banner4
27.07.2023, 08:31

ADALETSİZLİK: GÖRMEZLİKTEN GELİNENLER!

Nasıl oluyor da “Adaleti uyguluyoruz!” derken, çoğu yerde adaletsizlik yapıyoruz? Bunun cevabını yaklaşık on yıldır arıyorum. Henüz tam cevabını bulamadım. Belki de bakış açımı değiştirerek, adaleti değil de “adaletsizliğin ne olduğunu” anlamam gerekiyor. Adaletsizlik ne olabilir? Adaleti gözetmeme; adaletsiz olan hâl ve hareketleri görmezlikten gelme mi acaba?

Okumakta olduğum “Adaletsizliğin Veçheleri” kitabı tam da bu soruna eğilmiş. Yazar 20. Yüzyılın düşünürlerinden Judith N. Shklar. (Vb. Kültür Yayınları, Aralık 2021) Onun adaletsizliği tanımlayan görüşleri önemli. Adaletin olmadığı yerde endişe ve güvensizlik ortaya çıkar, diyen Shklar, adaletsizliği, saldırganlık ve açgözlülük dürtülerinin genişlemesine sebep psişik bir hâl olarak açıklıyor. Ona göre, bizi adil bir düzen kurmaktan alıkoyan şey, kalıcı cehalet içinde olmamız. Tespitlerine göre, tarihte düşünürler daha çok adaleti tanımlamış iken, her nedense adaletsizliği yeterince anlatmamışlar.

Adaletsizliğin en pasif hâlini Cicero'nun sözüyle anlatıyor kitap:“Yapabilme imkânı varken yanlışı engellemeyen veya buna direnmeyen kimse, ülkesini terk etmişçesine bir yanlışın suçlusudur.” Yazara göre adaletsizlik, her şeyden önce adaletsizliğe ses çıkarmamak ve buna  karşı direnmemek. Vatanseverlik ve hakseverlik duygusu, yanlışa yanlış demeyi gerektiriyor her şeyden önce. Öyle ki bir kimsenin hak ettiğinden daha az şey alması veya haksız kayırma ile daha fazla şey alması, adaletsizlik oluyor ve buna engel olmak gerekiyor.

“Adaletsiz kimdir?” sorusuna düşünür Shklar, “Adaletsiz kişi, her zaman ilk olarak ‘Hayat adaletsizdir’ diyen ve mağdurları görmezden gelen kişidir.” diyor. O, adaletsiz kimselere, adaletsiz davranışlardan fayda sağlayanların yanına, “hüküm süren adaletsizliğe göz yumanları” da ekliyor ve pasif adaletsizliğe örnekler veriyor: “Bunlar adaletsiz ve baskıcı olduğunu düşündükleri kanun ve düzenlemelere karşı asla seslerini çıkarmazlar. Harekete geçmekten korkarlar, üstlerine düşen görevi başkasının yapmasını tercih ederler. Onlar sadece beleşçi kimselerdir!” diyor. Yazar, korkak davranışta bulunan vatandaşların çokluğu karşısında, adaletsizliğe çare bulunamayışının nedenini, hakkaniyetli vatandaşların bunu yeterince istemiyor olmalarında görüyor.

Kitabın satır başları neler? Adaletsizliğin hakkını teslim; adaletsizliğin mağdurları kimler? Pasif adaletsizlik ne? Kötü bir vatandaş nasıl olunur? Talihsizlik ve adaletsizlik hâlinde kimi suçlamalı? gibi konular.

Düşünürün “deprem felaketi” karşısında tutumu ise dikkat çekici. Böyle bir durumun talihsizlik mi, yoksa adaletsizlik mi olduğunu soruşturan yazar, sezgisel olarak, bu sorunun cevabının gayet basit olduğunu söylüyor:“Eğer dehşetli olaya, doğanın dış güçleri yol açmışsa, bu bir felakettir ve yapmamız gereken şey, acımıza teslim olmaktır. Yok eğer buna sebebiyet veren art niyetli bir failse, ister insani ister doğaüstü olsun, o zaman bu bir adaletsizliktir ve bu durumda da öfke ve nefretimizi ona ifade edebiliriz.” demekte.

Yazar, belirli bir olgu ve olaylar karşısında bunların taşıdığı anlamın, söz konusu olguya maruz kalanlar ile onu sadece gözlemleyen yahut da acısı önlenebilir ve yatıştırılabilir olanlar tarafından tecrübe edilişine göre farklı olduğunu dile getiriyor. Düşünür, burada talihsizlik ile adaletsizlik arasındaki farkı göstermek isterken, mağdurların yanında olma veya olmama, onları itham etme veya mazur görme, yardım etme, yaralarını sarma, zararlarını karşılama, yahut da sadece görmezden gelme yönünde tutumların bakış açısını tümden etkilediğine dikkat çekiyor: “Deprem kuşkusuz doğal bir olaydır, ancak çok fazla hasara yol açar ve çok sayıda insan hayatını kaybederse, facianın oluşumuna ya da daha vahim sonuçlar doğurmasına sebebiyet verilmiştir. (...)Pek çok bina, müfettişlere rüşvet vererek inşaat kurallarını ihlal eden müteahhitler yüzünden yıkılmıştır.(...) Halk, bu tür tehlikeler konusunda genellikle tam olarak uyarılmamıştır. Kurtarılması mümkün olan çoğu kimse, bu felaketlerde ölmüştür.”

