banner4
20.08.2022, 15:38

Alt/Üst Bilinç Boyutsallığı

Bilinç, genel olarak insanda farkındalığın, duygunun, algının ve bilginin merkezi olarak kabul edilen yetidir. Bilincin kendi içeriklerinin farkında olduğu, içebakış yoluyla bilinen, duyumları, algıları, kavrayışları ve anıları içeren bölümüdür.

İnsanın kendisi ve çevresi hakkındaki farkındalığı bir bilinç durumundan başka bir şey değildir. İnsanın kendisi hakkındaki bilinçlilik durumu ise özbilinçtir. Özbilinç insanın kendi üzerine düşünme, kendinin farkında olma durumudur. Bilinç ve özbilinç bilginin ortaya çıkmasında önemli bir yere sahiptir. Çünkü insan hem kendini hem de çevresindeki doğal ve toplumsal dünyayı tanıdıkça bilgi sahibi olur. Bu bilgiler arasında kurduğu ilişkiler, yeni bilgilerin oluşmasını sağlar.

Bu sayede insan yaşadığı dünyada bir yabancı gibi kalmayarak kendinin ve evrenin farkına varır. Felsefesel düşünceye giden ilk yol böylelikle başlamış olur. İnsanın kendisiyle yüzleşmesi “Ben kimim?”, evrenle yüzleşmesi “Evren nasıl oluşmuştur?”, yaşamla yüzleşmesi ise “Yaşamın anlamı nedir?” sorularını kendine sormasını ve sorgulamasını sağlamıştır.

İnsan dünyaya gelişi ile birlikte, kendisini iki ayrı boyutun bilinç mücadelesi içinde bulur. Üst bilinç (Rabb) ile alt bilinç (şeytan) ile, başka bir deyişle farkındalıklı “akıl” ile denetimsiz, nefs (özvarlık) odaklı “zeka”nın  savaşını yaşar.

Hani, Rabb’in meleklere, Ben yeryüzünde (maddesel boyutlu evrende)  bir halife (üst beyin farkındalığıyla yaşayan akıl sahibi) yaratacağım, demişti. Oysa biz sana kusursuz, hamdinle alt beyin sisteminde her an, her isteğine itirazsız kulluk (yaratılış amacıma özgü) ederken, evrende üst beyin, dünya algısı ile bozgunculuk çıkaracak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Allah da, Ben sizin bilmediğinizi (tüm boyutsallığın sahibi olarak) bilirim, demişti.” (Bakara Suresi/30)

Hani biz meleklere, Adem için saygıyla eğilin, demiştik de İblis’ten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi ve gerçeklik bilgi boyutuna sahip olmadığından Rabb’inin buyruğu dışına çıktı...” (Kehf Suresi/50)

İblis secde etmedi (yaratış amacına karşı). O büyüklük, benlik taslayıp, gerçeklik bilgisini kabul etmeyen inanmayanlardan (karşısındakinin özünü göremeyip, gerçeği örtenlerden) oldu.” (Sad Suresi/74)

Gerçeklik dediğimiz şey, tüm varlıkların özünde saklı olan, görünenin ardında, öz’de işlemekte olan örtülü bilgiden oluşan sistem gerçeğidir. Başka bir deyişle sırat-ı müstakim denilen dosdoğru ve pürüzsüz yoldur. Hakk’ın varlığı ve onda var olan şeylerin açığa çıkıp, bilinir olmasıdır.

Bu bilinirlik efal/bileşimsel (sınırlı yapı değil, bileşimsizlik boyutundan) olur. Sınırlı bir yapı (alt bilinçte) olanlar, sınırsız (üst bilinci) olanı (boyutsallık farklılıktan) kavrayamayacağından dolayı insan benliğinden (bileşiminden) bilinçsel olarak kurtulmadan, gerçeği de gerçek anlamda algılayamaz olur.

Algıladığı bileşimsel (sınırlı yapı) kendi bileşim (benlik) yapısı kadardır. Bunun ile de kendini kayıtlayan benliğini (bileşimini) gerçeği sanıp o doğrultuda fiiller ortaya koyar ve şeytan (kuruntusallık) konumuna düşer.

Allah, “Sana emrettiğim zaman seni saygı ile eğilmekten ne alıkoydu?” dedi. (O da) “Ben ondan daha iyiyim. Çünkü beni nar (radyasyon, frekans) boyutunda yarattın. Onu ise maddesel boyuttan yarattın” dedi. Allah: Sen aşağılıklardansın (niteliği düşük olanlardansın), büyüklük, benlik taslamak senin haddin (yetkinliğin içinde) değildir buyurdu. Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) bana insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver. Allah da, “Sen süre verilenlerdensin” dedi. İblis, “Senin gücüne yemin olsun ki, içlerinden yalnızca Allah’ın hoşnutluğunu gözeten (gerçeğin farkında) olup, yaşayan kulların dışında, diğerlerin tümünü ayartıp yoldan çıkaracağım.” (Sad Süresi/82-83)

