www.vasat.com
2021-02-10 10:27:30

AHLAK

Taner ALPARSLAN

10 Şubat 2021, 10:27

Uzunca bir zaman yazamadım. Söz sırası gözetmeksizin sadece, mekandan bağımsız dost meclislerinde fikrine değer verdiğim kimseleri dinledim. Yazılarını okudum. Anlatmaya gayret ettikleri şeyleri anlamaya çalıştım. Kimilerinin gayretlerinin kasten heba edilmeye çalışıldığına, kimilerinin ise bu faillerin fiillerine mağlup olup gayretlerinden vaz geçtiklerine üzülerek şahit oldum.

İşte bu durum yaşadığım insanlar içinde, bir “İNSAN” olma gayretimi ve kendime göre çevresine faydalı bir birey olma davamı yeniden sorgulamama neden oldu.

Kendime sorduğum temel soru şuydu; İnsan olabilme niyetin ile, karşılık beklemeden yardım etmeye gayret ettiklerin, senin yardımını talep ediyorlar yada (daha doğru bir ifade ile) yardıma ihtiyaçları olduğunu düşünüyorlar mı?

Felsefi bir yaklaşımla müteakip bir soru ise; İnsanca/erdemli bir davranışın talibi/hak edeni olması gerekir mi?

Sonra bir soru daha; Anlaşılmayı beklemek bir karşılık mıdır? Zira beklenti varsa davranışın karşılıksız olduğundan bahsedilebilir mi?

Bütün bu sorular kafamın içerisinde dolandı durdu. Beşerin içtimai hayat içerisindeki rolünü/tavrını/ahlakını belirleyen veya belirlemesi gereken asıl unsurun ne/neler olduğu konularında artık ciddi tereddütlerim var. Tereddütlerim, olan ile olması gerekenlerin farklılaştığı noktada başlıyor. Foucault “insan, insanlık önüne konulan ilk problem değildir” derken acaba benim durumumdan bahsetmiş olabilir mi?

Üniversitemin Münazara takımına kaptanlık yaptığım o güzel yıllarda, Üniversiteler arası Münazara turnuvalarından hayatıma kazandırdığım çok gerekli bir yöntem olması itibariyle, söze/yazıya bahsedilecek kavramı tanımlayarak başlayayım. Allah nefes ve imkan verirse başka bir bahiste de; Ülkemin dört bir yanındaki Üniversitelerinde o harikulade gençlerinin kendi çabalarıyla kurdukları Münazara kulüpleriyle (bu gün hasret kaldığımız) seviyeli, kaliteli, terbiyeli, bir tek cümlesinde boş bir kavrama rastlanılmayan, bilgi dolu tartışma üslubunu nasıl geliştirmeye çalıştıklarını anlatmak isterim.

Yazılarımı mümkün mertebe kısa ve öz yazmaya çalışıyorum. Bu sebeple fazlaca kavram ve tanım ile sıkmamak için şimdilik tek bir tanım üzerinden devam edeyim.

Ahlak; bir topluluk içinde yaşayan insanların davranışlarını ve birbirleriyle olan ilişkilerini düzenlemek amacıyla oluşturulmuş eylem kuralları, normlar silsilesi ve değer sistemi olarak tanımlanıyor. Yani; Ahlak, bize belirli bir toplulukta neyin doğru, neyin yanlış olduğunu söylüyor. İki temel kaynağı bulunur. Bunlar; Din ve Toplumsal Sözleşmelerdir.

Tanım ifade ettiği üzere; Ahlakın temel belirleyicisi aslında toplum gibi görünüyor. Zira kaynakları yorumlayan ve yaşayan da toplumun kendisi.değil mi? (Tam da bu noktadan sonra kafamdaki sorularım derinleşiyor)

Öyleyse Sokrates ve Platon “Ahlak” kavramını Erdem ile tanımlamaya çalışırlarken hata yapmış olabilirler mi? Yada aslında olması gerekeni mi anlatmaya çalışmışlar?

