banner4
24.11.2020, 10:04

Ataması Yapılamayan Öğretmenler…

Diyarbakır Sanat Sokağına önceki sabah uğrayanlar rengârenk yağlı­boya tablolarla süslenmiş cıvıl cıvıl bir manzara ile karşılaştılar. Caddenin ortasında asılı "ATAMASI YAPILMA­YAN RESİM ÖĞRENCİLERİ VE ME­ZUNLARİ SERGİSİ" yazılı bez afişin anla­mını bulmaya çalışırken tabloların üze­rindeki siyah kurdeleleri görünce içim burkuldu bir an.

Üstad Çetin Atlan'ın on yıllardır hepimizin diline dolandırdığı “mesleksiz toplumuz” sözünün pabucu dama mı atılıyor? Yoksa plansız , prog­ramsız partilerin ülke iktidarına geldi­ğinde Kit'lerin (Kamu İktisadi Teşek­külleri) nasıl adama göre iş mantığıyla doldurmuşsa, üniversiteleri de politik amaçlar doğrultusunda ve dünyaya üni­versiteli sayısını kartvizit olarak Türki­ye'nin yakasına takma adına yapılan yanlışların artık üstadın bu sözünün “meslekli işsiz toplum”a doğru yöneldiğimizin somut örneğini Diyarba­kır Sanat Sokağı dünden beri pratikte yaşıyor.

Sayın Başbakanın doğru gibi gelen ve üzerine basa basa; “dünyanın hiçbir ülkesinde üniversite mezunlarına iş ga­rantisi olmaz “sözü bizim eğitim anlayı­şımızla ne kadar alakalı ve bir bilen olarak ne kadar sıkıntılı sorumlu oldu­ğu da anlaşılıyor.

Ülkemizde eğitim ve öğretime bakı­şın, ülkenin sanayi ve bilgi seviyesiyle nasıl ve ne kadar doğru orantılı oldu­ğunu belirlemek yerine, yılların yükün­den beyhude kurtulma çabası yattığı da gözden kaçmıyor...

Bizde, üniversitelere alınan öğrenci­lerin alt belleğine şunu mıh gibi biz kazıdık; klasik, kutsal devlet desteği ve güvencesiyle gençlere bugüne kadar üniversitele­ri meslek sahibi olma yeri olarak biz sun­duk. Gençler de üniversiteleri bir nevi KİT olarak gördü; "Bir bölüme kapağı attımsa meslek-ekmek- sahibiyim” anla­yışını benimsedi. Ama dünya değişiyor. Pazarlar liberal. Hayat pahalı. Meslekler ucuzluyor.

Resim bölümü mezunu ve öğrenci­leri bir anlamda eğitimi ve sistemi pro­testo eden, işsiz kalmalarını ve meslek­lerini icra edememelerinin duruşunu sergiliyorlardı. Bu genç resim öğretmenlerinin KPSS (Kamu Personeli Seçme Sınavı) ile bağlayan ve meslek kalitesini aramayan zihniyetin genç be­yinlerde yarattığı kırık fay hatlarının gi­derek büyüdüğünü bu yasal itaatsizlik protestolarına yarın müzik, beden eği­timi, kimya, fizik, tarih, mimarlık, hukuk hatta bugün popülaritesi olan matematik ve psiko­loji gibi bölümlerde de bu çıkışları gör­mek olası...

Genç öğretmenler, ressamlar radikal olmayan bu pasif direnişlerini; karışık teknikle yap­tıkları çağdaş kavramsal sanat ağırlıklı 500'e yakın tablolu protestolarını taşlı sopalı çıkışlara tercih etmesi, çağdaş bir sivil itaatsizlik örneğini vermeleri tak­dire değerdi doğrusu...

Meslek eğitimlerini önemseyen bu iktidar, İHL (İmam Hatip Liseleri ) çık­mazını unutturacak kadar önemde bir kaosla karşı karşıyadır.

