banner4
22.03.2021, 11:57

Allah’ın Tek’lik Boyutunu Kavramak-08

...

Allah’ın adları ve anlamları ile eşya ve olaylar arasındaki ilişki, “Tek’lik” kavramının akılsal ve bilgisel açıdan gücünü artırmakta, böyle bir süreç sonrası “Tek’lik” bilinci içsel olarak gelişim gösterir. Allah’dan başkasına kulluk ile ondan istemeye yaraşır hiçbir ilahın olası olmadığı, bazı ayetlerde “kanıt” kavramıyla belirtilmektedir (Enbiya Suresi 21/24 ayeti; Yoksa ondan başka ilahlar mı edindiler? De ki; Haydi getirin kanıtınızı. İşte benimle birlikte olanların kitabı ve işte benden öncekilerin kitabın hiçbirinde birden çok ilah olduğuna ilişkin hiçbir kanıt yok); (Muminun Suresi 23/117 ayeti, Kim, hakkında hiçbir kanıtı olmadığı halde Allah ile birlikte başka bir ilaha kulluk yaparsa, onun hesabı ancak Rabbi katındadır).

İşte tam burada, bilgisel ve zihinsel bir tasarımla “Allah’ın Tek’lik Boyutu” anlayışının salt bir bilgi nesnesine dönüştürülerek üzerinde bilgiler sahibi olunup, söylem geliştirilmesi amaçlanamaz. “Tek’lik” bilgisi, aslında inanç ve bağlılığın canlı bir göstergesi olarak kendisini açığa çıkarmalıdır. Kelime-i Tevhid (Tek’lik Sözcüğü) ile Kelime-i Şehadet (Tanıklık Sözcüğü) arasındaki asıl farklılık, bu konuyu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Tümce yapısı bakımından Kelime-i Tevhid (Tek’lik Sözcüğü) olumsuz bir ad tümcesiyken, Kelime-i Şehadet (Tanıklık Sözcüğü) yüklem tümcesidir. Arap dilinde sözcüğü oluşturan ilgeç, ad ve yüklem sınıflarından yüklem, “Tek’lik” birleştirmesi içinde yer almaz. Buna karşın Kelime-i Tevhid (La ilahe illa Allah) içinde kullanılmayan yüklem biçimi, aynı içeriğe sahip olan başka bir anlatımda yer alarak, ilgili yüklemden (eşhedü/tanıklık ederim) hareketle o da Kelime-i Şehadet (Tanıklık Sözcüğü) olarak adlandırılmıştır. Böylece Kelime-i Tevhid (La ilahe illa Allah), Kelime-i Şehadetle (Tanıklık Sözcüğüyle) bir yüklem tümcesi durumuna dönüşmüştür. Bu nedenle “Tek’lik” sözcüğü, bilgi kuramı bir nesne algısından çıkarılıp, Allah’lık niteliğine özgü bir önerme durumuna getirilerek “eşhedü/tanık ederim” sözcüğüyle söylenmediği sürece geçerliliği tartışılır. Dolayısıyla kişi, kendisini sözün öznesi yapmadığı için gerçek bir müslüman olarak adlandırılamaz.

Sözlük anlamı bakımından ilah sözcüğü; “ibadet, kulluk etmek”, “şaşmak, şaşırmak”, “boyun eğdirmek” ve “gizlenmek” anlamlarına gelmektedir. Kur’an’daki bağlamı açısından ilah sözcüğünün anlamını, ilah olarak sayılan şeylerden hareketle belirlemek olasıdır. İlah edinilen şeylere bakıldığında, Örneğin; Hz. İbrahim (Enam, 6/46; Meryem, 19/46; Enbiya, 21/43, 62.), Hz. Musa (Araf, 7/127, 138; Taha, 20/ 88), Hz. Hud (Hud, 11/53), Ashab-ı Kehf (Kehf, 18/15) toplumlarını ve Mekke ileri gelenlerinin (Enbiya, 21/21) ilahlarından söz edilmektedir. Bunların taştan ve benzeri bazı nesnelerden yapılmış putlar olduğu anlaşılmaktadır. İlah olarak kabul edilen şeyler yalnızca nesnelerden oluşmadığı gibi,  bunların dışında insan cinsinden de insanlığın kendisine ilahlar edindiği görülmektedir. Örneğin, Hz. İsa ve Hz. Meryem (Enam, 6/46), Hıristiyanlar tarafından ilah sayılan kişilerin başında yer alırlar. Tarihsel süreçte insanlık, kendi türü olan insandan ilah belirlemiştir. Aynı şekilde başka bir yerde kutsal kitapların, kendi din adamlarını ve bilginlerini ilah edindiklerinden söz edilmektedir (Tövbe, 9/31). Yine bu bağlamda, Kur’an-ı Kerim’de Hz. Musa ve toplumunun içerisinde iki yerde Firavun’un kendisini, açıkça ve meydan okurcasına “ilah” olarak duyurduğu (Şuara, 26/29; Kasas, 28/38) ve toplumu tarafından da bu varsayımının kabul gördüğü konusunda bilgi verilmektedir (Araf, 7/123, 127). Bir yerde ise Firavun’un kendisini “en yüce rab” olarak duyurduğu görülmektedir (Naziat, 79/24).

