banner4
01.02.2021, 10:10

Allah’ın Tek’lik Boyutunu Kavramak-01

Bir insanın gerçekten inançsal bir bilince sahip olması için; “Kelime-i Tevhid” olarak adlandırılan “La İlahe İllallah Muhammed’ün Rasulullah” sözünün anlamını bilmek, algılamak ve kavramak olduğunu, tüm müslümanların gerçek bir inanan kişi anlamına gelen “mümin” olmak bakımından bilmesi gerekli olan bir gerçektir.

İslam’ın ve inanmanın önkoşulu niteliğindeki “La İlahe İllallah” sözünün gerçek anlamının bilinmesi, tüm müslümanların “mümin” bir kul olmaları bakımından gereklidir.

Kelime-i Tevhid” sözü genel olarak “Allah’tan başka ilah yoktur” şeklinde anlaşılmaktadır. Oysaki Türkçeye tam çevirisi ve açıklaması yapıldığında görüleceği üzere, “İlah Yoktur, Yalnızca Allah Vardır” diye anlaşılması gerekmektedir.

Kelime-i Tevhid” sözü, Arapça dilinde olumsuzluk ilgeci olan “la” sözcüğünün anlamı olan “yoktur” sözcüğü ile başlamaktadır. Bu bakımdan, “La ilahe” sözünün gerçek anlamı, “İlah Yoktur” şeklinde olması gerekmektedir.

Yine “La ilahe” sözünün arkasından gelen Arapça kural dışılık ilgeci olan “İlla” sözcüğünün anlamı “mutlaka, ancak, ille, illaki, yalnızca” anlamında olup, bu yokluktan Allah’ı dışında tutmaktadır. Böylece, “İlla Allah” sözünün gerçek anlamı; “mutlaka, ancak, ille, illaki, yalnızca Allah vardır” şeklinde olması gerektiği anlaşılmaktadır.

Kelime-i Tevhid” sözünün Arapça olumsuzluk ilgeci olan “la” sözcüğünün anlamı olan “yoktur” sözcüğüyle başlamasının gizemsel gerçeği belki de şu olabilir. Mümin (Tek’lik bilincinde olan kişi) bir kişi olmak isteyen her bir müslüman, Allah’a inanmadan önce, Allah dışındaki tüm sahte ilahları redderek, “İlahlar yoktur, yalnızca Allah vardır” bilincinde olmak ve Allah’ın tek ve gerçek bir varlık olduğunu kavramaktan geçer.

Genel olarak bilinenin aksine, Kur’an’ın indirildiği dönemdeki Mekke’li Arap müşrikleri, hem Allah’ın varlığını, hem de O’nu en büyük ilah olarak kabul ettiklerini biliyoruz. Üstelik müşrikler, Allah’ı gerçek ve en büyük baş ilah olarak görmekle birlikte, Allah’tan başka, yine O’nun tarafından ilahlık yetkisi verilmiş ve O’nun yardımcısı durumunda bulunan ve “şefaatçi” şeklinde adlandırılan “aracılık” varlığına inanıyorlardı.

Bu durumu bizlere Yunus Suresi 10/18. ayetinde; “Allah’ı bırakıp, kendilerine ne zarar, ne de yarar verebilecek şeylere tapıyorlar ve işte bunlar Allah yanında bizim şefaatçılarımızdır, diyorlar. De ki; Siz, Allah’a göklerde ve yerde O’nun bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? O, onların ortak koştukları şeylerden uzaktır, yücedir.” şeklinde bildiriyor.

Gerçekten Kur’an’da yer alan buna benzer birçok ayette, müşriklerin bile Allah’ın yaratıcı, rızık verici, yaşam veren ve öldüren, kesin güç sahibi olduğuna inandıklarını ortaya koyan açık ve belirgin anlatımlar vardır.

