şeytan Allah’ın verdiği ruhsatla saniyeler içerisinde dünyanın her tarafında olabiliyor da, aynı yaratıcı olan Allah zülcelal hazretleri bu ruhsatı bir başka kuluna vererek hacca gitmesini ve zorda kalan bir kulunu da götürmesini emredemez mi ve dilerse bu ruhsatı onlara veremez mi” diye cevap verir. Kadı hiç bir cevap veremeden düşüncelere dalar. Ancak ikna da olmamıştır ve bu yaşananlar üzerine devrinin güvenlik birimlerine emir vererek Hacc’dan gelenlerin belde girişinde kimseyle temas kurmadan alınıp huzuruna getirilmesi emrini verir. Adama ve karısına da hacc’dan gelecek olanlar gelinceye kadar yani birkaç ay karar vermeyeceğini, onları da dinledikten sonra karar vereceğini bildirir.

(İslamda “tayyi mekan” olarak adlandırılan bu mucizevi olaya en yakın tarihten bir örnek olarak, 1888 ilâ 1969 yılları arasında yaşamış “Ladikli Ahmet Ağa” olarak bilinen Allah dostunun hayatını, hayatta olan canlı şahitlerinin de anlatımıyla YouTube’dan bulup dinlemenizi öneririm.)

2-3 ay sonra hacca gidenler beldeye yaklaşınca dönemin emniyet güçleri tarafından adeta derdest edilerek, kimseyle görüşmelerine ve evlerine gitmelerine izin verilmeden Kadı Mahmud Efendinin huzuruna getirilirler. Kadı kendilerine sorduğunda adamlar, “evet Mekke’de Haccda kendisiyle görüştük, beraber Hacc fârizasını yerine getirdik ve şu hediyeleri bizimle gönderdi ama kendisi nasıl bizden önce gelmiş ki” diyerek hem olayı doğrularlar, hem de şaşkınlıklarını ifade ederler. Artık Kadı adamın doğru söylediğine tamamen ikna olmuş ve çifti boşamamıştır.

Ancak Bursa Kadısı Mahmud Efendi konu hakkında da adeta bir şok içerisindedir. Günlerce haftalarca kitaplar karıştırır, araştırır ancak işin içinden çıkamaz. Eskici Mehmet Dede’ye giderek bana bu ilmi öğret der. Eskici Mehmet Dede “senin nasibin bende değil Üftâde Hazretlerindedir” deyince Ona gider.

Üftade Hazretleri dergahının da bulunduğu mahaldeki tarlada talebeleriyle birlikte çalışmaktadır. İlk karşısına çıkana Üftade kimdir diye sorar. Biraz ileride saçı sakalı ağarmış, terler içerisinde beyaz cübbesiyle çalışan yaşlı adamı işaret ederler. Yanına gidip, “sen benim geldiğimi fark edersin de neden görmezden gelirsin, ben Bursa Kadısı Mahmud” deyince, Üftade yerinden doğrularak “Hoş gelmişsiniz Kadı efendi, bir suçumuz mu vardır ki buraya kadar geldiniz, niçin zabitlerinizi gönderip beni huzurunuza celp etmediniz” deyince, “anlamazdan mı gelirsiniz, anlatılanlar kadar derin âlimseniz niçin geldiğimi bilirsiniz, bana da o ilminizi öğretin” der.

Üftade Hazretleri, “siz Kadısınız, herkes sizden korkar, makamınız, büyük maaşınız, şaşaalı bir hayatınız, muhteşem binek atlarınız, korumalarınız, hizmetçileriniz var. Bizim işimiz ise hem ilimle uğraşmak hem de gördüğünüz gibi tarlada çalışıp rızkımızı kazanmaktır. Siz bunları yapamazsınız. Nefsinize ağır gelir. O şaşaalı hayatı bırakıp, bu zor hayatı seçmek sizin için mümkünmüdür? Bizim kapımız yokluk ve sabır kapısıdır. Varıp git işine, adaletle hükmetmeye devam et” diye cevap verince, Kadı Mahmud Hüdayi hiddetlenerek çeker gider.

Aradan günler geçer ama Kadı uyuyamamaktadır, ne kadar ilmi-dini vs kitap varsa okumaya araştırmaya devam etse de yine bir sonuca varamaz. Tekrar Üftade Hazretlerine gelip ısrar etse de benzeri cevapları alır.