Ahlakın temelini oluşturan Din ve Toplumsal sözleşmeler birbirleriyle çelişebilirler veya birbirlerine tercih edilebilirler mi? Yada kaynağı Tanrısal olan Din, toplumlar tarafından yeniden ve kendi “Ahlaki durumlarına göre” yorumlanabilir mi?.... Peki ya böyle bir yorumlama “Tanrı” kavramını da değiştirmez mi? Protagoras’ın tanrılar hakkında sergilediği bilinmezci tavrı böyle bir tavır mıydı? Zira o da içinde bulunduğu toplumu gözlemleyerek yani analitik etik ile bu tavrı sergilememiş miydi?. Oysa ki Tanrıya olan (sahte) bağlılıklarını, alt etmek istediklerine karşı sloganlaştıran bir kalabalık tarafından ölümle tehdit edildiği için siteyi terk etmek zorunda kaldı…

Geçmişi geçmişte bırakıp tanımımıza dönelim. Tanımda özellikle altını çizdiğim bir kısım vardı. Yukarıya tekrar dönme zahmetinden kurtulmanız için tekrarlayayım ; Ahlak bize, belirli bir toplulukta neyin doğru, neyin yanlış olduğunu söyler.

Bu cümleden yola çıkarak ; bir toplum, kendisine neyi “doğru” olarak seçmiş, neyi benimsemiş ve neyi içtimai hayatta normalleştirmiş ise bu, o toplumun Ahlakıdır. Diyebilir miyiz?

Şayet diyebilirsek, o zaman; Bir toplumu oluşturan bireylerin çoğunluğu mesela, rüşveti, torpili, emek vererek değil başkasından çalarak ve/veya gasp ederek sahip olmayı, haset, nefret ve iftirayı kendi aralarında normalleştirmiş ve içselleştirmiş ise aynı toplum içerisinde bu unsurları benimsememiş olan azınlığa Ahlaksızlar denilebilir mi?...

Kafamdaki tüm bu soruların en büyüğünü ise nefsime sordum;

Böyle bir toplumun içinde yaşasaydım Ahlaksız kalabilir miydim?...

Yorumlar (3)

S.Müsellim 3 Yıl Önce

Ölçüsü “Kamil insan” olanlar azınlıkta olsa da doğru yoldadır. Tarihte de geniş kitlelerin yanlışlara, sapkınlıklara düştüğü görüşmüştür.

Hakan Alparslan 3 Yıl Önce

Kalemine saglık kardeşim. Diyelimki yukarıda saydığın tüm kötü davranışları yapanların ahlaklı sayıldığı sayıldığı bir toplumda doğdün,büyüdün ve benimsemedin o toplumda normal görülenleri benimseyenler ahlaklı sayılsada sen yinede ahlaksız sayılmazsın. Çünkü yukarıda saydığın davranışların ne kadar normal sayılsada hepsi karşısındakine zarar veren durumlar. Ahlak dediğin kötülükle alakalı yani zarar verme. Bir hırsızın çaldığı malı çalarsan malını çaldırana göre kötüsün. Nefreti savunan birisi bunu ahlak saysada başkasının nefretiyle karşılaşınca onu kötü yapar. Haset ve iftira keza aynı. Sen bütün bunları yapmaz isen etkisiz eleman olursun ahlaksız değil. Ama yaptıklarına mani olmaya çalışır yada kötü olduğünu anlatmaya çalışırsan o zaman o topluma göre ahlaksızsın. Çünkü karşı tarafa zarar verirsin. Ahlaksız kalıp kalamayacağına gelirsek; Eğerki bu zamanda ahlaklı kalabiliyorsun, eminimki o ortamdada ahlaksız kalabilirsin. Nacizane düşüncem bu

Hakan Alparslan 3 Yıl Önce

Kalemine saglık kardeşim. Diyelimki yukarıda saydığın tüm kötü davranışları yapanların ahlaklı sayıldığı sayıldığı bir toplumda doğdün,büyüdün ve benimsemedin o toplumda normal görülenleri benimseyenler ahlaklı sayılsada sen yinede ahlaksız sayılmazsın. Çünkü yukarıda saydığın davranışların ne kadar normal sayılsada hepsi karşısındakine zarar veren durumlar. Ahlak dediğin kötülükle alakalı yani zarar verme. Bir hırsızın çaldığı malı çalarsan malını çaldırana göre kötüsün. Nefreti savunan birisi bunu ahlak saysada başkasının nefretiyle karşılaşınca onu kötü yapar. Haset ve iftira keza aynı. Sen bütün bunları yapmaz isen etkisiz eleman olursun ahlaksız değil. Ama yaptıklarına mani olmaya çalışır yada kötü olduğünu anlatmaya çalışırsan o zaman o topluma göre ahlaksızsın. Çünkü karşı tarafa zarar verirsin. Ahlaksız kalıp kalamayacağına gelirsek; Eğerki bu zamanda ahlaklı kalabiliyorsun, eminimki o ortamdada ahlaksız kalabilirsin. Nacizane düşüncem bu

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.