Onlara önlerinden (hırslarını, benliklerini kışkırtarak), arkalarından (saptırıcı düşüncelerle) sağlarından (dindar görünüm altında) ve sollarından (kötülükleri güzel göstererek) geleceğim ve sen, onların çoklarını şükredenlerden (içinde bulunduğu bileşimsel boyut bakımından Allah’a teşekkür edenlerden) bulamayacaksın dedi.” (Araf Suresi 17)

Alt bilinç, beynin farkındalıksız, zamansız, sorgulamayan, denetimsiz bölümüdür, üstelik bir robot gibi hareket eder. Çözümleme ve değerlendirme yapamaz, tek zamanlı (anlık) çalışır ve o anki duruma göre, kabul veya reddeder. Komutları tam olarak uygular. Onun için bir şey, ya siyahtır ya da beyaz. Sözcüğü doğrudan çevirisi biçiminde algılar, mecaz (simgesel benzetim), dolaylı anlatım, ince ve derin sözü algılamaz.

Gerçekten farkında olduğumuzu sorgulayıp, çözümleyerek sonuca giden, içinde bulunduğumuz maddesel boyutumuz olan dünyamızı oluşturan üst beynimiz 60-70 yaşında iken, farkında olmadığımız alt beynimizdeki evrensel canlı olarak yaklaşık 4 milyon yaşındadır. İnsanlık tarihinin başlangıcından bu yana gelen ve kuşaklara genetik bir biçimde aktarılmış olan yaşanmışlıkları, olumsuzlukları, sarsıntı ve örselenmeleri, benzer durumları gerektiğinde açığa çıkmak üzere veri arşivinde (belgelik) olarak bulundurur.

Atalardan genetik yollarla kuşaklara aktarılan alt beyin bilgileri, anne ve baba aracılığıyla yeni dünyaya gelenin alt bilincine aktarılır. O da, kendi üst beyin bilgileri ile birleştirip, zenginleştirerek bir sonraki kuşağın alt beynine aktarır. Her hücredeki, bir ribonükleik asit (Ribonükleik asit, bir nükleik asittir, nükleotitlerden oluşan bir polimerdir. Her nükleotid bir azotlu baz, bir riboz şeker ve bir fosfattan oluşur. RNA pek çok önemli biyolojik rol oynar, DNA’da taşınan genetik bilginin proteine çevirisi ile ilişkili çeşitli süreçlerde de yer alır.), RNA molekülü 20 milyon bilgi taşımaktadır. Bu veri birikimi çok büyük bir güç demektir. Ancak, bu güç, farkındalıktan uzak kalıp, denetlenmediğinde, gizil bir tehlikedir.

Çünkü sorgulama ve muhakeme (yargılama) köklü “akıl” üzerinden değil de, nefs (özvarlık) ve benlik köklü “zeka” üzerinden işleyen, nefsi emmare (insanı sürekli kötülüğe yönelten duygu ve kuruntu) olarak da adlandırılan bu güç, üst bilinç (akıl) tarafından denetlenmediğinde, insanın yaşamı, alt bilinç veri tabanı doğrultusunda nefsani (canlılığının ve varlığının zorunlu kıldığı gereksinim ve isteklerle ilgili) olarak sorumsuzca yönlenir.

Bu durumda insan nefsine (özvarlığına), koşullanmalara aykırı gelen bir durum ile karşılaştığı zaman, bir sonraki aşamada kendisine çok büyük sıkıntılar yaşatacak olsa bile, hiç düşünmeden, öfke ile hemen tepki gösterip, vurur, kırar, döker ve bir süre sonra bunların karşılığı olan yaşamındaki olumsuzlukları yaşamaya başladığında yaptıklarının yanlış olduğunun farkına varır, pişman olur ama iş işten çoktan geçmiştir. Yani, kişinin şeytanı (saptırıcısı olan alt beyni) kısa sürede devreye girmiş ve bir sonraki an için onu zarara uğratmıştır.

Yani insan Rabb’ini (var oluş anlamını) dolayısı ile aklını, üst bilinci, devre dışı bıraktığında komuta şeytanın (alt beynin) eline geçer ve kişi kendi varlığının açık ve belli olduğu anlamlardan ve doğru yoldan uzaklaşarak, yanlış kararlar alır, yanlışlar yapar. Bu da, insanı azap dediğimiz sonradan oluşan pişmanlık duygusu onu sıkıntıya ve acı çekmeye sürükler.

“.... Allah,  azabı (huzursuzluğu, sıkıntıyı, acıyı ve pişmanlık duygusunu)  akıllarını kullanmayanlara verir.” (Yunus Suresi/100)

Çünkü, insana azap (huzursuzluğu, sıkıntıyı, acıyı ve pişmanlık duygusunu) veren Rabb’inin (akıl ile üst bilincin) değil de, şeytanın (denetimsiz ve kuruntuya dayalı alt bilincin) rehberliğinde hareket etmesidir. İnsan nefsinin (özvarlığının) istekleri doğrultusunda hareket ettiğinde denetimsiz ve kuruntuya dayalı alt bilincin, devamlı gerçeği örten (kafir/inkarcı) olarak görevini yerine getirir. Bu durumda insanın kalp, beyin (epifiz) bağlantısı kesilmesi sonucu basireti (öngörüsü) kör olur ve kendisine gerçeğe yönelten rehberinin (Rabb’inin) gösterdiği doğru yolu göremez.

