banner4
07.07.2023, 11:39

ADALET EN TEMEL ERDEM

Adaletli olma duygusu, olgun insan sıfatıdır. Kur’ân-ı Kerîm, adalet sıfatından yoksun olan kişiyi; doğruyu konuşabilme iktidarı olmayan ve hiçbir işe yaramayan köleye benzetir. Böyle biri, adalet faziletini kazanamamış kimse olarak, doğru yolu bulmuş olanla bir olamaz: “Allah şu iki insanı örnek veriyor: Biri dilsizdir, elinden hiçbir şey gelmez, efendisinin sırtında yüktür, onu nereye gönderse, yararlı bir sonuçla gelmez. Şimdi, bununla adaleti emreden ve kendisi de dosdoğru yolda bulunan kimse bir olur mu?” (Nahl 16/76). Burada Yüce Allah, insanlar arasında “iyi ve adaletli insan” olmanın önemini vurgulamaktadır ki “özgürce ifade edebilme gücü olma, üzerine aldığı işi başarılı bir şekilde sonuçlandırma, iktidarla adaleti hâkim kılma ve istikametini koruma” şeklindeki nitelikler bunlar arasında sayılabilir. Allah bize, mutlaka her türlü emaneti layık olanlara vermemizi ve insanlar arasında hükmedeceğimiz zaman adaletle hükmetmemizi istemektedir. (Nisâ 4/58) Çünkü, “Allah adâleti ve iyiliği emreder.” (Nahl 16/90)

Hazreti Peygamber’in, yaşanan bir hırsızlık olayında, ‘hatırcılık yapanlara’ kızarak söyle dediği anlatılır: “Bazılarına ne oluyor da Allah’ın koyduğu bir cezayı önlemek için aracılık ediyorlar? Sizden öncekilerin helâk olmasına sebep yalnızca şudur: Onların ileri gelenlerinden biri hırsızlık ederse, ona dokunmazlar, arkası bulunmayan zayıf çalarsa, onu cezalandırırlardı; Allah’a yemin ederim ki eğer Muhammed’in kızı hırsızlık etse, onu da cezalandırırdım” buyurarak, İslâm’da adaletin kişilerin makam, mevki ve şöhretlerine göre değişmediğini, ‘adam kayırmanın’ adaletle bağdaşmadığını söylemiştir.

Kur’an ve sünnet yolundan ayrılmayan İslam büyükleri de benzer söz ve davranışlarla “adalet ilkesine” aşırı önem vermişlerdir:

Halîfe Hazreti Ebubekir Sıddık ilk hitabesinde “Güçlüler, başkalarının hakkını onlardan alıncaya kadar yanımda zayıftır, zayıflar ise başkalarından onların hakkını alıncaya kadar yanımda güçlüdür.” demiştir.

Hazreti Ömer yazdığı bir mektupta: “Yargıda bulunmak çok önemli ve belirli kişilere farzdır. Ey Hakim kişi, sana sunulan delilleri dikkatle incele. Üzerinde iyi düşün, geçerli olmayan bir haktan söz etmenin boşuna olduğunu bil. Oturuşunda, gülüşünde, konuşmanda ve icraatında herkese aynı şekilde davran. Hiçbir nüfuzlu kimse senin, taraf tutacağın düşüncesine kapılmasın ve hiçbir zayıf senin adaletinden ümidini kesmesin. Öfkeli olmaktan, sıkıntı ve ızdırâp vermekten, halkı rahatsız etmekten, kızgınlığın olan insanlara farklı davranmaktan sakın.” demiştir. Hz. Ömer mektubundaki gibi bu esasları hâkimlerin fikrine yerleştirmek için büyük gayret göstermiş, kendisi de çok defa taraflardan biri olarak mahkemeye gitmiştir. Bir defasında Halîfe Ömer ile anlaşmazlığa düşen Ubey b. Ka’b, onun aleyhine dava açmıştır. Zeyd b. Sâbit yapılan duruşmada hâkimdir. Duruşmaya gelen Halife Ömer’e, Zeyd saygı göstererek yerinden kalkması üzerine Hz. Ömer: “Bu senin ilk adaletsizliğin!” diyerek, davacı Ubey’in yanına geçerek oturmuştur. Davacı olan Ubey’in delili olmadığından Ömer’in yemin etmesini ister. Dava edilenin Halife makamında olması sebebiyle, Zeyd, Ubey’den bu hakkından ferâgat etmesini rica eder. Bu tutumu görünce tarafsız olamayacağını düşünen Halife Ömer, Zeyd’e hitâben biraz da kızarak: “Eğer senin nazarında Ömer ile herhangi bir adam eşit değilse, hâkimlik makamına layık değilsin!” der.

İmâm Şafii, “Hangi sebepten olursa olsun, kendisine veya akrabalarına bir menfaat sağlamaya çalışan ya da sorumluluk alınması gereken bir davada şahitlik ederken çelişkiye düşen yalan yanlış beyanda bulunan kimse, tanık olamaz.” diyerek, sözüne güven duyulmayacak insanın, şahit olarak dahi kabul edilmeyeceğini dile getirir.

En önemli ikaz, sözün başında zikredilen Kur’an’dan gelir: “Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemeniz için o malları hâkimlere veya idarecilere (rüşvet olarak) vermeyin.” (Bakara 2/188) denmiştir.

İnsan hem kendisine hem de diğer insanlara adaletli davranmalıdır. Mâverdî, insanın kendi nefsine karşı adaletini, daima nefsini ıslah etme ve takvaya sevk etme, onu çirkin işlerden men etme ama nefsini düzeltirken de çok aşırı gitmeyip ortasını bulma (Aristo’nun “altın orta” olarak tanımladığı gibi) şeklinde yorumlamıştır. Çünkü hangi konuda olursa olsun aşırılık, bir nevi zulüm ve haksızlıktır; kendisine zulmeden, başkasına adaletli olamaz; acıma duygusundan yoksun kimse, başkalarına merhamet edemez.

Neticede; adalet, temel insani vasıflardan ve yönetim ilkelerinden biridir. Mülkün temeli adalettir. Bu temel zarar gördüğünde bütün insani erdemler yıkılır ve yok olur! Adalet her şeydir. Öyleyse adalet ilkesine her zaman ve her yerde sahip çıkılmalıdır.

Yardımcı Kaynak: https://acikerisim.uludag.edu.tr/bitstream/11452/8678/1/188250.pdf

Yorumlar (0)
12
az bulutlu