Peki bu işin çıkış yolu yok mu? Elbette var. Hep Avrupa'ya, batılı demokrasilere ya kopyacılıkla özeniriz ya da peşinen ret ederiz. İlköğretim okullarımızda hâlâ medrese anlayışıyla beşinci sınıfa kadar her sınıfı bir öğret­menle idare ederiz. Neden Batı da ki gibi birinci sınıftan itibaren öğrencilerimizin resim dersleri­ne, müzik derslerine, beden eğitimi derslerine ayrı ayrı öğretmenler girmez ve yavrularımızı yarınlara tüm dersler­de bir öğretmenin değil, çoklu öğretmenlerin ko­lektif aklı bir müfredatla hazırlamayız. Öğrencilerimizi içine kapanık öğ­renci psikolojisi temelinde, evde yalnız annesi ve babası ile beş yılda okulda da, her gün, günde ortalama dört- altı saat tek öğretmen görmeye mahkum ederiz. İlkokullarda bu genç öğretmenler bu yöntemle değerlendirilemez mi? Tüm sanat dallarının liselerimizde bile haftada ancak bir iki saatle geçiştirildi­ğini düşünün. Oysa sanat dalları yazmakla, okumakla öğrenilmez. Mutlaka pratiğe ve bir öğretmene ihtiyaç duyar. Müzik gi­bi, resim gibi bölümler ki hem aile­ye hem devlete masraflı bölümlerdir.

Ama toplum olarak o kadar açız ki her şeyin faz­lasını isteriz, fazlayı bulunca bu kez ne yapacağımızı bilemeyiz. Bir çok konuda sorumsuz sorumlular olarak bizi yönetenler de bilir ki, askerde askerin zayiatına “eğitim za­yiatı" denir ve işin içinden çıkılır. Üni­versitelerimizdeki bu eğitim fazlasına da asker kafasıyla eğitim zayiatı mı, eğitim fazlası mı deyip geçiştirelim. Ama gördüğümüz somut tablo bize; “Nereye kadar Payidar?” diye sormakta …

Sistem çıkış yolunda siyasette de­mokrasinin, ekonomide demokrasinin, hizmette demokrasinin ve görüldüğü gibi eğitimde demokrasinin alt yapısını oluşturuncaya kadar, başına da bilgi insanının getirilmesi gerektiğini anlaya­na kadar eğitimde kaoslarımı­zın devam edeceğini işaret etmekte.

Elbette bu gibi meslekli işsizlerimizin so­runun salt devlet kapsında iş bulmak olma­dığını da biliyoruz. Çünkü meslek sahibi olmak yetmiyor. Sistem meslek sahibi olmanın yanı sıra, iş sahibi olmak için gerekli para sa­hibi olma şartını da eğitim gö­renlere bırakıyor.
Meslek sahibi ol, olma. Bu sistemde paran kadar konuşuyorsun.
Bugün işsiz kaldığı için, “Yasal İtaatsizlik” protestosuyla Diyarba­kır'dan seslerini diğer meslektaşları gibi duyurmaya çalışan genç resim öğret­meni ve öğrencilerinin bu mütevazı ve emek dolu protestolarını sanırız iktida­rın şu an şehrimizde bulunan milletve­killerinin de dikkatini çeker ve konuyu MEB''e, yasamaya yeniden taşır.
Özetle; biz Kürdlere, çok çocuk yapıp sokağa salmayın diyenlere bir sorumuz var: Üni­versitelerde iş ve istihdam alanı olmayan branşlara ihtiyaçtan fazla öğrenci alıp, mezun edip sokağa salan sizlerin, çok çocuk yapıp sokağa salan biz cahillerden ne farkınız var, beyler söyler misiniz?


 
 

 Not: Yazarımız Mahmut Şimşek'in bu köşe yazısı   28 Mart 2004 yılında D. Söz gazetesinde yayınlanmıştır.
 

Yorumlar (0)
12
az bulutlu