İşte tam bu konuda, Ankebut Suresi 29/61, 62, 63, 64, 65 ve 66. Ayetleri şunları bizlere; “Andolsun, eğer onlara, gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı hizmetinize kim verdi, diye soracak olsan kesinlikle, Allah diyeceklerdir. O halde, nasıl haktan döndürülüyorlar? Allah, kullarından dilediğine bol verir ve dilediğine kısar. Kuşkusuz Allah, her şeyi tam anlamıyla bilendir. Andolsun, eğer onlara, gökten yağmuru kim indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti, diye soracak olsan, kesinlikle, Allah diyeceklerdir. De ki; Övgü Allah’a özgüdür. Ancak onların çoğu akıllarını kullanmazlar. Bu dünya yaşamı ancak bir eğlence ve oyundan oluşur. Ölümötesi yaşam yurduna gelince, işte gerçek yaşam odur. Keşke bilselerdi. Gemiye bindikleri zaman dini Allah’a özgü yaparak O’na dua ederler. Onları kurtarıp karaya çıkardığı zaman ise bir de bakarsın ki, Allah’a ortak koşuyorlar. Kendilerine verdiğimiz nimetlere nankörlük etsinler ve bir süre daha yararlansınlar bakalım. İleride bilecekler.” şeklinde bildiriyor.

Allah’a aracılarla ulaşılacağına inanan müşrikler; “Allah’ın Tek’lik Boyutu”nun tek gerçek olduğunu, ancak sonradan meleklerden ve ölmüş bazı doğru işler yapan insanlardan kendisine veli, evliya gibi benzeri yardımcılar ve aracılar edindiğini, bu yardımcı ilahların da, Allah ile kullar arasında “şefaatçilik” anlamına gelen “aracılık” yaptıklarına inanıyorlardı.

İşte Zümer Suresi 39/3 ve 4. ayetlerinde bunları bizlere; “İyi bilin ki, katışıksız din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp da başka dostlar edinenler, biz onlara yalnızca, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye kulluk yapıyoruz, diyorlar. Kuşkusuz Allah, ayrılığa düştükleri şeyler konusunda aralarında karar verecektir. Kuşkusuz Allah, yalancı ve nankör olanları doğru yola iletmez. Eğer Allah bir çocuk edinmek isteseydi, yarattıklarından dilediğini seçerdi. O, bundan uzaktır, yücedir. O, Tek’lik boyutunda ve her şey üzerinde kesin yetkinlik sahibi olan Allah’tır.” şeklinde bildiriyor.

Bu nedenle, İslam’ı kavramak için yalnızca Allah’ın varlığını kabul etmenin yeterli olmadığı, ancak “İlahlar yoktur, yalnızca Allah vardır” anlamını kavramak suretiyle, “Allah’ın Tek’lik Boyutu”nun bilincine erişilebilir. Çünkü tarih boyunca Allah’ın elçileri olan “Nebiler ve Resuller”in gerçek anlatımları, Allah’ın varlığını kabul etmeyen ateistlerden daha çok, Allah’ı en büyük baş ilah kabul etmekle birlikte, “müşrik” anlayışında olmaları nedeniyle, onların Allah’a aracılık yapan ilahlara inanmaları açık bir şekilde şirk (Allah’a ortak koşmak) anlayışına götürmekte ve  müşrikleri, “İlah yoktur, yalnızca Allah vardır” kavramına karşıt duruma düşürmektedir. Yani ilk çağlardan başlayarak, asıl mücadele; “İlahlar yoktur, yalnızca Allah vardır” anlamını kavrayan ve “mümin” olarak nitelendirilen gerçek müslümanların “Allah’ın Tek’lik Boyutunun” bilinci anlayışıyla, şirk (Allah’a ortaklar koşan) içerisindeki “müşrik” anlayışı arasında gerçekleşmiştir.

Nebiler ve Resuller” halklarını, şirki (Allah’a ortaklar koşan) oluşturan putçuluk/ilahlık anlayışını kabul etmeyip, “İlahlar yoktur, Yalnızca Allah vardır” bilincine erişerek, “Allah’ın Tek’lik Boyutunu” kavramak suretiyle Allah’a kulluk etmeye çağırırken, halkları ise direnç göstererek atalarından gelen “şirk” inanışlarına sarılmak ve putları/ilahları olan ulu önderlerine kul/köle olmak konusunda diretmişlerdir.

Bu gerçeklere baktığımızda ise, bizim inanmak ve inanmamak anlayışımızı yeniden gözden geçirmemizi zorunlu yapmaktadır. Çünkü bugüne kadar müslümanların büyük bir çoğunluğu, yalnızca Allah’ın varlığına inanmanın, kurtuluş ve ölümötesi yaşam boyutu için yeterli olduğuna inanılmaktaydı.