Bu olay defalarca bu şekilde tekrar eder, en sonunda, aylar sonra tekrar gelip “dediğiniz herşeyi yapacağım yeterki öğretin bana bu ilmi” diyerek teslim olur.

Bunun üzerine Üftade Hazretleri Kadı Mahmud Hüdayi’yi nefsiyle mücadele edip nefsini yenmesini, zahiri ve batıni ilimlerde ilerlemesini sağlar. Bu mücadele uzun yıllarını alır Mahmud Hüdayi’nin, ancak en sonunda başarmıştır. 

Hocası kendisine icazet ve hilafet verir. Allah’ın kulu, Allah’a yakın olan, hidayete ermiş anlamlarına gelen Hüdayi ismini veren de hocası Üftâde Hazretleridir. Sevenleri, saygı duyanları da bu anlamlara gelecek Aziz ismiyle hitap eder olunca Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri ismiyle anılır olmuştur.

Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri’nin pek çok kerâmetlerinden bahsedilir, bunlardan biri de, gâyet fırtınalı bir havada hiçbir kayıkçının denize açılamadığı bir zamanda kendi kayığına binerek birkaç müridiyle Üsküdar’dan sâlim bir şekilde karşıya geçmesidir. Allah Teâlâ’nın izniyle kayığın takip ettiği yol, âdeta süt-liman olmuş ve dört bir yanda şaha kalkmış dalgalar bu Allah dostunun kayığına hiçbir zarar vermemiştir. Hâlen Üsküdar ile Sarayburnu arasındaki bu yola “Hüdâyî Yolu” denir. Bilen kayıkçılar, şiddetli fırtınalarda bu yolu takip ederler. Bu durum, Hüdâyî Hazretleri’nin günümüze kadar uzanan bâriz bir kerâmetidir.

Yakın tarihlerde yaşanmış başka bir kerameti de 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sırasında paraşütle atlayan Türk komandolarımızdan birisi rüzgarın savurmasıyla rum-yunan mevzilerine yakın bir yere iner. Kendisine yaşlıca bir adam yardıma koşmuş ve onu oradan kurtarıp sağ salim kendi birliğimizin olduğu yere getirip teslim eder. Ben artık gideyim deyince Mehmetçik “Baba sen kimsin, hayatımı kurtardın, eğer buradan sağ salim dönersem ziyaret etmek isterim” deyince, benim adım Mahmut Hüdayi, İstanbul Üsküdar’da herkes beni tanır evladım, gelmek istersen orada bulursun” deyip gider. 1 yıl kadar sonra Üsküdar’a gelip sorup soruşturarak, onun asırlar önce yaşamış bir Allah dostu olduğunu öğrenince şok olur; konu basında da haber yapılır.

1628 yılında 87 yaşında Üsküdar’da vefat eden Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerinin, defnedildiği Üsküdar’daki türbesindeki yazılı kitabesinde “Yâ Rabbî! Kıyâmete kadar bizim yolumuzda bulunanlar, bizi sevenler ve ömründe bir kere türbemize gelip rûhumuza Fâtiha okuyanlar bizimdir… Bize mensub olanlar, denizde boğulmasınlar; âhir ömürlerinde fakirlik görmesinler; îmanlarını kurtarmadıkça ölmesinler; öleceklerini bilsinler ve haber versinler ve de ölümleri denizde boğularak olmasın!..” şeklindeki duası kayıtlıdır.

Üsküdar'da Aziz Mahmud Hüdâî'nin, Beykoz'da Yûşa Peygamberin, Sarıyer’de Telli Babanın ve Beşiktaş'ta Yahya Efendinin İstanbul boğazının “dört manevî koruyucusu” olduklarına inanılır.

Osmanlı Devletinin son günlerine kadar, Boğaz'da deniz seferi yapan kaptanlar, yolcularını Üsküdar'dan geçerken Aziz Mahmud Hüdayi'nin türbesine, Beşiktaş önünden geçerken Yahya Efendinin türbesine, Beykoz'dan geçerken de Yuşa Peygamber'in türbesine doğru yönelterek Fatiha Suresi okumaya davet ederlermiş.

Döneminin dini ve fennî ilimlerinin yanısıra batıni ilimlerde de en önemli âlimlerinden birisi olan Allah dostu bu mübarek zâta Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum, mekanı cennet olsun..

Yorumlar (0)
12
az bulutlu