İnsanoğlunun bir çoğu ilah denildiğinde genellikle hayalinde kendi dışında var olan putları canlandırır; çağdaş insan için ise ilahlar; genellikle geçmişte, bilgisiz Arap topluluğunda, İsrailoğullarında ve benzeri eski toplumlarda ortaya çıkmış, olup bitmiş, ilkel bir alışkanlığın nesneleri gibi algılanır. Oysaki, Kur’an açısından sorun hiç de böyle ele alınmamaktadır. Kur’an’da biraz önce sayılan ilahlar;  aslında maddesel ve cisimsel varlıklarından ötürü “dışsal ve maddesel ilah” olarak adlandırılabilir. Bunların dışında örneğin “Onlar, Allah’ı bırakıp ancak dişilere tapıyorlar(Nisa, 4/117) ayeti cinsel dürtülerine sınır tanımaz bir biçimde kadınlara tapıcılık boyutuna geldiğini ve bu dürtülerini dolaylı olarak ilahlaştırdıklarına bir örnektir. Öte yandan Kur’an’da, özvarlık olarak nefs kapsamında ilah kabul edilen başka bir olgudan daha söz edilmektedir ki, bu da “içsel, düşünsel, bilinçsel, zihinsel ve ruhsal ilah” şeklinde adlandırılabilir. Kur’an anlatımında bu ilahın adı, “heva” biçiminde yer alır. “Heva” sözcüğü, “yükselmek, çıkmak” ve “alçalmak, düşmek” anlamlarına gelen, sözlük anlamı açısından birbirine karşıtlık içeren bir sözcüktür. Kur’an yorumcusu ve bilgini Ragıp İsfahani, konuyu cinsel dürtülere indirgemiş ve hevayı ise “nefsin cinsel dürtülere olan eğilimi” biçiminde tanımlamıştır, ancak bu Kur’an bağlamında yapılmış eksik bir tanımlamadır. Kur’an’da benzer biçimde otuz sekiz defa kullanılan bu kavramı burada konumuzu ilgilendiren iki ayet çerçevesinde ele alarak hevanın yalnızca bu biçimde anlaşılmaması gerektiğini söylüyoruz. İşte tam burada konuya ilişkin olarak, Kur’an’da iki yerde “heva” kavramından açıkça insan tarafından kabul edilen bir “ilah” olduğunu görmek olasıdır.

Heva”nın ilah oluşuna ilişkin ayetlerden ilki Furkan Suresi 25/43 ayeti, diğeri ise Casiye Suresi 45/23 ayetinde yer almaktadır;

Hevasını ilah edinen kişiyi gördün mü? Ona sen mi vekil olacaksın?(Furkan, 25/43)

Hevasını ilah edinen kimseyi ve Allah’ın bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü?” (Casiye 45/23)

Bu ayetlerin çeviri ve açıklamalarına bakıldığında görüleceği üzere, Türkçe Kur’an yorumlarından birini yapmış bir din bilgini ve çevirmen olarak Elmalılı’nın özgün dilindeki açıklaması dışındaki yorum ve çevirilerin hemen hemen tümünde tümleçlerin yerini değiştirerek, sonrakini öne alarak anlam verdikleri gözlenmektedir. Kur’an çeviri ve açıklamalarında, hem “Hevasını İlah edinen” şeklinde olanlar olduğu gibi, hem de “İlahını Hevası edinen” şeklinde olanlar da vardır. Gerçekten Elmalılı ayete bu biçimde anlam vermiştir; “Gördün mü o ilahını hevası kabul edeni?”. Burada tümleçler arası yer değişikliğinin ne sakıncası olabileceği ile aslında söylenilmek istenen şeyin, Türkçe’ye tam olarak çevirisinin olası olup olmadığının tartışma konusu yapıldığını görmekteyiz. Ancak böyle bir yaklaşımın varlığı, ayetlerin anlamsal derinliği ve gösterdiği gerçeklik açısından doğru değildir. Çünkü hevanın ilah olmasıyla, ilahın heva olması arasında, ilahlık düşüncesinin doğal gelişi açısından bakıldığında farklılık olduğunu görürüz. Konuya, “her doğan, kendine özgü yaratılış üzere doğar” Resulullah sözünün gösterdiği varoluşsal ve inançsal durumunu eklediğimizde insan, psikolojik ve zihinsel donanımı bakımından içini sonradan doldurduğu, yaşamsal süreçte biçim verdiği “ilahlık” olgu donanımlı olarak dünyaya gelir. Dolayısıyla ayet bir yönüyle insanın sahip olduğu ve varoluşsal olarak öncelediği şeyin aslında hevası değil, “ilahlık” olgusunu içeren boşluğu olduğunu göstermektedir. Yani insanoğluna özgü “ilahlık” olgusu, yalnızca hevadan oluşmayıp, aslında herkesin sahip olduğu inançsal boşluğu bir biçimde doldurduğu şey olmaktadır. Bu durumda kendisine anlam ve değer yüklenen, “heva” olgusu değil gerçekte ise “ilah” olgusu olmaktadır. Allah’ın varlığını kanıtlama bağlamında, özellikle din felsefecileri ile din bilginleri tarafından kullanılan “varoluşsal kanıt” olarak adlandırıldığı anlamda söylenen, insanın zihninde önsel olarak bulunan eksiksiz ve tam bir “ilah” düşüncesini bu çerçevede okumak olasıdır. Özet olarak, “İlahlık” düşüncesini bir çerçeve gibi düşünecek olursak, içi boş bu çerçeveyi herkes sonradan bir biçimde “ilah” olarak görmek istediği şeyle doldurmakta ve ona göre kulluk etmektedir.

...

 

Yorumlar (0)
12
az bulutlu