Alt beyin, zaman, yer ve beş duyu sınırlamalarının geçersiz olduğu delta frekansları (Dünyadan ve madde boyutundan koptuğumuz, öz benlikle ve kaynakla bağlantıda olduğumuz yerdir) üzerinden iletişimi gerçekleştirir ve insan farkında olmadan da bu gücü kullanır. Çünkü, bir vericiden gelen frekans, aynı değerlerdeki alıcı frekansı ile çakıştığında, oluşan rezonans (titreşim) ile genliğin (dalga genişliğinin) artması sonucu karşı tarafa ses, resim vb. veri aktarımı gerçekleşerek iletişim sağlanır.

Özellikle birbirini seven karı ve koca  veya anne ile çocuğu ya da buna benzer frekans titreşimleriyle uyum sağlayanlar birbirleri ile uzak yerlerden iletişim kurarlar ve bunlar birbirlerinin duygularını hissedip, paylaşabilirler üstelik rüyalarında bile iletişim kurabilirler.

Bu tür durumları bir çok kişi yaşamıştır. Örneğin, bir anne başka yerde olan çocuğunun sıkıntılarını hissetmiş, rüyasında görmüş ve bu sıkıntıların doğru olduğunu bir süre sonra öğrenmiştir. İşte alt beynin delta frekansları kanalı ile farkında olmadan oluşturduğu bu şekilde ki uzun dalga iletişimine parapsikolojide (ruh biliminde) telepati (Birinin düşündüklerini veya uzakta geçen bir olayı hiçbir bağlantı olmadan algılama, uza duyum) denilmektedir.

Allah ve sisteminin farkında olarak yaşayan kişi ise sistemi bilinçli olarak değerlendirir. Bu sistemi gereği gibi değerlendiren alt bilinci işgal etmiş olan denetimsiz, nefs (dürtüsel) ve şeytani (kuruntusal) enerjileri denetim altına alıp, tek gücün “Allah” olduğunu kavrayarak, bu bilinç alanını Allah’a özgü enerjilerle güçlendirerek yaşamını sürdürür.

Resulullahın “Şeytanımı Müslüman ettim” sözü; alt bilincimi, Rabb’imin (üst aklımın) yardımı ile evrensel gerçekler doğrultusunda denetim altına aldım demekle, bu gerçeği bizlere göstermektedir.

Alt beyni (delta frekanslarını) farkındalık içerisinde denetim altına alıp, bilinçli olarak kullanabilen kişiler kapasiteleri oranında, olanaksız dediğimiz bir çok olağanüstü, rabıta (bağlantı), keramet (olağanüstü eylemlilik durumu), vb. olayları gerçekleştirebilirler. Örneğin, üst bilinç sahibi Allah dostları olanlar, düşünce ile oluşturdukları etki alanlarında, onu dinleyen kişilerin beyinleri ile delta frekansları aracılığıyla rezonansa (titreşime) girerek, veri aktarımı sonucu bilim ve enerji akışı sağlayarak “Rabıta (bağlantı)” denilen olayı gerçekleştirirler. Üst bilinç sahibi olanlar kişisel etki alanlarını ve güçlerini kullanarak ilerleme ve gelişim göstermeleri de yine bu yolla gerçekleşir.

Çünkü gerçekte, düşünce bir enerji ve frekanstır. Uygulanan gücün frekansı, uygulanan nesnenin frekansı ile aynı olursa, frekansın büyüklüğü artar diğer bir anlatımla, rezonans (titreşim) etki alanı, düzgün itmelerin etkisiyle bir salınım genliği artışı oluşur. Bu alanın oluşması için ise her insanın, düşüncesinin aynı frekansta ve ortak olması, bu suretle de tümlük sağlanması gerekir ki, zayıf lazer dalgalarının birleşip, tek etkili bir ışın oluşturması örneği gibi, güçlü bir enerji alanı oluşup, etki yapsın, örneğin toplu ibadet ve yağmur duası vb. olgular gibi.

Allah’ın değerini gereği gibi bilemediler. Kuşkusuz Allah güçlüdür, kesin güç sahibidir.” (Hac Suresi/74)

Onun için insanın önce, Allah ve sistemini çok iyi bilmesi ve bu bildiklerini ilke edinerek üst bilinç boyutunda, evrensel gerçekler doğrultusunda yaşaması gerekir.

Aksi durumda Yunus’un dediği gibi:

İlim ilim bilmektir.

İlim kendini bilmektir.

Sen kendini bilmezsin.

Ya nice okumaktır.

Yorumlar (2)
Alparslan Kadapoğlu 2 yıl önce
Birkaç kere okudum.Anlamaya çalışıyorum arkafaşım
Alparslan Kadapoğlu 2 yıl önce
Bir kaç kere okudum.Anlamaya çalışıyorum arkadaşım.Teşekkürler.
12
az bulutlu