Oysa yukarıdaki ayetlerden anlaşıldığı üzere, yalnızca Allah’ın varlığına inanmak, inanç ve kurtuluş için yeterli değildir. Putları/ilahları olan ulu önderleri ve Allah özgü güçlere sahip olduğu sanılan sahte ilahları kabul etmeyip, Allah’a ortak koşmadan ve “Allah’ın Tek’lik Boyutu” anlayışı ve bilincinde olmak kurtuluşun özüdür. Bu öz anlayış kavranmadıkça, hangi eylemler yapılırsa yapılsın Allah yanında yarar sağlamaz. Yukarıda belirtildiği üzere bu durum bizlere, Zümer Suresi 39/64, 65 ve 66. Ayetlerinde açık olarak bildirilmektedir.

Aslında “şirk” olarak nitelendirilen Allah’a ortak koşmak kavramı tam anlamıyla  anlaşılmadan “Allah’ın Tek’lik Boyutu” kavranamaz. Görüldüğü gibi Kelime-i Tevhid (Tek’lik Bilinci) anlayışının asıl konusu her müslümanın Allah’a ortak koşmak anlayışından uzak durması gerekli olup, Yüce Allah bu durumu bizlere  Nisa Suresi 4/116. Ayetinde; “Kuşkusuz Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları, dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a ortak koşan, kuşkusuz, derin bir sapıklığa düşmüştür.” şeklinde bildirmektedir.

Bu nedenle tüm müslümanlar Tevhid (Tek’lik bilinci) ve Şirk”i (Allah’a ortak koşmak) kavramlarını   öğrenmek, inanç, düşünce ve yaşantılarında eğer “Allah’a ortak koşmak”  ögeleri varsa ya da “Allah’ın Tek’lik Boyutu” bilincinde değillerse, bunları kendi bilinçlerinden temizleyip, yaptığı bu işin ve davranış biçiminin olumsuz sonucunu görmekle ve bundan üzüntü duyarak yanlışlarından dönmesi, “Tek’lik Boyutu”nun bilinciyle yeniden inanmak durumundadırlar.

Türkçeye “Tanrı” olarak çevrilen Arapça “İlah” sözcüğü, “her şeyin üzerindeki salt irade ve güç, her şeyi kuşatan ve koruyup gözeten, her şeye egemen olup kurallar koyan ve yol gösteren, ilahlığından dolayı insanların kendisine kulluk yapmak gereksinimi duydukları gizemli ve görülemeyen varlık” anlamlarına gelmektedir.

Bu anlamlar dikkate alındığında, bu anlamları içeren özelliklerin zihinsel, düşünsel ya da gerçek varlıklara yüklenilmesi durumunda, o varlıkların “İlah” olarak tanınmış olacağını; bu durumda ise La ilahe illallah (İlah yoktur, yalnızca Allah vardır) sözümüzün anlam ve kavramına aykırı olacağını söylememiz gerekiyor.

Yani bir kişinin ya bilerek ve kasıtlı bir biçimde “şirk” koşması, ya “Allah’ın Tek’lik Boyutu” bilincinde olmaması, ya da bilmeyerek de olsa salt Allah’a özgü özellikleri gerçek, zihinsel ve düşünsel varlıklara yüklemekle birlikte, hem “şirk” koşmuş, hem de “Allah’ın Tek’lik Boyutu” bilincinde olmamış olur. Nitekim Kur’an’ın Enam Suresi 6/22, 23 ve 24. Ayetlerinde; “Onları tümüyle toplayıp da Allah’a ortak koşanlara, nerede, ilah olduklarını ileri sürdüğünüz ortaklarınız, diyeceğimiz günü anımsa. Sonunda onların manevraları, Rabbimiz Allah’a andolsun ki biz O’na ortak koşanlar değildik, demelerinden başka bir şey olmayacaktır. Bak, kendilerine karşı nasıl yalan söylediler ve iftira edip durdukları şeyler, uydurma ilahları onları nasıl yüzüstü bırakıp kayboluverdi.” şeklinde bildirilmek suretiyle bu konulara özellikle vurgu yapıldığını görüyoruz.

...

Yorumlar (2)
Mustafa çelik 3 yıl önce
Twbrik ederim bu güzel yazı için
Hasan albay 3 yıl önce
Hos geldiiin Arhavi imami
12
az bulutlu