Düşünür Judith N. Shklar, bu acı olaylar karşısında sorumluluk bekliyor:“Peki vatandaşın vergileri nereye gitti? (...) Karşılık cevap olarak, bunların kendilerine hiçbir faydası olmayan ‘pahalı bir uzay programına harcanmış olduğu’ cevabı olabilir” diyerek, siyasetçilerin tutumuna dikkat çekiyor. Politikacıların tüm suçu hemen rüşvetçi memurların üstüne yıkacağını ve devlet görevlilerinin ise yaşanan felaketin doğal ve kaçınılmaz olduğunu söyleyeceklerini, ellerinden gelenin en iyisi yaptıklarını ve buna benzer bir sürü şey dile getireceklerini ifade ediyor.

Mağdurların “Neden biz?” haykırışına karşılık, devlet yöneticilerinin “Yapacak bir şey yok. Hayat acımasızdır.” inancıyla, onları teselliye çalışacaklarını söylüyor. -Burada bir yanlış anlaşılma olmasın, bu kitabın basım tarihi, ülkemizde yaşanan 6 Şubat 2023 depreminden yaklaşık bir yıl öncesi ve kitapta benzer şekilde tarihte yaşanmış Lizbon depremi sonrası, insan doğasının nasıl mazeretler ürettiği anlatılıyor.- Yazar, buna rağmen, depremi yaşayan mağdurların ‘kaçınılmazlık’ mazeretini kabul etmeyeceklerini, kamu idarelerinin ve yöneticilerinin hesap vermek suretiyle bu tür dramatik ve travmatik olayları hafifletecekleri görüşünde. Yine O, insan doğasına vurgu yaparak, felaket zamanlarında ‘günah keçisi’ arandığını, bazen insanın kendisini, bazen de daha talihli görünen başkalarını suçladığını bize açıklıyor. Düşünür, burada çabucak bir başkasını veya tek bir yöneticiyi suçlamayı ise haksız buluyor. “Daha da kötüsü, aslında hiçbirisi gerçek olmayan komplolar arayıp bulmak için çok yaygın bir güdüye sahibiz.(...) Evet, kişisel olarak belirli kimsenin tüm bunlardan sorumlu tutulması kabul edilemez. Birkaç yüzyıl öncesine kadar yaptığımız gibi, kişisel talihsizliklerimizden ötürü artık cadıları da suçlayamayız.” diyerek, mağdurları etkileyen şeyin ‘kötü talih’ olmadığını, dikkatli ve özenli yöneticilerin ve memurların yaşanacak adaletsizliği hafifletebileceğini ve bunu önlemek adına çok şey yapabileceklerini vurguluyor. “Vatandaşlar olarak, suçları ihbar etmediğimizde, yalan dolan ve küçük çaplı hırsızlıkları görmezden geldiğimizde, siyasi  yozlaşmayı sineğe çektiğimizde, adaletsiz, akıl dışı ve acımasız olarak gördüğümüz yasaları sessiz sedasız kabullendiğimizde, pasif olarak adaletsiz olduğumuzu ileri süreceğim ben. Kamu görevlilerinin, kurum ve meslektaşlarının kural ve rutinlerinin dışına çıkma konusunda isteksiz oldukları, üstlerine karşı gelmek veya gereksiz yere dikkatleri üzerilerine çekmekten korktukları için, pasif olarak adaletsiz olmaları daha da muhtemeldir. Neticede ortaya çıkan adaletsizliğin nedeni, doğal güçler ya da bilhassa adaletsiz bir sistemden ziyade, genel olarak eylemsizliklerinin olası sonuçlarının sürekli olarak kendilerine hatırlatılması gereken birçok eldir.” görüşünde.

Sonuçta, yazar, hepimizin yaşanacak felaketlerin birer potansiyel mağduru olduğunu, hem de olayların ortak sorumlusu olduğumuzun altını çiziyor. “Pasif adaletsizlik” konusunu derinlemesine inceleyen Judith Shklar, “Adaletsizliğin Veçheleri” kitabında, yeni bir adalet teorisi yerine, adaletsizliğin farklı yönlerini bizlerle tartışıyor. Düşünür, kendi bakışıyla adaletsizliği gösterirken, “adaletsiz olan şeyler karşısında takınılan haksız sessizliği” yaşananlara en büyük neden olarak görüyor. Böylece adaletsizliğin sonuçları üzerinde bizlere yeniden düşünme ve konuşma imkânı veriyor.

                                                           Not: Bu yazı 24/07/2023 tarihinde Fikir Coğrafyasında https://fikircografyasi.com/makale/adaletsizlikler-gormezlikten-gelinenler yayımlanmıştır.

Yorumlar (0)
12
az bulutlu